İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır. Hoşgeldiniz, 18 Temmuz 2025
Beğen 5
Ana Sayfa » Genel » Allah Konulu Ayetler

Allah Konulu Ayetler

Allah Konulu Ayetler Sözleri – Allah Konulu Ayetler İlahisini Dinle – Allah Konulu Ayetler İlahi Sözleri

Konularına Göre Ayetler kaleminden yazılan Allah Konulu Ayetler ilahisinin sözlerisini sizler için aşağıda derledik. Allah Konulu Ayetler İlahisinin Sözlerine aşağıdan erişebilirsiniz.

Allah Konulu Ayetler Sözleri – Allah Konulu Ayetler İlahinin Sözleri

 

ALLAH-ÂYETLER
Fatiha-1 – Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla
2 – Bütün hamdler, övgüler âlemlerin Rabbi Allâh’adır.
Bakara-7 – Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerine de bir perde inmiştir. Bunların hakkı büyük bir azaptır.
Bakara sûresinin ilk beş âyeti müminlerin, müteakip üç âyeti kâfirlerin, gelecek 8. âyetten itibaren onüç âyet ise münafıkların bariz sıfatlarını anlatmaktadır.
8 – Öyle insanlar da vardır ki “Allah’a ve âhiret gününe inandık” derler; Oysa iman etmemişlerdir.
9 – Akılları sıra Allah’ı ve iman edenleri aldatmayı kurarlar. Kendilerinden başkasını aldatamazlar da farkında değiller.
10 – Kalblerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını daha da ilerletti.
Bu yalancılıkları, bu samimiyetsizlikleri sebebiyle bunlara gayet acı bir ceza vardır.
15 – Allah da kendileriyle alay eder ve azgınlıklarında onlara mühlet verir; böylece onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.
Allah’ın alay etmesinden maksat, münafıkların alay etmelerinin karşılığını vermesidir. Müşâkele babından olarak, benzer lafızla, tamamen farklı mâna kasdetme söz konusudur. Mesela haylazlık ederken sinsice gülen çocuğunu tehdid eden annesi “Sen gül, ben de sana gülerim!” derken, onun gülmesinin tamamen farklı şekilde olması gibi.
Kalbinde iman etmediği halde müslüman görünen kimseye münafık denir. Bunlara İslâm toplumunda müslüman muamelesi yapılır. Böylece:
1. İslâmın sabır ve müsamahası uygulanır.
2. Onların nesillerinden gerçek müminlerin yetişmesine imkân hazırlanır.
17 – Bunların hali, o kimsenin haline benzer ki aydınlanmak için bir ateş yakar. Ateş çevresini aydınlatır aydınlatmaz Allah onların gözlerinin nurunu giderir ve karanlıklar içinde bırakır, onlar da göremez olurlar.
19 – Yahut onların durumu gökten sağnak halinde boşanan ve içinde yoğun karanlıklar, gök gürlemeleri ve şimşekler bulunan yağmura tutulmuş kimselerin durumuna benzer. Yıldırımların verdiği dehşetle, ölüm korkusundan, parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Fakat Allah kâfirleri çepeçevre kuşatır.
20 – Şimşek nerdeyse gözlerini köreltecek. Önlerini aydınlattı mı ışığında yürürler, karanlık çökünce de dikilir kalırlar. Allah dileseydi kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. Allah gerçekten her şeye kadirdir.
22 – O rabbinize ki yeryüzünü size bir döşek, göğü de bir kubbe yaptı.
Gökten yağmur indirip, onunla size rızık olarak çeşitli mahsuller çıkardı.
Öyleyse siz gerçeği bilip dururken sakın Allah’a eş koşmayın.
Atmosfer tabakası, portakalın kabuğunun portakalı sarması gibi dünyayı çevrelemektedir.
Bu âyette İ’caz delillerinden bir cüz vardır. Yer küresini çevreleyen ilk kısımda çeşitli hava tabakaları bulunur. Bu tabakalar, evrenin muhtelif yerlerinden gelen zararlı ışınlardan dünyayı korur. Sadece dünyadaki hayat için faydalı olanları geçirirler. Binaenaleyh bunlar tavan veya gölgelik durumundadırlar. İşte bulut ve yağmur da göğün bu tabakasında meydana gelir”
23 – Eğer kulumuza indirdiğimiz Kur’ânın Allah’ın sözü olduğu hakkında şüpheniz varsa, haydi onun sûrelerinden birine benzer bir sûre meydana getirin ve Allah’tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın, iddianızda haklı iseniz.
Hz. Peygamber (a.s.)ın nübüvvetinin başta gelen delili, Allah tarafından kendisine verilen Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’ânın Allah’ın sözü olması, i’caz vasfına haiz olmasıyla tezahür etmiştir. İ’cazı da itiraz eden kâfirlere tehaddi etmesi, yani benzerini yapmaları konusunda onlara meydan okuması ile ortaya çıkmıştır. Bu âyet, tehaddi safhalarının sonuncusudur. Şöyle ki: 1. Kur’ân ilk meydan okuduğunda, Kur’âna benzer bir söz istedi (Tur, 33-34). 2. Uydurma hikâyelerden de olsa on sûrenin benzerini (Hud, 13-14). 3. Hiç değilse bir sûrenin mislini getirmelerini istedi. (Yunus, 38). 4. Tam misli olmasa da kısmen olsun, Kur’âna benzer bir söz söylemeye dâvet etti. Ne nüzul asrında, ne de ondan sonra bir cevap çıkmadığından i’cazı sabit oldu.
26 – Allah gerçeği açıklamak için bir sivrisineği, hatta onun ötesinde olan bir şeyi misal getirmekten çekinmez. İman edenler onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu bilirler. Kâfirler ise “Allah böyle misal vermekle ne kasdediyor” derler. Allah bu misal ile birçoklarını şaşırtır, yine onunla birçoklarını yola getirir; ancak bununla fâsıklardan başkasını şaşırtmaz.
Fısk kelimesinin sözlük anlamı “çıkmak, huruc etmek” dir. Nitekim delikten çıkan farelere “fâsıklar” denir. Dini terim olarak fâsık “büyük günah işlemek suretiyle Allah’a itaat çizgisinden çıkan” mânasınadır ki küçük günahlarda ısrar etmek de bu bölüme girer. Şer’î bakımdan fıskın üç derecesi vardır. Birincisi: Günahı çirkin saymakla beraber, ara sıra günah işlemek. İkincisi: Üzerine düşerek devamlı günah işlemek. Üçüncüsü: Çirkinliğini inkâr ederek yapmaktır. Bu üçüncü tabaka küfür derecesidir. Fâsık bu duruma gelmedikçe Ehl-i sünnet mezhebinde kendisinden mü’min adı alınmaz. Şu halde fâsık vasfı içinde kâfirler bulunacağı gibi, imanını kaybetmemiş olanlar da bulunabilir. Mu’tezile mezhebindekiler bu kısmı ne mümin, ne kâfir saymayıp, ikisi ortası saymışlar. Hâriciler ise, üçünü de kâfir saymışlardır.
27 – Bu fâsıklar o kimselerdir ki Allah’a kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerler. Allah’ın riayet edilmesini emrettiği ilişkileri keserler ve yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar. İşte bunlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.
28 – Ey kâfirler! Allah’ı nasıl inkâr edebilirsiniz ki siz ölü iken size hayatı veren O’dur. Şunu bilin ki tayin ettiği vâde gelince sizi öldürecek, yine diriltecek ve sonunda O’nun huzuruna götürüleceksiniz.
55 – Bir zaman da: “Ey Mûsâ! Biz Allah’ı açıkça görmedikçe sana inanmayız” dediniz. Bunun üzerine derhal sizi yıldırım çarptı, siz de bakakaldınız.
60 – Bir zaman da Mûsâ kavmi için su arayıp Allah’a yalvarmıştı.
Biz de: “Asanı taşa vur!” demiştik.
Bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmış, her bölük kendine mahsus pınarı bilmişti.
“Allah’ın rızkından yeyin için, fakat sakın yeryüzünde fesat çıkararak taşkınlık yapmayın” demiştik.
61 – Bir vakit şöyle dediniz: “Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe imkânı yok katlanamayacağız.
O halde bizim için Rabbine yalvar da yerin bitirdiği sebzesinden, kabağından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından çıkarsın.”
Mûsâ da: “Ne o! dedi. Siz, daha üstün olanı vererek daha düşük olanı mı almak istiyorsunuz?
Pekâla, şehre inin, işte istediklerinizi orada bulursunuz.
Üzerlerine horluk ve yoksulluk damgası basıldı ve neticede Allah’tan bir gazaba uğradılar. Evet öyle! Çünkü Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı.
Öyle oldu; çünkü onlar isyan ediyor ve sınırı aşıyorlardı.
Mısr: hem özel isim olarak bu isimle bilinen bir ülke, hem de cins ismi olarak “şehir” anlamına gelebilir. Fakat İsrailoğulları, Mısır’dan çıkışlarından sonra, oraya tekrar dönmediklerinden, tefsircilerimiz bunun cins isim olarak, Kudüs diyarındaki kasabalardan herhangi birinin olabileceğini söylemişlerdir. M. Hamidullah âyetin tefsirinde şöyle der: “Yahudiler, Kudüs diyarını çevreleyen şehirlere hücum etmekten korkuyorlardı. Hz Mûsâ, onlara: “Canınız o sebzeleri istiyorsa onlar o şehirde. Sıkı ise gidin oradan temin edin!” demek istemişti.
62 – İman edenler, yahudiler, hıristiyanlar, Sabiîler… Her kim Allah’a ve âhiret gününe (gerçekten) iman eder ve amel-i salih işlerse, elbette onların Rab’leri yanında mükafatları vardır. Onlar için herhangi bir korku olmadığı gibi kendilerini üzecek bir şeyle de karşılaşmazlar.
Âyetin ilk kelimesindeki “İman edenler” den maksat, birçok müfessire göre, dış görünüşte iman ettiklerini söyleyen münafıklardır. Zira daha sonraki kısımda gerçek iman edenlerin bulunması, bu tefsire bir karine teşkil etmektedir. Âyetteki “her kim Allah’a ve âhiret gününe iman eder ve amel-i sâlih işlerse” cümlesiyle beyan buyurulan gerçek iman edenlerin, Hz. Muhammed (a.s.) ın peygamber olarak gönderilmesinden sonrakiler diye tefsir edilmesi lâzım geldiğinde hiç şüphe yoktur. Hz. Muhammed’in nübüvvetinden önce Allah’a ve âhirete iman eden ve iyi amel işleyenler bile, Tevrat ve İncîl hükmünce geleceğin büyük Peygamberine iman ile yükümlü idiler. Böyle iken Hz. Muhammed’in peygamberliğinden sonra onu inkâr edenler arasında gerçek iman ehli bulunduğu varsayımına imkân kalır mı?
Âyette zahirî îman sahipleri, Yahudi, Sabiî ve hıristiyanlarla bir tutulmuş ve hepsinin kurtuluşu, Kur’ân’da bildirilen rükünleriyle kâmil iman ve salih amel şartına bağlı kılınmıştır. Böylece İslâm dininin dâvet ve hidâyetinde, bütün insanlara açık evrensel bir din olduğu âşikâr olmaktadır. Demek doğumla ilgili olan, ırk gibi bir din anlayışı değil, tahkiki bir iman esastır.
Yahûd: Arapçada bu kelime “tevbe etmek” veya “yahudi olmak” anlamına gelir. Yahut cins ismi olup kavmin veya boyun adıdır. Tekili ise Yahûdi olup o kavme mensup olan kişiye denilir.
Nasârâ: Tekili nasrânî olup, hıristiyanlar mânasına gelir. Hz. Îsâ (a.s.)’ın yaşadığı Nâsıra şehrine mensubiyeti belirtir.
Sabiîn: Dilde “Sabie” “bir dinden çıkıp başka dine girmek” demektir. Bazı Tefsirler İslâm, Yahudi ve Hıristiyanların dışında kalan diğer dinlerin mensupları diye açıklarlar. Ayrıca meleklere veya yıldızlara tapan insanlar olduğu söylenmiştir. Âlemin tek Yaratıcısına inanmakla birlikte, dünyanın ve insanların yönetiminin gök cisimlerine bırakıldığını ileri sürerler. Hz. İbrâhim (a.s.) bunları irşad için gönderilmişti. Günümüzde yıldız falına inanma ve yıldızların gücüne sığınma bunlardan kalmadır.
64 – Bundan sonra yine yüz çevirdiniz. Eğer üzerinizde Allah’ın lütuf ve merhameti olmasaydı elbette hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.
67 – Bir vakit de Mûsâ kavmine: “Allah, bir sığır kesmenizi emrediyor” demiş, onlar da: “Ay! Sen bizimle alay mı ediyorsun” diye cevap vermişlerdi. Mûsâ da “Öyle cahillere katılmaktan Allah’a sığınırım” demişti.
Sûrenin adı, bu âyette başlayan bakara kıssasından alınmıştır. Bakara, “bakar”ın müennesi veya müfredidir. Bakar, manda cinsine de şamil olmak üzere sığır cinsinin genel ismidir. Buna göre bakara: erkek veya dişi sığır, yani bir inek veya bir öküz, bir deve veya bir tosun veyahut bir manda olabilir.
70 – Onlar yine dediler ki: Bizim adımıza Rabbine yalvar da onun nasıl olacağını bize iyice bildirsin.
Zira istenen sığır, bize diğerlerine benzer geldiğinden tereddütte kaldık. Ama inşaallah asıl istenen sığırı buluruz.
72 – Hani siz bir adam öldürmüştünüz de peşinden katilin kim olduğu hakkında birbirinizle kavgaya tutuşup suçu üzerinizden atmıştınız.
Hâlbuki Allah sizin gizlediğinizi meydana çıkaracaktı.
73 – Bunun üzerine dedik ki: “Kestiğiniz sığırın bir parçasıyla o maktûlün cesedine vurun” (Vurulunca da o diriliverdi.)
İşte Allah bunu nasıl dirilttiyse ölüleri de öyle diriltir.
Aklınızı iyice kullanasınız diye âyetlerini size gösterir.
Allah Teâlâ inek kesme emri ile onların içlerine yerleşmiş sığıra tapma geleneğini kesmek istiyordu. Taptıkları nesnenin âcizliğini gösteriyordu. Ayrıca onun parçalarından biri ile ölüye vurulmasını emredip bir ölüyü dirilterek mûcize göstermek istiyordu. Bunun topluca görülmesi için, böyle bir merasim düzenlendiği anlaşılıyor. Buna benzer bir kıssa Tevrat’da yer alır. (Tesniye, 21,1-9)
74 – Sonra bunun arkasından kalpleriniz katılaştı, artık onlar taş gibi, hatta ondan da katı!
Çünkü öyle taş var ki içinden ırmaklar fışkırır.
Öylesi var ki çatlar da bağrından su kaynar.
Ve öylesi var ki Allah’a olan tazimi sebebiyle yukarıdan düşüp parçalanır.
Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
75 – Nasıl olur onların size güvenmelerini beklersiniz ki onlardan bir zümre vardı ki Allah’ın kelamını işitip akılları aldıktan sonra, bile bile onu tahrif eder, değiştirirlerdi.
76 – Onlar iman edenlerle karşılaştıklarında “Biz de iman ettik” derler.
Kendi aralarında kaldıklarında ise: “Ne yapıyorsunuz? derler, Rabbinizin huzurunda aleyhinize hüccet edinsinler diye mi tutup Allah’ın size açtığı gerçeği onlara söylüyorsunuz?
Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”
77 – Bilmiyorlar mı ki Allah onların gizlediklerini de bilir, açıkladıklarını da?
79 – Elleriyle kitap yazıp, biraz para almak için: “Bu Allah tarafındandır” diyenlerin vay haline!
Vay o ellerinin yazdıklarından ötürü onlara!
Vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!
80 – Bir de derler ki: “Cehennem ateşi, sayılı birkaç gün dışında bize asla dokunmayacak”
De ki: “Buna dair Allah’tan garanti mi aldınız? Aldıysanız ne âla, Allah vâdinden asla caymaz.”
Yoksa kesin bilmediğiniz şeyi mi Allah adına söylüyorsunuz?
83 – Bir vakit İsrailoğullarından söz alıp: “Allah’dan başkasına ibadet etmeyin.
Anneye babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara güzel muamele edin,
İnsanlara tatlı söz söyleyin, namazı hakkıyla eda edin, zekâtı verin” demiştik.
Sonra pek azınız hariç sözünüzden döndünüz. Hâla da yüz çevirmektesiniz.
85 – Ama işte siz birbirinizi öldürüyor, bir kısmınızı yurdunuzdan çıkarıyor, onlara karşı günahta ve zulümde birbirinizi destekliyorsunuz.
Bununla beraber, onlar esir olarak gelirlerse fidyelerini verip onları kurtarıyorsunuz.
Halbuki aslında onların çıkarılması size haram kılınmıştı.
Ne o, Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını red mi ediyorsunuz?
İçinizden böyle yapanların elde edeceği netice, dünya hayatında rüsvaylıktan başka bir şey değildir.
Kıyamet günü ise en şiddetli azaba itilirler.
Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
Hicretten önce Medine’deki Yahudi kabilelerinden Benî Kurayza Evs, Benî Nadîr ise Hazrec ile anlaşma yapmışlardı. Bunlar, birbiri ile savaşınca Yahudi müttefikleri de savaşa katılıyor, Böylece Yahudiler de birbiri ile savaşıyorlardı. Fakat esir düşenler arasında Yahudi varsa fidye alarak serbest bırakıyorlardı. Fidye almaları ayıplanınca “Cevaz var” demeleri üzerine, onlar “savaşma” yasağını ne yapacaksınız?” diye sıkıştırılıp çelişkileri sergileniyor.
88 – “Kalplerimiz perdelidir” dediler. Öyle değil! Kâfirlikleri sebebiyle Allah onlara lânet etti.
Onun için pek az iman ederler.
Âyette geçen gulf, ağlef’in çoğuludur. Gulfe veya gılaf’dan “kabuklu” yani “sünnetsiz” ya da “kılıflı” demektir ki burada kelime “kaşarlanmış” mealindedir. O Yahudiler böyle diyerek Hz. Muhammed (a.s.) ın dâvetine karşı kalblerinin kapalı olduğunu ve bunları dinlemeye, anlamaya yanaşmak niyetinde olmadıklarını, alay ve küçümseme ile söylemek ve akıllarınca iftihar etmek istediler.
“Sünnetsiz kalb” tabirinin “nankör, inkârcı kalb, Allah’a verdiği ahdi bozan kalb” mânasına Tevrat’da da kullanıldığını görmekteyiz. Bazı Beni İsrail peygamberleri Yahudileri “sünnetsiz kalb” taşıdıklarından ötürü acı bir şekilde kınamışlardır. (Tesniye 30,6; Yeremya 9,26).
89 – Onlara, Allah tarafından, ellerindeki Tevrat’ı tasdik eden bir kitap gönderildiği zaman.
Daha önce kâfirlere karşı zafer kazanmak için “ahir zaman Peygamberi hakkı için” diye dua ettikleri halde.
Evet, o tanıyıp bekledikleri Peygamber kendilerine gelince, onu inkâr ettiler.
O sebeple, Allah’ın lâneti de kâfirlerin boynuna olsun.
Yahudilerin kendi kitaplarındaki bilgilere dayanarak, yakında gelecek bir Peygamber bekledikleri Medine’de meşhur idi. Şu söz devamlı ağızlarında idi: “Şu putperestler biraz daha hükmetsinler bakalım. Peygamber geldiğinde onların hesabını göreceğiz.” Fakat o gelince, sırf ırkçılık sebebiyle ona düşman oldular.
90 – Ne kötü o, karşılığında kendilerini sattıkları şey ki,
Allah’ın kullarından dilediği birine kendi lütfundan vahiy indirmesini kıskanarak,
Allah ne indirdiyse hepsini inkâr ettiler de gazap üstüne gazaba uğradılar!
Kâfirler için zelil ve perişan eden bir azap da vardır.
91 – Onlara: “Allah’ın indirdiği bu Kur’ân’a da iman edin” denildiği vakit:
“Biz sadece bize indirilene inanırız” derler.
Kur’ân, ellerindeki Tevratı tasdik eden hak kitap olmasına rağmen,
Kendi kitaplarından başkasını inkâr ederler. Onlara de ki: “Size gönderilen Tevrat’a inanma iddianızda samimi iseniz,
Peki, ne diye daha önce, Allahın nebîlerini öldürüyordunuz?
94 – De ki: Eğer Allah katında âhiret yurdu (cennet) bütün insanlar içinde yalnız size ait ise ve bu iddianızda samimi iseniz haydi ölümü istesenize!
95 – Fakat elleriyle yaptıkları işler ortada iken, ölümü asla istemezler.
Allah o zalimleri pek iyi bilir.
96 – İnsanlar içinde dünya hayatına en hırslı olanların onlar olduğunu görürsün.
Hatta bu hırsta müşriklerden bile daha ileridirler.
Onlardan her biri bin yıl yaşamak ister. Fakat uzun ömür onu cezadan uzaklaştıracak değildir.
Allah, onların bütün yaptıklarını görür.
“Âhiret sırf bizimdir” demek, öldükten sonra herkes ya mahvolup yok olacak, sadece biz kalacağız; ya da herkes cehenneme gidecek, yalnızca biz cennete gideceğiz ve orada biz mutlu olacağız” demek olur. Ölümden sonra böyle ebedi bir mutluluğun yalnız kendilerine ait olduğuna cidden inanmış olanların, zahmetler, elemler ve kederlerle dolu olan şu üç – beş günlük dünya hayatına sımsıkı sarılmalarının hiçbir anlamı yoktur. Bu düşüncede olanların bir an önce ölümü temenni etmeleri gerekirken, onlar asla istemezler. Zira âhiret için hazırladıkları şeyler zulümler, cürümler, cinayetlerdir. Yani bunlar zaten sabıkalı kimselerdir. O kirli ellerin neler yaptığını, âhirete ne yüzle varacaklarını vicdanları duyar da dünya cennetinden vazgeçmezler, ölümü isteyemezler. Allah o zalimleri bilmez mi sanıyorlar ki, âhiret yurdu bizimdir, diyorlar. Oysa Allah bütün zalimleri bilir.
Bu ruh hali, kaçınılmaz olarak iki sebebin birinden ayrı değildir. Ya bunlar: “Âhiret sırf bizimdir” derken, bunun yalan olduğunu bilerek söylüyorlar. Böylece âhirete asla inanmıyorlar demektir. Ya da bunların maksadı gerçek âhiret olmayıp bekledikleri dünyevî bir gelecektir. Gerçekten yahudiler son devirlerde âhiret kavramını tahrif ve tevil ederek şu ideale sahip olmuşlardır: Kendilerine vaad edildiğini ileri sürdükleri kutsal topraklarda devlet kurduktan sonra, bütün dünyayı istila edecekler, dünyanın tek devleti olacaklardır.
97 – De ki: “Kim Cebrâil’e düşman ise iyi bilsin ki, bu Kur’ân’ı daha önceki kitapları tasdik etmek, inananlar için bir rehber ve müjde olmak üzere, Allah’ın izniyle senin kalbine o indirmiştir.
98 – Kim Allah’a, meleklerine, resullerine, Cebrâile, Mikâil’e düşman ise, iyi bilsin ki Allah da kâfirlerin düşmanıdır.
Peygamber Efendimiz (a.s.) Medineye hicret buyurduklarında Fedek yahudilerinin bilginlerinden Abdullah ibn Sûriya, münazara için bir grupla geldi. Sorduğu dört müşkil soruya doğru cevaplar aldıktan sonra; vahiy getiren meleği sorup “Cebrâil” cevabını alınca “O bizim düşmanımızdır, o savaş ve şiddet getirir, bizim elçi meleğimiz Mikâil’dir ki o müjde, bereket, ucuzluk getirir. Eğer sana o gelseydi iman ederdik.” Bu uzun kıssa üzerine bu âyet nazil olmuştur. Hz. Ömer’le ilgili başka bir nüzul sebebi daha rivayet edilir.
101 – Onlara, Allah katından, kendilerine verilen Tevrat’ı tasdik eden bir Peygamber gelince, O Ehl-i kitapdan bir kısmı, güya gerçeği hiç bilmiyorlarmış gibi, Allah’ın kitabını arkalarına atarak ondan yüz çevirdiler de
102 – tuttular Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurdukları sözlere tâbi oldular.
Hâlbuki Süleyman küfre gitmemişti. Fakat asıl o şeytanlar küfre gittiler.
Halka sihiri ve Babilde Hârut ve Mârut adlı iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı.
Oysa o ikisi: “Biz sırf imtihan için gönderildik, sakın kâfir olma!” demedikçe hiç kimseye sihir öğretmezlerdi.
İşte bunlardan koca ile karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı.
Fakat Allah’ın izni olmadıkça onlar bununla hiç kimseye zarar veremezlerdi.
Onlar kendilerine zarar getirip fayda vermeyen şeyler öğreniyorlardı.
Büyüye müşteri olan kimsenin âhiretten nasibi olmadığını pek iyi biliyorlardı.
Karşılığında kendi varlıklarını sattıkları şey ne kötü! Keşke bunu anlasalardı!
Yahudiler dünya ülkelerine dağılıp parçalanınca (özellikle Babil esareti sırasında) büyü kabilinden şeyleri öğrendiler. Bu sihiri de Hz. Süleyman (a.s.)a bağladılar. Allah’ın kitabından uzaklaştılar. Kur’ân Hz. Süleyman (a.s.)’ın, sadece büyüden değil, Tevrattaki diğer bazı isnatlardan da beri olduğunu bildirir. Büyüden başlıca maksatları, karı kocayı ayırmaktı. Bu da onların ahlâkça ne derece düştüklerini gösterir.
103 – Şayet onlar iman edip sihir gibi haramlardan sakınmış olsalardı, Allah katından kendilerine verilecek mükâfatlar elbette haklarında daha hayırlı olurdu.
Keşke bunu bilselerdi!
105 – Gerek Ehl-i kitaptan gerek müşriklerden olsun, kâfirler,
Rabbinizden size herhangi bir hayır indirilmesini arzu etmezler.
Fakat Allah rahmetini dilediğine seçip ihsan eder.
Allah büyük lütuf sahibidir.
106 – Biz, daha hayırlısını veya benzerini getirmedikçe, herhangi bir âyetin hükmünü neshetmez veya ertelemeyiz.
Allah’ın herşeye kadir olduğunu bilmez misin?
Hem nesheden, hem de neshedilen âyetler, Kur’ân metni olma bakımından eşit değerdedirler. Daha hayırlı olma, o hükmü uygulayanların elde edecekleri sevap yönündendir.
Nesh: Dilde nakil veya izale anlamındadır. Istılahta: “Şariin, şer’î bir hükmü, daha sonraki şer’î bir delille kaldırması” dır. Allah Teâla insanlığı Cahiliye anarşisinden İslâma çıkarırken köprü konumundaki sahâbe neslini eğitmede neshi bir metod olarak kullanmıştır. Geçiş döneminin, muayyen bir vakit için yapılmış bazı istisnalar ihtiva etmesi kaçınılmazdır. Esasen nesh, bir yönü ile, vahyin bölüm bölüm indirilmesinin bir tezahürüdür. Biz insanlara göre değiştirme görünen durum, Allah Teâla bakımından nihaî hükmü beyan etmedir. Ancak bize, ilk hükmün sona ereceği vakit bildirilmediğinden, sınırlı ilmimiz, bu işi yürürlükten kaldırma sanmaktadır. Allah, mahlûkatı yaratmadan önce nâsihi de mensûhu da bilir. Fakat yüce hikmetiyle, mensûh olan ilk hükmün, muayyen bir vakitte sona erecek bir hikmet ve maslahat (işlev) ile sınırlı olduğunu da bilmektedir. Neshe bir misal verelim: Miras paylarındaki nihaî hüküm (4,11-12) gelmeden önce, anne ve baba gibi yakınlara vasiyetle mal bırakma farz kılınmıştı (2,180). Neshin çok az örneği vardır. İtikadî bir konu değil, ilmî bir değerlendirmedir.
107 – Bilmez misin ki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır.
Sizin O’ndan başka ne bir hâminiz, ne de bir yardımcınız yoktur.
109 – Sırf nefislerinden ileri gelen bir kıskançlık sebebiyle, Ehl-i kitaptan birçok kimse, gerçek kendilerine ayan beyan belli olduktan sonra, sizi imanınızdan uzaklaştırıp kâfir haline çevirmek isterler.
Allah bu husustaki emrini bildirinceye kadar affedin ve hoşgörün.
Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.
110 – Namazı hakkıyla eda edin, zekâtı verin.
Dünyada hayır olarak ne yapıp gönderirseniz, mutlaka onun mükâfatını âhirette Allah katında bulursunuz.
Zira Allah işlediğiniz her şeyi görmektedir.
112 – Hayır, iş öyle değil! Kim halis olarak kendisini Allah’a teslim edip güzel davranışlarda bulunursa Rabbinin nezdinde onun mükâfatı olacaktır. Onlar ne korkuya mâruz kalacak ve ne de üzüntü duyacaklardır.
Cibril hadisi diye meşhur olan ve Cebrâil (a.s.) ın İslâmı mükemmel bir özetlemesini ihtiva eden hadîs-i şerîfe göre İhsan: “Senin Allah’ı görüyormuşcasına O’na ibadet etmendir. Çünkü sen O’nu göremiyorsan da O seni görüyor” Burada bu anlamda veya geniş mânası ile ihsan (iyilik yapmak, iyi davranışlarda bulunmak) kasdedilebilir.
113 – Yahudiler: “Hıristiyanlar hakikî bir din üzere değil.”
Hıristiyanlar ise: “Yahudiler hakikî bir din üzere değil” dediler.
Halbuki her iki topluluk da Kitabı (Tevrat ve İncîl’i) okumaktalar.
Dini bilmeyenler de onlarınkine benzer sözler söylediler.
Allah, kıyamet günü anlaşamadıkları hususlarda hükmünü verecektir.
Bilmeyenlerden maksat: Arap müşrikleri, putperestler, dinsizler olup bunlar da, Yahudiliğe, Hıristiyanlığa, Semâvî dinlere karşı “hiçbir hakikate istinad etmez, aslı yoktur” dediler.
114 – Allah’ın mescidlerinde Allah’ın adının anılmasını engelleyip oraların ıssız ve harap hale gelmesine çalışanlardan daha zalim kim olabilir?
Bunlar oralara ancak korka korka girebilirler.
Onlar için dünyada zillet, âhirette ise müthiş bir azap vardır.
115 – Doğu da Batı da Allah’ındır.
Hangi tarafa dönerseniz, orada Allah’a itaat ve ibadet ciheti vardır.
Muhakkak ki Allah’ın lütfu ve rahmeti geniştir, ilmi her şeyi kuşatır.
116 – Bir de: “Allah evlat edindi” dediler.
Hâşâ! O böyle şeylerden münezzehtir.
Bilakis göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nun mahlûkudur.
Hepsi O’nun emrine boyun eğmektedir.
118 – Gerçeği bilmeyenler dediler ki: “Allah bizimle konuşmalı veya bize mûcize gösterilmeli değil miydi?”
Onlardan öncekiler de buna benzer sözler söylemişlerdi.
Kalbleri nasıl da birbirine benziyor!
Gerçekleri iyice bilmek isteyenler için delilleri apaçık gösterdik.
120 – Ne yahudiler ne de hıristiyanlar, sen onların dinlerine tâbi olmadıkça asla senden razı olmazlar.
Sen de ki: “Allah’ın hidâyet yolu olan İslâm, doğru yolun ta kendisidir.
Sana gelen bunca ilimden sonra onların heva ve heveslerine uyacak olursan,
Allah’a karşı hiçbir koruyucu ve yardımcı bulamazsın.
126 – Ve o vakit İbrâhim: “Ya Rabbî, burayı güvenli bir şehir yap.
Buranın halkından “Allah’a ve âhiret gününe iman edenleri çeşit çeşit mahsullerle rızıklandır.” dedi.
Bunun üzerine buyurdu ki: “Onlardan inkâr edeni dahi rızıklandırıp az bir zaman hayattan nasip aldırır, sonra da onları cehennem azabına sürerim.
Orası varılacak yer olarak ne fena bir yerdir!”
132 – Bu dini İbrâhim kendi evlatlarına vasiyet ettiği gibi Yâkub da böyle yaptı ve: “Evlatlarım! dedi, Allah sizin için bu dini seçti.
Sakın müslümanlıktan başka bir din üzere ölmeyin.”
İsrailoğulları Hz. Yâkub (a.s.)’ın neslinden geldiklerinden, özellikle onun adı zikrediliyor. Tevrat’ta Hz. Yâkub’un vefatı anlatılırken onun bu son isteği yer almaz. Fakat Talmud ayrıntılı bir şekilde anlatır. (Mevdudî, Tefhim)
136 – Deyiniz ki: “Biz Allah’a, bize indirilen Kur’ân’a,
Keza İbrâhim’e, İsmâil’e, İshak’a, Yâkub’a ve onun torunlarına indirilene
Ve yine Mûsâya, Îsâ’ya,
Hülasa bütün peygamberlere Rab’leri tarafından verilen kitaplara iman ettik.
Onlar arasında asla bir ayrım yapmayız.
Biz yalnız O’na teslim olan müslümanlarız.”
137 – Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse doğru yolu bulmuş olurlar.
Yok yüzçevirirlerse, mutlaka size karşı bir ayrılık ve düşmanlık içindedirler.
Bu takdirde ise onların hakkından gelmek için Allah sana yeter. O hakkıyla işitir ve bilir.
138 – Siz Allah’ın verdiği rengi alınız.
Allah’ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir?
“Biz ancak O’na ibadet ederiz” deyiniz.
139 – Allah hem bizim Rabbimiz, hem de sizin Rabbiniz olduğu halde,
Siz bizimle Allah hakkında mı münakaşa ediyorsunuz?
Bizim yaptıklarımızın karşılığı bize, sizin yaptıklarınızınki ise size ait.
Biz tam bir samimiyetle yalnız O’na bağlıyız.
140 – Yoksa Siz İbrâhim, İsmâil, İshak ve Yâkub’un ve onun evlatlarının yahudi veya hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?
De ki: Siz mi daha iyi bileceksiniz yoksa Allah mı?
Allah’ın, Kitabı vasıtasıyla kendisine ulaştırdığı hakikati saklayandan daha zalim kim olabilir?
Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
Yahudilik özel âyinleri ve düzenlemeleri ile M.Ö. dördüncü asırda şekillenmiştir. Hıristiyanlık Hz. Îsâ’nın dünyadan ayrılıp göğe yükseltilmesinden çok sonra şekillenmiştir. Dolayısıyla bu tarihlerden önce yaşamış olan peygamberlerin, tarihî olarak bu dinlere mensup olmaları mümkün değildir. Hal böyle olunca Kur’ân, Allah nezdinde makbul olmak için, Allah’ın bütün peygamberleri tarafından bildirilen ve bütün çağlarda yaşayan iyi insanların uyduğu evrensel yolu kabul etmelerinin gerekli olduğunu vurguluyor.
142 – Akılsız insanlar: “Bu müslümanları daha önce yöneldikleri kıbleden çeviren sebep nedir?” diyecekler.
De ki: “Doğu da Batı da Allah’ındır. O dilediği kimseyi doğru yola yöneltir.
Hicretten on yedi ay kadar sonra kıble, Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’dan Mekke’deki Kâbe’ye çevirildi. Vahiy, Hz. Peygamber öğle namazında iken geldi. İlk iki rekatı Kudüs’e, son iki rekatı da namaz esnasında dönerek Mekke’ye doğru kıldırdı. Kıbleteyn (iki kıbleli) Mescidi, günümüzde Medine’de mevcuttur. Âyetin son kısmı, kıble yönünün, Allah’ın sadece o tarafta olduğu mânasına gelmediğini kesin bir tarzda belirtmektedir.
143 – Ve işte böylece Biz sizi örnek bir ümmet kıldık ki insanlar nezdinde Hakk’ın şahitleri olasınız ve Peygamber de sizin hakkınızda şahit olsun.
Senin arzulayıp da şu anda yöneldiğin Kâbeyi kıble yapmamızın sebebi, sırf Peygamberin izinden gidenlerle ondan ayrılıp gerisin geriye dönecekleri meydana çıkarmaktır.
Gerçi bu oldukça ağır bir iştir. Ancak Allah’ın doğru yola erdirdiği kimseler için mesele teşkil etmez.
Allah imanınızı zayi edecek değildir.
Çünkü Allah insanlara karşı pek şefkatlidir, çok merhametlidir.
Müslümanlar, Allah’ın hidâyetine tâbi olarak örnek ümmet haline geldiler. Kıblenin değiştirilmesi, önderliğin İsrailoğullarından alınıp İslâm’a verilmesini simgeliyordu. Allah Teâla âhirette peygamberlerin hakkı tebliğ ettiklerini belgelemelerini isteyeceği gibi, ümmetten de peygamberlerinden aldıklarını değiştirmeden tebliğ edip etmediklerinin hesabını soracaktır.
Bir hadiste Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Siz Allah’ın yeryüzündeki şahitlerisiniz, neye şahitlik ederseniz gerekli olur.” Müminler, Allah’ı görüyorcasına yaşamak, hal ve davranışları ile insanlara Allah’ı tanıtma görevindedirler. Öyle ki, onları gören, Allah’ı hatırlamalıdır.
“Ümmetim dalalet üzerinde ittifak etmez” hadisi icmâ delilinin esas kaynağıdır.
144 – Elbette ilahi buyruğu bekleyerek yüzünün semada aranıp durduğunu görüyoruz.
Artık müsterih ol, işte memnun olacağın kıbleye seni yöneltiyoruz.
Haydi çevir yüzünü Mescid-i Harâm’a doğru!
Siz de ey müminler, nerede olursanız olunuz çevirin yüzünüzü oraya doğru!
Kendilerine kitap verilmiş olanlar, kıbleyi çevirmenin gerçekten Rab’leri tarafından olduğunu bilirler.
Allah onların yaptıklarından habersiz değildir.
148 – Herkesin yöneldiği bir cihet vardır,
Haydin öyleyse hep hayırlara koşun, yarışın.
Nerede olursanız olunuz, Allah hepinizi bir araya getirir.
Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir.
Bu âyet-i kerîme Kur’ân’ın müslümanların şahsîyetlerini nasıl geliştirdiğini, esasta birleşme ve fazilette yarışma kaydı ile, her bir ferdin değişik bir görüş ortaya koyabileceğini, bunun müminlerin birliğini ve uyumunu bozma yerine daha da güçlendirmesi gerektiğini ifade etmektedir. Vallahu A’lem.
149 – Her nereden yola çıkarsan çık,
Sen yüzünü Mescid-i Haram tarafına döndür.
Şüphesiz ki böyle yapmak, Rabbin tarafından gelen gerçektir.
Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
153 – Ey iman edenler! Sabır göstererek ve namazı vesile kılarak Allah’tan yardım dileyin.
Muhakkak ki Allah sabredenlerle bareberdir.
“Namaz müminin miracıdır.” Rûhun huzuru, bedenin temizliği ve intizama girmesi, ruhî ve bedenî her vazifenin, dünya ve âhiretle ilgili her türlü mükemmelliği, gerek ferdî gerek toplumsal özellikleri ihtiva eden namaz ile sağlanır. Hz. Peygamberin tavsifi ile “Dinin direği” olan namaz, imanı besler, kulu Rabbine bağlar. Sonsuz elemleri ve emelleri olan âciz insanı, her şeye kadir olan Rabbinin dergâhına ulaştırır.
154 – Allah yolunda öldürülenler hakkında “ölü” demeyin.
Bilakis, onlar diridirler, fakat siz bunun farkında değilsiniz.
156 – Sabırlılar o kimselerdir ki başlarına musîbet geldiğinde,
“Biz Allah’a âidiz ve vakti geldiğinde elbette O’na döneceğiz” derler.
Böyle demeye, bu âyetten alınan bir kelime ile istirca’ denir. Bu âyet, İslâm ümmetine Allah’ın büyük lütuflarındandır. Özellikle musîbet ve sıkıntı hallerinde “Biz Allah’a âidiz” diyerek mümin malını, canını, her şeyini Allah’a teslim etmekte, bütün kâinatın O’nun yaratıkları olduklarını, O’nun kendi mülkünde dilediği işi yapmasının yerinde olduğunu hatırlar. Kendisini o muazzam kuvvet kaynağına bağlayarak, kazandığı güçle musibetlerin üstesinden gelir.
158 – Safa ile Merve Allah’ın belirlediği nişanelerdendir.
Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret ederse oraları tavaf etmesinde bir beis yoktur.
Her kim de, farz olmadığı halde gönlünden koparak bir hayır işlerse, mükâfatını görür.
Zira Allah şükrün karşılığını verir. O, az amele çok mükâfat veren ve her şeyi bilendir.
Müşrikler de Safa ile Merve arasında sa’y ederlerdi. Müşriklerin bunu yapmaları, bu iki tepeyi Allah’ın şeâiri olmaktan çıkarmaz.
159 – İnsanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra, indirmiş olduğumuz aşikâr delilleri ve hidâyeti gizleyenler var ya!
İşte onlara Allah lânet ettiği gibi,
Lânet edebilecek herkes de lânet eder.
161 – İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya!
İşte Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lâneti hep onların üstünedir.
164 – Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün sürelerinin değişmesinde, insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin süzülüşünde, Allah’ın gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda,
Ve yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgarların yönlerini değiştirip durmasında, gökle yer arasında emre hazır bulutların duruşunda,
Elbette aklını çalıştıran kimseler için Allah’ın varlığına ve birliğine nice deliller vardır.
Müşrikler Hz. Mûsa ve Hz. Îsâ (a.s.)’a verilen mûcizeleri öğrenip o kabilden olarak Safa tepesinin altın olmasını mûcize olarak istediler. Allah Teâla: “İstersen yaparım, fakat iman etmezlerse, hiç görülmedik şekilde azap gönderirim” deyince Efendimiz: “O halde benimle halkımı başbaşa bırak, onları yavaş yavaş dine dâvet edeyim” demesi üzerine bu âyet indirildi. Demek ki bu âyette bildirilen gerçekler Safa tepesinin altın olması gibi harikalardan daha önemlidir. Bu, Kur’ânın din konusunda insan fikrini ne güzel eğittiğini göstermeye kâfidir.
165 – Öyle insanlar vardır ki Allah’tan başkasını Allah’a denk tutar, tıpkı Allah’ı severcesine onları severler.
Müminlerin Allah’a olan sevgileri ise her şeyden daha ileri ve daha kuvvetlidir.
O, böyle yaparak kendilerine zulmedenler, azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi, bütün kuvvet ve kudretin yalnız Allah’a ait olup, Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu, keşke şimdiden bilselerdi!
Bu âyet, ulûhiyyetin en önemli hususiyetlerinden birinin muhabbet yani sevilmek olduğunu gösterir. Bundan dolayıdır ki Kur’ân ıstılahında insan, daha çok “kul” vasfıyla anılır. Kulluk, kendisine kul olunan varlığa karşı beslenen sevginin en ileri derecesini ifade eder. Bu âyet gösteriyor ki, Allah’tan başka her hangi bir şeyi veya kimseyi Allah’ı severcesine seven kimse, Allah’tan başka nid (yani O’na denk tutmuş), sayılmaktadır. Bu, sevgide ortak yapmaktır, yoksa yaratma ve Rab olma vasfında denk saymak değildir. el-Vedûd Allah’ın güzel isimlerinden olup “Yaratıklarını çok seven ve onlar tarafından çok sevilen” demektir.
167 – Bunun üzerine o tâbi olanlar şöyle dediler:
“Ah ne olurdu, elimize bir fırsat geçse de onların bizden uzak durdukları gibi,
Biz de onları bir reddetseydik!
İşte Allah Teâlâ onlara, bütün yaptıklarını, en şiddetli pişmanlıklar halinde gösterecektir.
Onların o ateşten çıkacakları da yoktur.
169 – O sizi hep çirkin işler ve hayâsızlık yapmaya
Bir de Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri iddia etmeye teşvik eder.
170 – Onlara: “Gelin Allah’ın indirdiği buyruklara tâbi olun!” denildiğinde:
“Hayır, biz babalarımızı ne durumda bulduysak ona uyarız” derler.
Babaları bir şeye akıl erdirememiş ve doğruyu bulamamış olsalar da mı onlara uyacaklar?
172 – Ey iman edenler! Size kısmet ettiğimiz rızıkların temiz ve helâlinden yeyiniz.
Eğer yalnız Allah’a ibadet ediyorsanız, O’na şükrediniz.
173 – O size leşi, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanın etini haram kıldı.
Kim mecbur kalırsa başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret miktarını geçmemek şartıyla bunlardan yemesinde günah yoktur. Allah gafurdur, rahim’dir: (Günahları çok çok affeder, merhameti ve ihsanı boldur).
174 – Allah’ın indirdiği kitaptan bir şey gizleyip onu birkaç paraya satanlar var ya!
İşte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmazlar. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz ve onları temize çıkarmaz.
Onlara son derece acı bir azap vardır.
176 – Böyle olacaktır: Çünkü Allah kitabı gerçek bir gaye ile hak olarak indirmiştir.
Ve kitap hakkında ihtilafa dalanlar haktan pek uzağa düşmüşlerdir.
Bi’l-hakki: Hakkıyla, hak ile, hak olarak demektir. Burada bâ’ edatı konusunda: mülâbese, musahebe veya sebebiyye olmak üzere birkaç ihtimal vardır. Mülabese olursa: hakka mülabis, yani “haklı olarak”, “hak olarak iniş” veya “kitabın tam hakkı verilerek” demek olur. Sebebiye olursa: “bu hak sebebiyle, hakkı açıklamak için veya hak hikmeti ile” demek olur ki, yerine göre bu mânalardan biri tercih olunur.
177 – Takvâ, yüzlerinizi doğuya ya da batıya doğru çevirme değildir.
Lâkin takvâ Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere iman eden,
Sevdiği malını Allah’ı hoşnud etmek için
Yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalan gariplere, isteyenlere ve boyunduruk altında bulunup hürriyetine kavuşmak isteyen köle ve esirlere veren,
Namazı hakkıyla ifa edip zekâtı veren,
Sözleştiği zaman sözlerinde duran,
Hele hele sıkıntı ve hastalık hallerinde,
Savaşın şiddetleri esnasında sabreden kimselerin davranışlarıdır.
İşte onlardır imanlarında samimi olanlar
Ve işte onlardır her türlü fenalıktan korunan takvâlılar!
Bu bir tek âyet İslâmın başlıca inanç (akaid), ibadet ve ahlâk esaslarını toplamaktadır. Buna işaret olarak Hz. Peygamber (a.s.m): “Kim bu âyete göre hareket ederse imanını kemale erdirmiş olur” buyurmuştur.
181 – Kim bu vasiyeti işittikten sonra değiştirirse, artık vebali değiştirenlerin boynunadır.
Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.
182 – Vasiyet edenin hataya düşüp haksızlığa kaymasından
Veya günaha girmesinden endişe edip ilgililerin arasını bulan kimse, hiçbir vebale girmez. Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.
185 – O sayılı günler, ramazan ayıdır.
O ramazan ayı ki insanlığa bir rehber olan, onları doğru yola götüren
Ve hakkı batıldan ayıran en açık ve parlak delilleri ihtiva eden Kur’ân o ayda indirildi.
Artık sizden kim Ramazan ayının hilâlini görürse, o gün oruç tutsun.
Hasta veya yolcu olan, tutamadığı günler sayısınca, başka günlerde oruç tutar.
Allah sizin hakkınızda kolaylık ister, zorluk istemez.
Oruç günlerini tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiğinden ötürü Allah’ı tazim etmenizi ister.
Şükredesiniz diye bu kolaylığı gösterir.
187 – (Ey kocalar), oruç tuttuğunuz günlerin gecelerinde, eşlerinize yaklaşmak size helâl kılındı.
Eşleriniz sizin elbiseleriniz, siz de eşlerinizin elbiselerisiniz.
Allah nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için yüzünüze bakıp, size bu lütufta bulundu.
Artık bundan böyle onlara yaklaşıp Allah’ın sizin için takdir buyurduğu neslin arayışı içinde olun.
Şafak vakti, günün ağarması gecenin karanlığından farkedilinceye kadar yeyin için.
Sonra gece girinceye kadar orucu tamamlayın.
Mescidlerde itikâfta bulunduğunuz sırada eşlerinize yaklaşmayın.
Bunlar Allah’ın yasak sınırlarıdır, sakın o hudutlara yaklaşmayın.
İşte böylece Allah insanlara, zararlardan sakınıp korunmaları için âyetlerini iyice açıklar.
189 – Sana hilâlleri sorarlar. De ki: Onlar insanlar için; özellikle hac için vakit ölçüleridir.
Evlere arka taraftan girmeniz fazilet değildir.
Asıl fazilet, haramlardan sakınan insanın gösterdiği fazilettir.
Öyleyse evlere kapılardan girin.
Allah’a karşı gelmekten sakının ki umduğunuza kavuşasınız.
190 – Sizinle savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın.
Fakat haksız yere saldırmayın.
Muhakkak ki Allah haddi aşanları sevmez.
192 – Şayet onlar vazgeçerlerse siz de vazgeçin. Zira Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.
193 – Bu işkence ortadan kalkıp din ve itaat yalnız Allah’a mahsus oluncaya kadar onlarla savaşın.
Eğer inkârdan ve tecavüzden vazgeçerlerse, bilin ki zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.
194 – Hürmetli ay, hürmetli aya bedeldir.
Hürmetler karşılıklıdır. O halde kim size saldırırsa siz de aynısıyla karşılık verin.
Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah bu sakınanlarla beraberdir.
195 – Allah yolunda malınızı harcayın da, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın ve hep güzel davranın.
Çünkü Allah güzel hareket edenleri sever.
196 – Haccı da, umreyi de Allah rızası için tamamlayın.
Eğer engellenecek olursanız, o durumda kolayınıza gelen bir kurban gönderin.
Kurbanlık, yerine varıncaya kadar başınızı tıraş etmeyin.
Aranızda hasta yahut başından rahatsız olan varsa, ona fidye olarak; oruç tutmak, sadaka vermek yahut kurban kesmek gerekir.
Hastalık veya yol emniyeti olmaması gibi sebeplerle haccınızın engellenmesinden emin olduğunuz zaman ise,
Her kim hacca kadar umre yaparak sevap kazanmak isterse, onun da kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir.
Kurbanlık temin edemeyen kimse, üç gün hacda yedi gün de döndüğünüz zaman memleketinde olmak üzere tam on gün oruç tutar.
Bunlar, ailesi Mescid-i Haram’da oturmayanlar içindir.
Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu iyi bilin.
Hac: şartlarına sahib olan müslümanın, ömründe bir defa hac aylarında ihrama girip kurban bayramı Arefe günü Arafatta vakfe yapıp, sonra Kâbe’yi ziyaret etmesidir. Umre ise Kâbe’yi, hac ayları dışında, sünnet kabilinden ziyaret etmektir.
197 – Hac mâlum aylardadır.
Kim o aylarda haccı ifaya azmederse bilsin ki hac esnasında
Ne cinsel yaklaşma, ne günah sayılan davranışlarda bulunma, ne de tartışma ve sürtüşme yoktur.
Siz hayır olarak her ne yaparsanız, Allah mutlaka onu bilir.
Azıklanınız ve biliniz ki azığın en hayırlısı takvâdır, haramlardan korunmadır.
Öyleyse Bana karşı gelmekten korunun ey akıl sahipleri!
198 – Hac mevsiminde ticaret yaparak, Rabbinizden size gelecek kâr ve yarar taleb etmenizde size bir vebal yoktur.
Arafat’ta vakfeden ayrılıp sel gibi Müzdelife’ye doğru akın ettiğinizde, Meş’ar-ı Haram’da Allah’ı zikredin.
O size nasıl güzelce hidâyet ettiyse, siz de öyle güzel bir şekilde O’nu zikredin.
Bilirsiniz ki, O’nun yol göstermesinden önce siz yolu şaşırmış kimselerdendiniz.
Arefe günü vakfeden sonra güneş batınca Arafat’tan Müzdelife’ye doğru akın edilir. Meş’ar-ı Haram Müzdelife’dedir. Müzdelife’de akşam ve yatsı namazları birlikte kılınır. Gece orada geçirilerek, bayramın birinci günü sabah namazının peşinden Mina’ya doğru hareket edilir, orada kurban kesilip, Kâbe tavaf edilerek ihramdan çıkılır.
199 – Sonra, insanların sel gibi aktığı yerden siz de akın edin ve Allah’dan af dileyin. Çünkü Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.
200 – Hac ibadetlerinizi tamamlayınca, vaktiyle atalarınızı anıp onlarla öğündüğünüz gibi.
Hatta daha fazla, daha hürmetle Allah’ı anın.
Bazı kimseler: “Ey Yüce Rabbimiz, bize vereceğini bu dünyada ver!” derler.
Bunların âhirette nasipleri yoktur.
Haccı tamamlayınca araplar Mina’da toplanıp, bilhassa atalarının yaptıkları işleri anlatarak övünmeyi âdet edinmişlerdi. Bu âyet ona bedel Allah’ı zikredip O’nun hidâyetini anlamak, onun eserlerini tefekkür, nimetlerine şükür etmeye teşvik ediyor.
202 – İşte bunlar kazandıkları şeylerin hayır ve bereketlerini fazlasıyla görürler.
Allah hesabı çok çabuk görür.
203 – O sayılı günlerde tekbir getirerek Allah’ı zikredin.
Kim acele edip iki günde dönerse ona vebal yoktur.
Kim geri kalırsa, günahlardan korunduğu takdirde, ona da vebal yok.
Allah’a karşı gelmekten korunun ve bilin ki
Hepiniz neticede diriltilip O’nun huzurunda toplanacaksınız.
Sayılı günler: teşrik günleridir. Teşrik: yüksek sesle tekbir almaktır. Bu günler, kurban bayramının Arefe günü sabahından 4. günü ikindi vaktine kadardır. (9-13 Zilhicce) Sadece bayramın 2,3 ve 4. günleri olarak da tefsir edilmiştir.
204 – İnsanlardan öylesi vardır ki dünya hayatına dair sözleri senin hoşuna gider.
Üstelik sözünün özüne uyduğuna Allah’ı da şahit gösterir.
Hâlbuki gerçekte o düşmanların en yamanıdır.
205 – Senin yanından ayrılınca, ülkede fesat çıkarmaya çalışır,
Ürünleri ve nesilleri mahvetmek için uğraşır.
Allah, elbette fesadı (bozgunculuğu) sevmez.
Bu âyette ülkenin istikbalinin en önemli iki rüknüne dikkat çekilmektedir. Maddî hayatın, ekonomik hayatın esası ürün, manevî hayatın esası ise yeni nesillerin iyi yetiştirilip eğitilmesidir.
206 – O adama: “Allah’tan kork da fesat çıkarma!” denildiğinde,
Kendini benlik ve gurur kaplar ve bu, onu daha fazla günaha sürükler.
Böylesinin hakkından cehennem gelir.
Gerçekten ne fena yataktır o cehennem!
207 – İnsanlardan öylesi de vardır ki Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder.
Allah da kullarına pek merhametlidir.
209 – Eğer size bunca gerçekler, açık deliller geldikten sonra haktan ayrılırsanız,
İyi bilin ki: Allah son derece güçlü ve onurlu, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
210 – Şeytanın peşinden gidenler ne bekliyorlar?
Onlar akılları sıra, buluttan gölgelikler içinde Allah’ın ve meleklerin gelip,
Haklarındaki hükmün verilmesini, işlerinin bitirilivermesini mi bekliyorlar?
Bütün işler ve hükümler Allah’a aittir. (O insanların keyfine göre iş yapmaz, Kendi bildiğini işler).
211 – Sor İsrailoğullarına, onlara nice açık belgeler verdik!
Her kim, Allah’ın kendisine lütfetmiş olduğu nimeti değiştirirse, iyice bilsin ki Allah’ın cezası pek şiddetlidir. [14,28]
212 – Kâfirlere dünya hayatı süslü gösterildi; Bu yüzden iman edenlerle eğlenirler.
Hâlbuki Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, kıyamet günü öbürlerinin üstündedir.
Allah dilediğine hesapsız nimetler verir.
213 – Bütün insanlar bir tek ümmet teşkil ediyorlardı.
Aralarında ihtilaflar başlayınca, Allah onlara içlerinden müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi.
Onların beraberinde, insanlar arasında hükmetmek için, kitap ve hikmeti gönderdi ki, ihtilaf ettikleri konularda aralarında hükmetsin.
Halbuki, o meselelerde anlaşmazlığa düşenler, kendilerine apaçık âyetlerimiz geldikten sonra,
Sırf aralarındaki haset yüzünden ihtilafa düşen Ehl-i kitaptan başkası değildi.
Allah da, onların hakkında ihtilaf ettikleri gerçeği, Kendi izni ile bu iman edenlere bildirdi.
Öyle ya, Allah dilediğini doğru yola eriştirir. [10,19]
İnsanlar dünyaya geldikleri ilk andan itibaren dinsiz ve toplumsuz yaşamış değildirler. Allah insan toplumlarını irşad edecek peygamberler ve kitaplar göndermiş, fakat zamanın geçmesiyle insanlar ihtilafa düşünce yeni peygamberler görevlendirmiştir. Neticede, çeşitli milletlere anlatılan hakikat tekrar anlaşılmaz olunca, bütün milletlere, bütün insanlığa hakkı anlatacak, hepsini “müşterek hak söze” (Ali İmran, 64) dâvet edecek son Peygamberin zuhur ettiğini bu âyet bildirmektedir.
214 – Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara mâruz kalmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?
Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara dûçar oldular, öyle şiddetle sarsıldılar ki,
Peygamber ile yanındaki müminler bile “Allah’ın vaad ettiği yardım ne zaman yetişecek?” diyecek duruma geldiler.
İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.
Bu âyet, ilahi terbiye metodunu açıklamaktadır. Allah’ın rızası ve cenneti ucuz değildir. Gayret, sabır ve sebat imtihanlarından geçmek, böylece pişip bir kıvama ermek gerekir. Allah bu dünyaya sa’y (çalışma) kanununu koymuştur, atalete ve gevşemeye yer yoktur. İşlemeyen demir pas tutar çürür, işleyen demir ışıldar. Dünya rahat yeri değil, hizmet yeridir. Mükâfat yurdu ise âhirettir. Rahat yeri olsaydı Allah en seçkin kulları olan Peygamberlerini burada rahat ettirirdi. Âyet başta Asr-ı saadetteki ashab olarak, kıyamete kadar gelecek müminlerin himmetlerini kamçılamaktadır.
215 – Sana Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar.
De ki: İnfak edeceğiniz mal anne baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış gariplere gidecektir.
Hayır olarak daha ne yaparsanız Allah muhakkak onu bilir.
216 – Hoşlanmasanız da savaş size farz kılındı.
Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur.
Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olur.
Gerçeği Allah bilir, siz bilmezsiniz.
217 – Sana hürmetli ayı ve bu ayda savaşmanın hükmünü sorarlar.
De ki: “O ayda savaşmak büyük bir günahtır.
Fakat insanları Allah yolundan engellemek,
Allah’ı inkâr etmek,
Mescid-i Haram’ı ziyareti yasaklamak,
O mescidin cemaatini yani müslümanları oradan çıkarmak ise,
Allah nazarında daha büyük günahtır.
Dinden döndürmek için işkence, öldürmekten beterdir.
Kâfirler, ellerinden gelse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan geri durmazlar.
Sizden her kim dininden döner ve kâfirlikte devam ederek ölürse, işte onların dünyada da,
Âhirette de yaptıkları boşa gider.
Bunlar cehennemlik olup orada ebedî kalacaklardır.
218 – Onlar ki iman ettiler,
Sonra hicret ettiler
Ve onlar ki Allah yolunda cihad ettiler…
İşte onlar Allah’ın rahmetlerini umarlar.
Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.
219 – Sana şarap ve kumar hakkındaki hükmü sorarlar.
De ki: İkisinde de hem büyük günah, hem de insanlara bazı menfaatler vardır.
Fakat günahları faydalarından daha çoktur.
Bir de senden ne infak edeceklerini sorarlar.
De ki: İhtiyacınızdan artanı harcayın.
Böylece Allah size âyetlerini açıklıyor ki dünya ve âhiret hakkında düşünesiniz. [5,90,91; 4,43] {KM, Tekvin 27,28; Tesniye 11,14; Sayılar 28,14}
Sarhoş edici içkilerle kumar hakkında açık yasaklama bu âyetle başlamıştır. Daha sonra sarhoşken namaz kılma yasaklanmış (4,43), nihaî olarak da kayıtsız olarak haram kılınmıştır. (5,90,91)
220 – Sana yetimler hakkında da soru sorarlar.
De ki: Onların gerek kendilerini, gerek mallarını iyileştirip geliştirmek, elbette hayırlı bir iştir.
Eğer onlara sahip çıkmak için kendileriyle beraber oturmak isterseniz bu da mümkündür; Zira onlar sizin kardeşlerinizdir.
Allah kimin iyileştirme gayesi güttüğünü, kimin de işi bozmayı düşündüğünü pek iyi bilir.
Şayet Allah dileseydi sizi zora koşardı. Muhakkak ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
221 – Müşrik kadınlar iman etmedikçe onlarla evlenmeyin.
Mümin bir cariye, çok hoşunuza giden müşrik bir kadından daha hayırlıdır.
Mümin kadınları da, onlar iman etmedikçe, müşriklere nikâhlamayınız;
Mümin bir köle hoşunuza giden bir müşrikten daha hayırlıdır.
Müşrikler sizi cehenneme dâvet ederler. Allah ise sizi kendi izniyle, cennete ve mağfirete dâvet eder
ve üzerinde düşünüp gerekli dersi alsınlar diye âyetlerini insanlara açıklar. [2,96; 5,5; 60,10] {KM, Çıkış 9,12; Tesniye 7,3-4}
222 – Bir de sana kadınların ay halini sorarlar.
De ki: Bu, bir rahatsızlıktır, Onun için, âdet sırasında kadınlardan geri durun ve onlar temizleninceye kadar, kendilerine cinsel yaklaşmada bulunmayın.
Temizlendikten sonra, Allah’ın izin verdiği şekilde onlara yaklaşın.
Allah tövbe ile kendisine dönenleri sever, temizlenenleri de sever. {KM, Levililer 15,19-30; Hezekiel 18,6}
Cahiliye Arapları ve yahudileri âdet gören kadınlarla birlikte durmaz, beraber yemek bile yemezlerdi. Hıristiyanlar ise ay haline hiç önem vermez, cinsel ilişkide bile bulunurlar. İslâm istikamet ve itidali gösteriyor. Bir nevi hastalık olan o durumda, cinsel ilişkiden kadınları uzak tutup istirahat ettirir. Namaz ve oruçla yükümlü tutmaz.
223 – Eşleriniz sizin nesil yetiştiren tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz şekilde varın.
Kendiniz için ilerisini düşünerek hazırlık yapın.
Allah’ın haram kıldığı şeylerden korunun ve O’nun huzuruna varacağınızı iyi bilin. (Ey Resulüm)! Mü’minleri müjdele!
Sadece şehvet gidermeyi değil, iyi yetişmiş, hayırlı evlat sahibi olmayı hedefleyin. Âyet, soyu devam ettirmenin yanında, çocukları iyi yetiştirmek için birçok zorluklara katlanılacağını da hatırlatmaktadır.
224 – Bir de Allah adına yemin ederek, iyilik etmeye, günahlardan uzak durmaya ve insanların arasını düzeltmeye O’nun adını engel yapmayın.
Allah hakkıyla işitir ve bilir. [24,22; 5,89] {KM, Çıkış 20,7; Tesniye 5,11}
Kasden veya istemeyerek kasdî olmaksızın ağızdan çıkan yeminler, meşrû görevlere engel yapılamaz. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse bir şey hakkında yemin eder de sonra ona aykırı davranmayı daha hayırlı görürse, o hayırlı şeyi yapsın ve yemininden ötürü keffaret versin.”
225 – Allah sizi yeminlerinizdeki yanılmadan dolayı kınamaz, fakat kalplerinizle kasdettiğiniz yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Allah çok affedicidir, cezayı çabuklaştırmaz (tövbe için fırsat tanır).
226 – Eşlerine yaklaşmamaya yemin eden kocaların, dört ay bekleme hakkı vardır.
Şayet kocaları bu süre bitmeden eşlerine dönerlerse bunda mahzur yoktur. Çünkü Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.
Cahiliye arap erkekleri, kadınları sıkıştırmak için yaklaşmamaya yemin eder ve süresiz olarak perişan vaziyette bırakırlardı. Buna îla denir. Kur’ân îlanın azamî süresini dört ay olarak sınırlandırdı. Bu süre içinde birleşme kapılarını açtı: erkek keffâret vererek eşine dönebilir. Fakat dönmemeye kararlı ise, dört ay sonunda eşini serbest bırakmak zorundadır.
227 – Yok eğer boşanmaya azmederlerse, bilsinler ki Allah her şeyi hakkiyla işitir ve bilir.
228 – Boşanmış kadınlar kendilerini tutup yeni bir nikâh yapmadan önce üç âdet beklesinler.
Allah’a ve âhirete iman ediyorlarsa, kendi rahimlerinde Allah’ın önceki evlilikten yaratmış olduğu çocuğu veya hayızı gizlemeleri onlara helâl olmaz.
Kocaları gerçekten barışmak istiyorlarsa, bu iddet müddeti içinde onları tekrar almaya başkalarından daha çok hak sahibidirler.
Erkeklerin hanımları üzerinde bulunan hakları gibi, hanımların da kocaları üzerinde meşrû çerçevede hakları vardır.
Şu kadar ki erkeklerin onların üzerindeki hakları bir derece daha fazladır.
Unutmayın ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir. [4,34; 65,1-4]
229 – Boşama hakkı iki defadır.
Bundan sonra yapılması gereken ya meşrû tarzda güzelce birlikte yaşama yahut, eşini güzellikle salıvermedir.
Ey kocalar, boşama sırasında eşinize daha önce vermiş olduğunuz mehirden herhangi bir miktar geri almanız size asla helâl olmaz;
Fakat Allah’ın koyduğu hudutlarda durmayacaklarından endişe etmeleri hali bunun dışındadır.
Şayet siz de onlar gibi, onların Allah’ın koyduğu hudutlarda duramayacaklarından (evlilik hukukuna riayet edemeyeceklerinden) endişe ederseniz, bu durumda kadının, ayrılmak için meşrû çerçevede hakkından bir şey vermesinde, her ikisi için de bir vebal yoktur.
İşte bunlar Allah’ın tayin ettiği sınırlardır ki sakın onları aşmayasınız, Her kim Allah’ın hudutlarını aşarsa işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
Kadının mal karşılığı ayrılma talebinde bulunmasına hul’ veya muhala’a denir. Cemile, kocası Sabit b. Kays’ı sevemiyordu. Hz. Peygambere gelip: “Vallahi dininde, ahlâkında bir kusurunu görmüyorum. Ancak İslâm’dan sonra küfre dönmek istemiyorum” deyip ayrılma talep etmişti. Bu âyetin inmesi üzerine, kocasından mehir olarak aldığı bahçeyi geri verip hul’ olmuştu. {KM, Tekvin 21,14; Tesniye 24,1; Levililer 22,13. Matta 5,32; 1,19; I Korintos. 7,10-11}
230 – Eğer koca eşini ikinci talaktan sonra üçüncü defa boşarsa, artık başka bir kocaya varıp ondan boşanmadıkça, o kadın ilk kocasına helâl olmaz.
Ama bu ikinci kocası kendi rızasıyla onu boşar ve kadın ile ilk kocası Allah’ın koyduğu evlilik hukukunu yerine getireceklerine inanırlarsa, nikâhla bir araya gelmelerinde bir günah yoktur.
İşte bunlar Allah’ın belirlediği hudutlardır ki bilmek isteyenler için O bunları beyan buyurmaktadır.
231 – Ey kocalar! Eşlerinizi boşar, onlar da iddetlerini bitirirlerse, artık ya onları iyilikle yanınızda tutar, yahut güzellikle salıverirsiniz.
Onların hukukuna tecavüz etmek kasdıyla zarar vermek için eşlerinizi alıkoymayın.
Kim böyle yaparsa kendine zulmetmiş olur.
Sakın Allah’ın âyetlerini şakaya almayın.
Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetleri
Ve sizi irşad etmek gayesiyle indirmiş olduğu kitap ve hikmeti hatırlayın, dile getirin,
Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın her şeyi hakkiyla bildiğini pek iyi bilin.
Koca, eşini boşadıktan sonra, evliliği devam ettirme gayesi ve ümidi yoksa, onu serbest bırakmalıdır ki bir iddetle kurtulsun. Yoksa sırf ona zarar vermek için ilk iddetin sonunda tekrar ona dönüp yine boşamak sûretiyle iki veya üç kere iddet beklemeye mecbur bırakmak haram kılınıyor.
232 – Ey kocalar! Eşlerinizi boşayıp da onlar da iddetlerini tamamladıklarında, kendi aralarında meşrû surette anlaşmaları durumunda, kocaları ile tekrar nikâhlanmaları hususunda onlara baskı yapmayın.
İddet bitiminden sonra eşler tekrar nikâhlanmak isterlerse, kadının akrabaları eski kocasına dönmesini engellememelidirler. Ayrıca koca da üçüncü kere boşadığı eşinin iddeti dolduktan sonra başka bir erkekle evlenmesine mani olmamalıdır.
Sizden Allah’a ve âhiret gününe iman edenlere bununla öğüt verilir.
Böyle yapmak, sizin için daha hayırlı, daha nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.
233 – Anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirsinler. Bu, emzirmeyi mükemmel şekliyle uygulamak isteyenler içindir.
Annelerin, münasip şekilde yiyeceğini giyeceğini sağlamak, babanın görevidir.
Hiçbir kimse takatinin dışında bir görevle yükümlü tutulmaz.
Çocuk yüzünden ne annesi, ne de babası zarar görmemelidir.
Babanın varisine de aynı vazife yaptırılır.
Fakat anne baba aralarında görüşüp anlaşmaya vararak, iki yıldan önce, çocuklarını sütten kesmek isterlerse, kendilerine bir vebal yoktur.
Şayet çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz,
Kendilerine vereceğiniz ücreti münasip tarzda ödemek şartı ile, bunda da size vebal yoktur.
Bununla beraber Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah yaptığınız her şeyi görmektedir.[65, 7]
234 – Sizden eşlerini geride bırakarak vefat edenlerin eşlerinin, evlenebilmek için dört ay on gün iddet beklemeleri gerekir.
Onlar bu sürelerini tamamladıktan sonra, meşrû surette kendi haklarında verecekleri karardan ötürü size bir sorumluluk yoktur. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
Kocası vefat eden kadın, dört ay on gün süre ile görücüye çıkmaz, süslenmez, başka erkeğe nikâh edilmez. Bu süreyi kocasının evinde geçirmesi gerekir. Gerek boşanma, gerek ölüm sebebiyle ayrılmadan sonra, iddet bekleme zorunluluğu, hem kadın, hem de onun yakınları için bir teselli ve alıştırma devresi olması sebebiyle, psikolojik yönden faydalı bir uygulamadır.
235 – Sizden bu hanımlarla evlenmeyi düşünenlerin bu müddet esnasında, onlara bu niyetlerini çıtlatmalarında veya gönüllerinde tutmalarında bir beis yoktur.
Allah sizin onları hatırınızdan geçireceğinizi pek iyi bilmektedir.
Ancak meşrû sözler dışında, onlarla gizlice buluşma hususunda sözleşmeyin.
Bekleme süresi sona ermeden nikâh akdine girişmeyin.
Allah’ın içinizde saklı olan her şeye hakkıyla vakıf olduğunu bilerek O’nun emrine aykırı davranmaktan sakının.
Hem de bilin ki Allah çok affedici, çok müsamahalıdır, cezayı çabuklaştırmaz. [27,74; 60,1]
237 – Bir mehir belirlemiş olarak, kendilerine dokunmadan eşlerinizi boşarsanız, bu takdirde belirlediğiniz mehrin yarısını vermeniz gerekir.
Ancak eşler yahut nikâh bağı elinde bulunan kocalar, gözütok davranırsa başka (Bu durumda kadın mehrinden vazgeçebilir veya erkek mehrin tamamını verebilir).
Ey kocalar, sizin bağışlamanız (müsamaha gösterip mehrin tamamını bırakmanız) takvâya daha uygun düşer.
Birbirinize lütuf ve mürüvvet göstermeyi unutmayın. Allah sizin bütün işlediklerinizi görür.
238 – Namazlara, hele salat-ı vustaya dikkat edin ve kalkın huşû ile Allah’ın divanında durun.
Salat-ı vûstâ hakkında farklı görüşler vardır. Beş vakit namazdan her biri olma ihtimali üzerinde durulmuştur.
Fakat çoğunluk, ikindi namazı olduğu kanaatindedir. Zira ikindi namazı beş vaktin tam ortasındadır. Gece ve gündüz meleklerinin toplanma zamanıdır. Ayrıca günlük meşgalelerin en çok olduğu zamana rastlar. Esasen bir hadis de bunu ifade etmektedir.
Fakat Kur’ân, müphem bırakmakla, bütün namazlara dikkatle devama teşvik etmek istemiştir.
239 – Eğer bir korku halinde iseniz yaya veya binek üzerinde namaz kılın.
Fakat güvenliğe çıktığınızda, bilmediğiniz şeyleri size öğreten Allah’ın öğrettiği gibi ibadetinizi ifa edin.
240 – Sizden geride eşlerini bırakarak vefat edecek kocalar, eşlerinin bir yıl süre ile evden çıkarılmayıp geçimlerinin sağlanmasını şart koşacak şekilde vasiyette bulunsunlar.
Şayet bunlar kendiliklerinden çıkarlarsa bu durumda meşrû surette yapacakları şahsî davranışlarından dolayı size vebal yoktur. Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
242 – Böylece, düşünesiniz diye Allah size âyetlerini iyice açıklar.
243 – Baksana, sayıları binlerce olmasına rağmen ölüm korkusuyla diyarlarını terkedip çıkan kimselere!
Allah onlara:“Ölün!” dedi sonra onları diriltti.
Doğrusu Allah insanlara lütûfkârdır, fakat insanların çoğu şükretmezler.
Bunlar hakkında kesin olmayan rivayetler vardır. Mühim olan şudur: Burada Cenab-ı Allah, bütün bunları hatırlatırken ölümden, Allah’ın hükmü olan vazifeden kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığını ve böyle yapanların, korktuklarına daha çabuk ve daha fecî bir şekilde uğrayacaklarını, hülasa Allah’ın hükmünden kurtulmak için ne ölümden kaçmanın, ne de ölüme koşmanın akıl işi olmadığını bildirmek istemiştir.
244 – Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah her şeyi işitir, herşeyi hakkıyla bilir.
245 – Kimdir o yiğit ki Allah’a güzelce ödünç verir, Allah da onun verdiğinin mükâfatını kat kat artırır.
Allah rızkı kısar da, bollaştırır da.
Zaten hepiniz döndürülüp O’na götürüleceksiniz. [5,12; 57,11.18; 64,17; 73,20] {KM, Süleymanın Meselleri 19,17}
246 – Mûsâ’dan sonra İsrailoğullarının önderlerine dikkat ettin mi?
O vakit onlar aralarındaki Peygambere:
“Ne olur, bize bir hükümdar tayin et de biz de Allah yolunda cihad edelim” demişlerdi.
O cevaben: “Ya savaşma emri size farz kılınır, siz de savaşmazsanız?” deyince
Onlar: “Ne diye Allah yolunda cihad etmeyelim ki
Vatanlarından çıkarılan biz,
Çoluk çocuğundan ayrı düşenler yine biziz.”
Fakat savaşma kendilerine farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, hepsi dönüverdiler.
Allah o zalimleri pek iyi bilir. [KM; Çıkış 24, 1.9; Sayılar 11,16.24-25]
Bu olay, müminlere cihadın zorluklarını anlatmak, dolayısıyla onları bu işi omuzlamaya hazırlamak için anlatılmaktadır. İşaret edilen durum, muhtemelen Samuel Peygamberle ilgilidir. M.Ö. 1000 yıllarında Amalika’lılar İsrailoğullarına saldırıp ülkelerinin bir kısmını işgal etmişlerdi. Halk Samuel’e başvurmuştu. (Bkz. KM, Eski Ahit, I. Samuel, 7,8 ve 12. bölümler)
247 – Peygamberleri onlara dedi ki: “Allah size hükümdar olarak Talut’u tayin etti.”
Onlar ise: “Biz hükümdarlığa ondan daha lâyık iken nasıl olur da o bize hükmedebilir ki!
Üstelik servetten de nasibi fazla değil!” dediler.
Peygamber şöyle cevap verdi: “Allah onu size üstün kıldı, ona geniş ilim ve sağlam bir vücut verdi.
Allah hakimiyeti dilediğine verir.
Allah’ın lütfu boldur, her şey gibi kabiliyet ve liyakatları da bilir.” [KM, I Samuel 9,17; 10,27; 9,2]
249 – Talut ordusunu harekete geçirip sefere çıkınca askerlerine şöyle dedi:
“Allah sizi, bir ırmakla imtihan edecektir. İmdi onun suyundan içen benden sayılmayacak;
Sadece avucuyla aldığı mikdar muaf olmak üzere,
Kim onun suyunu tatmazsa o da benden sayılacaktır.”
Derken onların pek azı hariç, varır varmaz ondan içtiler.
Talut ile yanındaki müminler ırmağı geçince
O vakit beri yanda kalanlar “Bugün bizim Câlut ve ordusuna karşı duracak takatimiz yoktur” dediler.
Ölümden sonra diriltilip Allah’ın huzuruna çıkacaklarını bilenler ise şöyle dediler:
“Nice küçük topluluklar vardır ki, Allah’ın izniyle, büyük cemaatlere galip gelmiştir.
Doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir.” [KM, Hakimler 7,4-7]
251 – Derken Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar.
Dâvud Câlut’u öldürdü,
Allah ona hükümdarlık ve hikmet verdi ve dilediği birçok şey öğretti.
Eğer Allah bazı insanların şerrini bazıları ile önlemeseydi dünyadaki nizam bozulurdu.
Lâkin Allah âlemlere büyük lütuf ve inayet sahibidir. [KM, II Samuel 5,3. I Korintos.11,3]
Allah insanları irade sahibi olarak yaratmıştır ve böyle yaratması sırf rahmet ve hikmettir. Fakat bu iradeler serbest bırakılır da birbirleriyle ölçülü hale getirilmez ve hiçbir direnişle karşılaşmazlarsa, çalışma zahmetine katlanmaz, önüne geleni çiğnemeye çalışırlar.
Savunma ve karşı koyma olmayınca da saldırı, yolların en kısası ve doğru yol olmuş olur. O zaman da insan adına bir şey kalmaz, yeryüzünün nizamı bozulur. Ama Allah bu bozulmaya razı olmaz. Düzenin, bozukluğu ortadan kaldırması için, hayırlı insanların, bozgunculuk çıkaranları defetmeleri lâzımdır.
252 – İşte bunlar Allah’ın âyetleri olup Biz sana onları dosdoğru bildiriyoruz.
Sen elbette gönderilen resûllerdensin.
253 – İşte şimdiye kdar zikrettiğimiz resullerden kimini kimine üstün kıldık.
Allah onlardan bazısına hitap buyurdu, bazısını birçok derecelerle yükseltti.
Meryem’in oğlu Îsâ’ya da o açık belgeleri, mûcizeleri verdik ve onu Rûhulkudüs ile destekledik.
Eğer Allah dileseydi, kendilerine açık delillerin gelmesine rağmen, onların, peşlerinden gelenler birbirleriyle savaşmazlardı.
Lâkin ihtilafa düştüler de onlardan bir kısmı iman, bir kısmı ise inkâr etti.
Şayet Allah dileseydi onlar birbirleri ile savaşmazlardı, lâkin şu var ki Allah dilediği her şeyi yapar. [17,55]
255 – Allah o İlahtır ki Kendisinden başka ilah yoktur.
Haydır, kayyûmdur kendisini ne bir uyuklama, ne uyku tutamaz.
Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur.
İzni olmadan huzurunda şefaat etmek kimin haddine?
Yarattığı mahlûkların önünde ardında ne var, hepsini bilir.
Mahlûklar ise O’nun dilediğinden başka, ilminden hiçbir şey kavrayamazlar.
O’nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır.
Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na ağır gelmez, O öyle ulu, öyle büyüktür. [19,93-95; 53,26; 21,28; 20,110] [KM, Tesniye 5,26; Tekvin 21,33; Çıkış 3,15]
Hay: Her zaman var olan, diri olan, ezelî ve ebedî hayat sahibi.
Kayyûm: Kendi zâtı ile var olup, zeval bulmayan ve bütün kâinatı varlıkta tutup onları yöneten, demektir.
Bu âyete Âyetü’l-kürsî denilir. Bu ayet, Allah’ın hükümranlığının son derece açık ve özet bir anlatımını ihtiva eder. Fazilet ve sevabına dair hadisler vardır. Ezcümle: “Kur’ân’da en büyük âyet, Âyetü’l-kürsî’dir. Bunu kim okursa Allah o saat bir melek gönderir, ertesi güne kadar iyiliklerini yazar ve günahlarını siler. İçinde okunduğu evi şeytan otuz gün terkeder. O eve kırk gün sihir ve sihirbaz giremez. Ey Alî! Bunu evladına, ailene ve komşularına öğret”
256 – Dinde zorlama yoktur.
Doğru yol, sapıklıktan, hak batıldan ayrılıp belli olmuştur.
Artık kim tağutu reddedip Allah’a iman ederse,
işte o, kopması mümkün olmayan en sağlam tutamağa yapışmıştır. Allah her şeyi işitir, bilir. {KM, Matta 10,34; Luka 19,27; I Korintos 15,25}
Dini, kişinin kendi tercihi ile seçmesi gerekir. Dinin özelliği zorlamak değil, bilakis zorlamadan korumaktır.
257 – Allah iman edenlerin yardımcısıdır, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.
İnkâr edenlerin dostları ise tağutlar olup onları aydınlıktan karanlıklara götürürler.
İşte onlar cehennemlik kimselerdir ki orada ebedi kalacaklardır. [5, 16; 6,1-153; 14,1.5; 33,43; 57,9; 65,11]
258 – Allah kendisine hükümdarlık verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrâhim ile tartışan kişinin haline bir baksana!
İbrâhim ona: “Benim Rabbim hayatı veren ve hayatı alandır” deyince O: “Ben de yaşatır ve öldürürüm” dedi.
Bunun üzerine İbrâhim: İşte Allah güneşi doğudan doğuruyor, haydi sen de batıdan doğdur bakalım”, der demez kâfir donakaldı.
Zaten Allah zalimleri hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz. {KM, Tesniye 32,39}
259 – Yahut şu kimsenin hali gibi ki o bir şehre uğramıştı.
Şehrin altı üstüne gelmiş, ıpıssız yatıyordu.
“Allah burayı bu ölümünden sonra nasıl diriltecek?” dedi.
Bunun üzerine Allah onu yüz yıl boyunca öldürüp sonra diriltti.
“Ölü vaziyette ne kadar kaldın?” diye sorunca o: “Bir gün veya daha az” diye cevap verdi.
Allah ona: “Hayır! yüz sene kaldın.
İşte yiyeceğine ve içeceğine bak henüz bozulmamış.
Bir de merkebine bak! (Kemikleri nasıl birbirinden ayrılmış) seni de insanlara canlı bir delil yapmak için öldürüp dirilttik.
Hele o kemiklere dikkat et, onları nasıl birleştirip yerli yerine koyuyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz!”
Böylece işin gerçeği kendisine tam mânasıyla belli olunca:
“Artık pek iyi biliyorum ki Allah her şeye kadirdir” dedi. {KM, Hezekiel 37,6}
260 – Bir vakit de İbrâhim: “Ya Rabbi, ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin?” demişti.
Allah: “Ne o, yoksa buna inanmadın mı?” dedi.
İbrâhim: “Elbette inandım, lâkin sırf kalbim tatmin olsun diye bunu istedim” diye cevap verdi.
Allah ona: “Dört kuş tut, onları kendine alıştır. Sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça koy.
Sonra da onları çağır. Koşa koşa sana geleceklerdir. İyi bil ki Allah azizdir, hakîmdir. (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir). {KM, Tekvin 15,9-10.17}
261 – Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak verip her başağında yüz tane bulunan bir tanenin haline benzer.
Allah dilediğine kat kat fazlasını da verir. Allah’ın lütfu geniştir, ilmi her şeyi kaplar.
262 – Mallarını Allah yolunda harcayıp da infaklarının ardından minnet etmeyenler, rahatsızlık vermeyenler yok mu!
İşte onların Rab’leri katında mükâfatları vardır.
Onlara hiç bir endişe yoktur ve onlar üzüntü de duymayacaklardır.
263 – Bir tatlı söz, bir kusur bağışlama, peşinden incitme gelen maddî yardımdan (sadakadan) çok daha iyidir.
Zira Allah ganî ve halîmdir (sizin sadakalarınıza muhtaç değildir, çok müsamahalı olup cezayı çabuk vermez).
264 – Ey iman edenler! Sadaka verdiğiniz kimselere minnet etmek, incitmek sûretiyle o sadakalarınızı boşa çıkarmayın.
Allah’a da, âhirete de inanmadığı halde sırf insanlara gösteriş yapmak için malını harcayan kimsenin durumuna düşmeyin.
Onun durumu, üzerinde toprak bulunan kaygan bir kayaya benzer ki, şiddetli bir yağmur olur olmaz toprağı kayıverir, cascavlak kalır.
Öyleleri işledikleri hiçbir şeyden sevap ve mükâfat elde edemezler.
Zira Allah inkârcılar gürûhunu hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz. [4,38.142] {KM, Matta 6,2.5; II Korintos 9,7}
265 – Allah’ın rızasını kollamak
Ve ruhlarındaki imanı kökleştirmek için
Mallarını harcayanların durumu ise,
Bir tepedeki güzel bir bahçenin haline benzer.
Bir bahçe ki ona bol yağmur yağar, meyvelerini iki kat verir.
Bol yağmur düşmese de hafif bir yağmur, bir çisinti de yetişir.
Allah ne yaparsanız hepsini görür.
266 – Sizden herhangi biriniz hiç arzu eder mi ki:
Kendisinin hurmalığı ve üzüm bağı bulunsun:
Bahçede dereler akıyor, içinde her türlü mahsulâtı bulunuyor.
Ama kendisinin üstüne de ihtiyarlık çökmüş ve elleri ermez, güçleri yetmez, bakıma muhtaç küçük çocukları var.
Derken… Ateşli bir kasırga kopsun da bağı kasıp kavursun?
İşte Allah âyetlerini size böyle apaçık bildirir. Olur ki iyi düşünürsünüz. [59,21]
267 – Ey iman edenler! Kazandığınız şeylerin ve yerden sizin faydanız için bitirdiğimiz ürünlerin
Temiz ve güzel olanlarından Allah yolunda harcayın.
Siz göz yummadan, içinize yatmaksızın almayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkmayın.
İyi bilin ki: Allah ganidir, hamîddir (kimseye ihtiyacı yoktur, bütün övgülere layıktır). [22,37]
268 – Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur, sizi cimriliğe ve çirkin şeylere teşvik eder.
Allah ise kendi katından bir af ve lütuf vaad buyurur.
Allahın ihsanı geniştir, her şeyi hakkıyla bilir.
270 – Harcadığınız her şeyi, adadığınız her adağı, Allah mutlaka bilir ve mükâfatını verir.
Fakat zalimlerin âhiret’te yardımcıları olmaz.
271 – Allah rızası için yaptığınız maddî yardımlarınızı açıkça verirseniz ne güzel!
Ama bu hayırlarınızı saklı tutar ve muhtaçlara ulaştırırsanız,
Bu sizin için daha hayırlı olur
Ve Allah bu sebeple bir kısım günahlarınızı affeder.
Allah, yaptığınız bütün şeylerden haberdardır.
Zekâtı açıktan, diğer yardımları ve sadakaları ise gizli vermek en iyisidir. Aynı prensip diğer ibadetler için de geçerlidir. Farzlar, teşvik için, açıktan yapılmalıdır.
272 – Onları hak yola getirmek senin görevin değil, lâkin Allah’tır ki dilediğini doğru yola getirir.
Hayır olarak yaptığınız her harcama sadece kendiniz içindir.
Zaten siz Allah rızasını aramaktan başka bir gaye ile infak etmezsiniz.
İşlediğiniz her hayrın mükâfatı size tamamen verilir ve sizin hakkınız yenmez. [6,52; 18,28; 30,38-39; 76,9]
273 – Bu yardımlar, kendilerini Allah yoluna vakfeden yoksullar içindir.
Bunlar yeryüzünde dolaşıp geçimlerini sağlama imkânı bulamazlar.
Halktan istemekten geri durmaları sebebiyle, onların gerçek hallerini bilmeyen kimse, onları zengin sanır.
Ey Resûlüm, sen onları simâlarından tanırsın.
Onlar yüzsüzlük ederek halktan bir şey istemezler.
Şunu bilin ki, hayır adına her ne verirseniz mutlaka Allah onu bilir.
Sadakalar din uğrunda kendilerini ilime, cihada adamış, Allah yolunda meşguliyetlerinden veya hastalık ve acizlik gibi engellerden dolayı nafakalarını kazanamayan fakirler içindir.
Bu âyet’te Allah Teâla, kendilerini tamamen İslâm hizmetine adamış, bu sebeple geçimlerini kazanamayan müminlere yardımcı olunmasını istemektedir. Ashab-ı Suffa (r.a) bu sınıfın başında gelirdi. Efendimiz (a.s.m) onlara İslâmı öğretir, başkalarına da öğretmek ve diğer hizmetler için onları hazır kuvvet olarak bulundururdu.
275 – Faiz yiyenler tıpkı şeytanın çarptığı kimsenin uykudan kalkışı gibi kalkarlar.
Bu, onların “Alış veriş de faiz gibidir” demelerindendir.
Halbuki Allah alış verişi mübah, faizi ise haram kılmıştır.
Her kime Rabbinden bir talimat gelir, o da faizden vazgeçerse, daha önce yaptığı muamele kendisi için geçerlidir, hakkındaki hüküm de Allah’a aittir.
Her kim tekrar faizciliğe başlarsa, işte onlar cehennemliktir, hem de orada ebedi kalacaklardır. {KM, Çıkış 22,24; Levililer 25,36-37; Tesniye 23,20}
Tarihe bakılırsa anlaşılır ki: İnsan toplumlarındaki bütün karışıklıkların, ihtilafların sebebi şu iki kelimedir: 1-”Sen çalış ben yiyeyim.” 2- “Ben doyduktan sonra, başkasının ne hali varsa görsün.” İslâm birinci tutumu faizi haram kılarak, ikinciyi zekâtı farz kılarak ortadan kaldırır. Topluma huzur, barış, denge ve refah getirir.
Faizi alan da, veren de psikolojik ve sinirsel yönden yıpranır. Faizle para verenin aklı fikri parasında kalır, parasının dönmemesi tehlikesini yaşar. Borçlu ise paranın aslını ödemesi bile zorken, üstelik ağır bir faiz yükü ödeme angaryası sebebiyle yıpranır. Tansiyon ve kalb rahatsızlığı durumları ortaya çıkabilir. İktisat uzmanlarına göre kazanç yolları dört olup bunlardan üçü üretken, dördüncüsü değildir. Emek, sanat ve ticaret, bir de risk faktörü üretkendir. Zira eşyayı üretim yerinden tüketim yerlerine sevketmekle riske mâruz kalır, değeri artar. Dördüncü yol faiz olup üretken değildir. Faizde risk yoktur. Zira borç, zarar tehlikesine mâruz değildir. Geri dönmesi garantili sayılmaktadır. Emek, zekâ ve maharetin semereleri, faiz kanallarından faizcilerin ellerinde toplanarak servet, tekelleşmeye gider. Fakirlik, işsizlik artar. İşsizlerde öfke yükselir, yağma hevesi ortaya çıkar. Toplumsal patlama başlayınca, faizciler cin çarpmış gibi sendeler, bütün emelleri altüst olur.
276 – Allah faizin bereketini eksiltir, zekât ve sadakaları ise nemalandırır.
Hem Allah kâfirlikte ileri giden, günahta ısrarlı hiç bir kimseyi sevmez.
278 – Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve eğer mümin iseniz geri kalan faizi terkedin.
279 – Eğer böyle yapmazsanız Allah ve Resûlü tarafından size savaş açıldığını biliniz.
Eğer faizcilikten tevbe ederseniz, sermayeleriniz sizindir.
Böylece ne haksızlık eder, ne de haksızlığa uğrarsınız.
281 – Öyle bir günde rüsvaylıktan sakının ki,
O gün Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız,
Sonra her kişiye kazandığının karşılığı tamamen ödenecek
Ve kendilerine asla haksızlık edilmeyecektir.
282 – Ey iman edenler! Belirli bir vâdeye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman onu kaydedin.
Aranızda doğrulukla tanınmış bir kâtip onu yazsın.
Kâtip, Allah’ın kendisine öğrettiği gibi (adalete uygun olarak) yazmaktan kaçınmasın da yazsın.
Üzerinde hak olan borçlu kişi akdi yazdırsın, Rabbi olan Allah’tan sakınsın da borcundan hiçbir şey noksan bırakmasın.
Eğer üzerinde hak olan borçlu, akılca noksan veya küçük veya yazdırmaktan âciz bir kimse ise,
Onun velisi adalet ölçüleri içinde yazdırsın.
İçinizden iki erkek şahit de tutun.
İki erkek bulunmazsa o zaman doğruluklarından emin olduğunuz bir erkek ile iki kadının şahitliğini alın.
(Bir erkek yerine iki kadının şahit olmasına sebep) birinin unutması halinde ikincisinin hatırlatmasına imkân vermek içindir.
Şahitler çağırıldıklarında, şahitlikten kaçınmasınlar.
Siz yazanlar da, borç az olsun, çok olsun, vâdesiyle birlikte yazmaktan üşenmeyin.
Böyle yapmak, Allah katında daha âdil, şahitliği ifa etmek için daha sağlam ve şüpheyi gidermek için daha uygun bir yoldur.
Ancak aranızda hemen alıp vereceğiniz peşin bir ticaret olursa, onu yazmamakta size bir günah yoktur.
Alış veriş yaptığınız zaman da şahit tutun.
Ne kâtip, ne de şahit asla mağdur edilmesin.
Bunu yapar, zarar verirseniz, doğru yoldan ayrılmış, Allah’a itaatin dışına çıkmış olursunuz. Allah’a itaatsizlikten sakının.
Allah size en uygun tutumu öğretiyor. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilir. [8,29; 57,28] {KM, Tesniye 19,15.Matta 18,16; Yuhanna 8,17}
Kadınlarda duygusallık kuvvetli, hafıza kuvveti erkeklere göre biraz daha azdır. Hafızası erkeklerin çoğundan kuvvetli olan bazı kadınlar bulunabilir. Fakat hüküm kişilere göre değil, cinse göre, genel duruma göre verilir. Onun için, tek kadın değil de iki kadın şartı aranmaktadır. Fakat bu hüküm, genelde kadınların meşguliyet alanları olmayan ticaret alanındadır. Yoksa erkeklerin alanına girmeyen sahalarda tek başına iki kadının, hatta duruma göre tek kadının şahitliği yeterli sayılır.
Kur’ân-ı Kerim’in bu âyet’i, nüzül ortamından çok ileri bir safhada insanlığın varacağı hukukî ve ticarî kurumları gözönünde bulundurmuş ve noterlik kurumunu tesis etmiştir. Okuma yazma bilenlerin bile son derece az olduğu, yazı malzemesi olarak kâğıdın bile bulunmadığı bir ortamda, çok ileri medenî toplumlarda ihtiyaç duyulacak kurumları başlatmak, Kur’ân’ın evrensel boyutunun delillerinden biridir.
Hakların böylece kaydedilmesinden şu üç fayda elde edilir: 1. Adalete ve istikamete en uygun iş yapılır. 2. Şahitliğin ifası en güzel şekilde yapılır. 3. Şüpheyi gidermede en uygun yol seçilmiş olur.
283 – Eğer yolculuk halinde iseniz ve kâtip bulamazsanız, o takdirde borç karşılığına rehin alırsınız.
Şayet kiminiz kiminize itimad ederse,
güvenilen kimse Rabbi olan Allah’tan korksun da
Üzerindeki emaneti ödesin.
Bir de şahitliği, görüp bildiğinizi gizlemeyin.
Bildiğini gizleyenin kalbi günahkâr olur.
Allah her ne yaparsanız bilir. [5,106; 4,135]
284 – Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır.
Ey insanlar! Siz içinizdeki şeyleri açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onlardan dolayı hesaba çeker.
Sonra dilediğini affeder, dilediğini azaba uğratır.
Doğrusu Allah her şeye kadirdir.
Bu âyet Bakara sûresinin dördüncü maksadı olan “ihsan” maksadını gerçekleştirir. Böylece, şimdiye kadar bildirilen hükümlerin müeyyidesi, yani dayandığı kuvvet belirtilir. Sûre mukaddimeden sonra iman hakikatlerini, İslâma dâveti ihtiva etmişti. Din binasının çatısı ve en güzel süsü ise, Allah’ı görüyorcasına bir hayat sürmek, ihsan makamına çıkmaktır.
285 – Peygamber, Rabbi tarafından kendisine ne indirildi ise ona iman etti, müminler de.
Onlardan her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve resullerine iman etti.
“O’nun resullerinden hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz” dediler ve eklediler:
“İşittik ve itaat ettik ya Rabbenâ, affını dileriz, dönüşümüz Sanadır”.
286 – Allah hiç bir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz.
Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği fenalık da kendi aleyhinedir.
Ya Rabbenâ! Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma.
Ya Rabbenâ! Bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme.
Ya Rabbenâ! Takat getiremeyeceğimiz şeylerle bizi yükümlü tutma.
Affet bizi, lütfen bağışla kusurlarımızı, merhamet buyur bize!
Sensin Mevlâmız, yardımcımız! Kâfir topluluklara karşı Sen yardım eyle bize! [6,152; 7,42; 23,62]
Bu iki âyet, bu uzun sûrenin hatimesidir. Dinin bütün esaslarına temas edildikten sonra sıra mühür basmaya gelmiştir. Sûrenin mukaddimesinde, bu Kitaba iman edip emirlerini tutacak olanların hidâyet ve felah bulacakları bildirilmişti. İşte hatimesi de ona iman eden cemaatın oluştuğunu ve Rablerinin onlara karşı muamelesini bildirmektedir.
Hz. Peygamber (a.s.m), bu hatimenin faziletine dikkat çeken hadisler buyurmuştur: 1.”Her kim geceleyin Bakara sûresinden bu iki âyeti okursa ona yeter.” 2.Allah Teâla Bakara sûresini iki âyetle sona erdirdi ki, bunları bana, Arş’ın altındaki bir hazineden verdi. Bunları öğreniniz, kadınlarınıza, oğullarınıza belletiniz, öğretiniz. Çünkü bunlar hem salattır (namazdır), hem duadır, hem Kur’ân’dır.” 3.Hz. Ömer ile Hz. Ali (r.a) demişlerdir ki: “Aklı başında hiçbir adam görmezdim ki, Bakara sûresinin sonundaki bu âyetleri okumadan uyusun.”
Âl-i İmrân-2 – Allah o İlahtır ki Kendinden başka tanrı yoktur. Hay O’dur, kayyûm O’dur. [2,255]
el-Hay: “Her zaman var olan, diri olan ezeli ve ebedî hayat sahibi”. el-Kayyûm: “Kendi zâtı ile var olup, zevali olmaksızın kaim olan ve bütün kâinatı varlıkta tutup yöneten”
4 – Eğriyi doğrudan, hakkı batıldan ayırd eden Furkanı da indirdi. Allah’ın âyetlerini inkâr edenlere pek çetin bir azap vardır. Öyle ya, Allah daima azîzdir, (mutlak galiptir, mazlumların) intikamını alır. [2,53; 5,95; 14,47; 39,37; 32,22; 43;41; 44,16] {KM, Tesniye 32,35; Mezmurlar 94,1; Yeremya 51,56}
Furkan: Hakkı batıldan, hayrı şerden, doğruyu eğriden ayıran anlamında olarak Kur’ân-ı Kerimin isimlerinden biridir.
5 – Ne yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.
7 – Bu muazzam kitabı sana indiren Odur. Onun âyetlerinin bir kısmı muhkem olup bunlar Kitabın esasıdır. Âyetlerin bir kısmı ise müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar sırf fitne çıkarmak, insanları saptırmak ve kendi arzularına göre yorumlamak için müteşabih kısmına tutunup onlarla uğraşır dururlar. Halbuki onların hakikatini, gerçek yorumunu Allah’tan başkası bilemez. İlimde ileri gidenler: “Biz ona olduğu gibi inandık. Hepsi de Rabbimizin katından gelmiştir” derler. Bunları ancak tam akıl sahipleri düşünüp anlar ve şöyle yalvarırlar: [13,39; 43,4; 85,22]
9 – “Sen, geleceğinde hiç şüphe olmayan bir günde bütün insanları bir araya toplayacaksın. Allah sözünden asla dönmez.”
10 – Dini inkâr edenlerin ne malları ne de evlatları, müstahak olmaları sebebiyle Allah’ın vereceği cezayı önlemede, kendilerine asla fayda veremezler. İşte onlar cehennemin yakıtıdırlar. [2,24]
11 – Tıpkı Firavun’un ve onlardan daha öncekilerin gidişi gibi. Onlar, âyetlerimizi yalanladılar, Allah da kendilerini cürümleri sebebiyle kıskıvrak yakaladı. Allah’ın cezası pek şiddetlidir.
13 – Birbiriyle karşılaşan iki toplulukta size büyük bir ibret vardı: Bunlardan biri Allah yolunda vuruşuyordu. Diğeri ise kâfir idi. O kâfirler müslümanları, bizzat gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah, dilediği kimseleri nusratıyla destekler. Elbette bunda görecek gözleri olanlar için alınacak ibret vardır. [8,43]
Burada iki ihtimal vardır: 1. Kâfirler, müminleri kendilerinin iki misli görüyorlardı. 2. Mü’minler kâfirleri, kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah böyle yapmakla kâfirlerin müminlerle savaşmalarını önlemek istiyordu. Meali, daha kuvvetli olan birinci tefsire göre verdik.
14 – Kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüş, güzel cins atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin hoşuna giden şeyler insanlara cazip gelmektedir. Bunlar dünya hayatının geçici bir metaından ibarettir. Asıl varılacak güzel yer ise, Allah’ın katındadır. [13,29; 38,25. 40.49]
Bu âyette zikredilen sınıflar meşrû nimetlerdir. Fakat gayr-i meşrû tarafa da sebep olma ihtimali vardır. Meşrû durumda bunları süsleyip cazip gösteren Allah Teâladır. Gayri meşrû olarak süsleyen ise, şeytan ve beşerin cehaletidir. Fena sayıp kınama bu itibarladır. Bu iştah çekici şeyler, dünya hayatını devam ettirmek ve geçip Allah’a gitmek için birer araç olarak verilmişken bunları amaç haline getirmek, Allah katındaki güzel mevkii kaybetmek, büyük ahmaklıktır. Zira böyle yapanlar hayatlarının önemli bir kısmını o zevkleri elde etme hırsı ile yanıp tutuşarak geçirirler. Sonra da onlardan ayrılıp mahrum kalmanın acısını çekerler.
15 – De ki: “Size, ihtirasla istediğiniz o şeylerden çok daha iyisini bildireyim mi? İşte Allah’a karşı gelmekten sakınan müttakiler için Rab’leri nezdinde içinden ırmaklar akan cennetler olup, kendileri orada ebedi kalacaklardır. Hem orada onlara tertemiz eşler ve hepsinin de üstünde Allah’ın rızası vardır. Allah bütün kullarını hakkıyla görmektedir. [24,32]
18 – Allah’tan başka tanrı bulunmadığına şahid bizzat Allah’tır.
Bütün melekler, hak ve adaletten ayrılmayan ilim adamları da bu gerçeğe, aziz ve hakîm (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibi) Allah’tan başka tanrı olmadığına şahittirler.
Gerçek şahit, Allah’tır. Ondan başka hiçbir âlim, ne kendisine, ne de başka varlıklara tamamen şahit değildir. İnsan bilgisinde varlıkların kendilerine uygunlukları izafî, eksik ve sadece muayyen bir yöndendir. İnsanın gerek kendisinde, gerek diğer varlıklarda gerçekten bilebildiği şeyler, Hakk’ın şahitliğini, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak sezebildiği yönlerdir. Mesela: “Güneş vardır” diyen bir şahit bile, aslında, kendisi ile şahitlik ettiği güneş arasında Hak Teâlanın koyduğu ölçüye uymaktan başka bir şey yapmış değildir.
19 – Allah katında hak din, İslâmdır.
O Ehl-i kitabın ihtilafları, kendilerine gerçeği bildiren ilim geldikten sonra, sırf aralarındaki haset ve ihtiras yüzünden olmuştur. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilsinler ki,
Allah onların hesabını çabuk görür. [2,112]
İslâm üç anlama gelir:
1. İtaat edip boyun eğmek. 2. Silm’e, yani barışa girmek, selâmete kavuşmak. 3. İbadette tam samimi olmak, ihlas ile hareket etmek.
20 – Buna karşı seninle münakaşaya kalkışanlara de ki:
“Ben yüzümü, özümü Allah’a teslim ettim. Bana bağlı olanlar da O’na teslim oldular.”
O Ehl-i kitapla, kitap ehli olmayan ümmîlere (müşriklere) de ki: “Siz de teslim olup müslüman olmaya var mısınız?”
Eğer hakka teslim olup İslâma girerlerse doğru yolu bulmuş olurlar.
Yok, eğer yüz çevirirlerse, sana düşen görev, sadece hakkı tebliğdir. Allah kullarını hakkıyla görür.
Bu âyet, Kur’ân’ın bütün insanlığa hitap eden evrensel bir tebliğ olduğunu gösterir. Zira buradaki tasnifin dışında insan topluluğu yoktur. Ehl-i kitap: Hıristiyanlar, Yahudiler gibi kutsal semâvi kitapları olanlar; ümmîler ise: genel olarak müşrikler ve arap müşrikleri gibi kitapsız dinlere mensup olanlardır. Ayırım Arap – Arap olmayan tarzında değil, böyle pek kapsamlı bir tasnif ile yapılmıştır.
21 – Allah’ın âyetlerini inkâr edenleri, nâhak yere peygamberleri öldürenleri, adaleti isteyip yaymak isteyenlerin canlarına kıyanları, can yakıcı bir ceza ile müjdele!
23 – Baksana o kendilerine kitaptan bir pay verilenlere!
Aralarında hakem olması için Allah’ın kitabına dâvet ediliyorlar da, sonra onlardan bir grup yüzçevirerek dönüp gidiyorlar.
Burada şu hâdiseye işaret edilmektedir: Yahudilerden, soylu aileye mensup bir erkekle bir kadın zina etmişlerdi. Kendi şeriatlarına göre recmetmeleri gerekiyordu. Onları kurtarma ümidiyle, daha hafif bir ceza verir düşüncesiyle dâvayı Hz. Peygamber (a.s.)’a getirince o da recim hükmünü verdi. Kabul etmeyip “Bize göre cezaları yüzlerine kara çalıp dolaştırmaktır” dediler. Hz. Peygamber Tevrat’ı getirip okumalarını istedi. Gerçek ortaya çıkınca Tevrat’a göre recmedildiler.
28 – Müminler, müminleri bırakıp, kâfirleri velî edinmesinler.
Kim böyle yaparsa, Allah ile ilişiğini kesmiş olur.
Ancak onlar tarafından gelebilecek bir tehlike olursa başka!
Allah sizi, kendisine isyan etmekten sakındırır.
Dönüş yalnız Allah’adır.
Velî: Hâmi, koruyucu, dost, yönetici, bir kimsenin işlerini deruhde eden, destekleyip yardım eden anlamlarına gelir. Yasaklanan dostluk, kâfirlere gönülden bağlanmak, müminleri bırakıp onlara sevgi beslemektir. Bu, müslüman yöneticilerin, diğer müslümanların aleyhine olmamak şartıyla, kâfirlerle anlaşma imzalamalarına ve meşrû maksadlarda işbirliği yapmalarına mani değildir.
29 – De ki: “İçinizdekini gizleseniz de, açıklasanız da mutlaka Allah onu bilir.
Bütün göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah, her şeye kadirdir.” {KM, Vahiy 2,23}
30 – Gün gelecek, her kişi gerek hayır olarak, gerek kötülük olarak ne işlemişse, hepsini önünde bulacak.
Yaptığı kötülükten bucak bucak kaçmak isteyecek.
Allah sizi, Zatına karşı gelmekten sakındırır.
Doğrusu Allah kullarına karşı pek şefkatlidir.
31 – Ey Resûlüm, de ki: “Ey insanlar, eğer Allah’ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah gafurdur, rahimdir (çok affedicidir, engin merhamet ve ihsan sahibidir).
Allah’ı sevmek, insanın yaratılışının en yüce hedefidir. Dolayısıyla İslâm’ın insanları kendisine doğru sevkettiği en yüksek gayedir. Bu âyet şu kesin kıyası içeriyor: “Eğer Allah’ı seviyorsanız, Habîbullaha uyacaksınız. Ona uyulmazsa demek ki Allah’ı sevmiyorsunuz” Bunun zıddı şudur: “Ben Allah’ı severim, ama emrini dinlemem, O’nun sevdiğini sevmem. O’nu sevenleri, O’nun yolunu gösterenleri, O’nun seçip gönderdiklerini sevmem” demektir ki, bu da: “Ben, kendimden başka hiçbir şeyi sevmem; tevhid yolunda yürümek istemem” demektir.
Bu kâinatı kudret, kemâl ve cemâlinin tecellileriyle böylesine güzel yaratan, bunca nimetleriyle kullarına lütuflarda bulunan Allah, elbette onlardan bir teşekkür bekler. Elbette, insanlar içinde en seçkin birini onlara rehber ve mükemmel bir örnek yapar. Böylece ondaki güzelliklerin, öbür insanlara da yansımasını ister.
32 – De ki: “Allah’a ve Resûlullaha itaat ediniz.
Şayet yüzçevirirlerse, bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” [3,132; 8,1.20.46; 58,13] {KM, Luka 10,16}
33-34 – Gerçek şu ki Allah Âdem’i, Nûh’u, İbrâhim ailesi ile İmran ailesini, birbirinden gelen tek zürriyet halinde bütün insanlardan süzüp onlara üstün kılmıştır.
Allah semî’dir, alîmdir (herşeyi hakkıyla işitir, mükemmel tarzda bilir). [2,47; 66,12] {KM, Çıkış 2,1; 6,20; 15,20}
Bu ailelerden maksat, onların neslinden gelen peygamberlerdir.
Âl: yakınlıkta ve tutulan yolda herhangi bir insana mensup olan kimseler, “âile, hanedan” demektir. Âl-i İbrâhim, 2,124 gereğince ilahî ahdin içinde olanlar, onun zalim olmayan nesli ve özellikle Hz. Muhammed Mustafa (a.s.m) dır. İmran ise: Hz. Îsâ’nın anne tarafından dedesi, yani Hz. Meryem’in babasıdır.
36 – Derken onu doğurunca da: “Ya Rabbî, dedi, ben bir kız doğurdum.
-Zaten Allah ne doğurduğunu pek iyi biliyordu-, erkek evlat, elbette kız gibi değildir.
Ben onun adını Meryem koydum. Onu da, onun neslinden gelecekleri de o mel’un şeytanın şerrinden korumanı niyaz ediyorum.”
37 – Rabbi onu güzellikle kabul buyurdu ve pek güzel bir tarzda yetiştirdi.
Onu Zekeriyya’nın eğitim ve himayesine verdi.
Zekeriyya onun yanına Mâbede ne zaman girse beraberinde yiyecekler bulurdu.
“Meryem! Bu yiyecekleri nereden buluyorsun!” deyince de o: “Bunlar Allah tarafından gönderiliyor. Muhakkak ki Allah dilediğine sayısız rızıklar verir.” derdi.
Mâbed: Âyette mihrab diye geçer. Mâbedin ön tarafında ibadet esnasında imamın durduğu yere denir. Zikr-i cüz irade-i kül (bir bütünün, parçasını söyleyerek tamamını kasdetme) kabilinden mescid ve mabed hakkında da kullanılabilir. Burada maksat, mâbedde merdivenle çıkılan bir mahfel olmalıdır. Hz. Meryem’e rızık geldiğini bildiren bu âyet, kerâmetin hak olduğuna delil teşkil etmektedir.
39 – Zekeriyya mihrabta namaz kılmakta iken melekler kendisine seslenip: “Allah sana, Allah’tan bir kelimeyi tasdik edecek, hem efendi, hem gayet zahid, hem peygamber olacak olan Yahya’yı müjdeler” dediler. [3,45; 4,171]
Müfessirlerin ekseriyetine göre kelimeden maksat, Hz. Îsâ (a.s.) dır. Kün (ol) emri ve kelimesiyle, babasız olarak yaratıldığı için böyle denilmiştir. Bununla beraber başka yorumlar da vardır.
40 – O: “Ya Rabbî, dedi, nasıl benim çocuğum olabilir ki ihtiyarlık başıma çökmüş, hanımım ise kısır hale gelmiştir?”
Allah: “Böyle de olsa, Allah dilediğini yapar” buyurdu.
42 – Hani Melekler dediler ki: “Meryem! Muhakkak ki Allah seni seçti. Seni tertemiz kıldı hatta seni dünyadaki bütün kadınlara üstün kıldı. [7,144] {KM, Hakimler 5,24. Luka 1,42.28}
Onun devrindeki kadınlardan üstün olduğunu gösterir.
45 – Gün geldi, melekler ona: “Meryem! Allah, Kendisi tarafından bir kelime vereceğini sana müjdeliyor.
Adı Îsâ, lakabı Mesih, sıfatı Meryem oğludur.
Dünyada da âhirette de itibarlı, Allah’a en yakın kullardan olacaktır. {KM, Luka 1,26-38; Matta 1,16; Yuhanna 1,41}
Ağızdan çıkan mânalı bir ses veya kitapta yazılı mânalı yazı kelime olduğu gibi, âleme bakıldığı zaman, bakışta seçkinleşen ve gözden gönüle geçip duygu tesiri altında az çok bir mâna telkin eden varlıklar ve görünen yaratıklar da birer kelimedirler ki Hz. Îsâ (a.s.) bunlardan biri idi ve Meryem’e böyle bir te’sir ile gelmişti. Îsâ, Allah’tan bir kelimedir, fakat kelimelerin tümü değildir. Allah’tan bir kelimeye, “Allah’ın bir kelimesi” denebilirse de “Allah” denemez.
47 – Meryem: “Ya Rabbî, bana hiçbir erkek eli değmediği halde nasıl olur da çocuğum olabilir?” deyince, Allah şöyle buyurdu:
“Öyle de olsa, Allah dilediğini yaratır; Zira O, bir şeyin var olmasına hüküm verince sadece “ol” der, o da derhal oluverir.” [2,117; 3,59; 19,35] {KM, Luka 1,34}
49-Allah ona kitabı (yazmayı), hikmeti, Tevrat ve İncîl’i öğretecektir.
Onu İsrailoğullarına resul olarak gönderecek, o da onlara şöyle diyecektir: “Size Rabbiniz tarafından bir mûcizeyle gönderildim:
Ben size çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapar içine üflerim, o da Allah’ın izniyle hemen kuş oluverir.
Keza ben anadan doğma körü ve abraşı iyileştirir, hatta Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim.
Evlerinizde ne yediğinizi ve biriktirip sakladıklarınızı da bilirim.
Eğer inanmaya niyetiniz varsa, elbette bunlarda sizin için alacak dersler vardır. [5,110] {KM, Markos 7,32-35; Matta 15,30; 8,1-3; Luka 17,12-14}
Burada kitab, “kitabet, yazı yazmak” anlamında masdardır. Demek ki Hz. Îsâ yazı yazmasını bilir bir bilgin idi.
50 – Keza ben, benden önceki Tevrat’ı tasdik etmek ve size (Mûsâ Şerîatinde) haram kılınan bazı şeyleri mübah kılmak için geldim.
Doğrusu ben size Rabbiniz tarafından bir mûcize getirdim.
Öyleyse Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin.” [43,63] {KM, Matta 5,17; 15,20}
Hz. Mûsâ (a.s.) dan sonra gelen Benî İsrail peygamberleri, esas itibariyle onun şeriatını uygularlar. Ancak tâli meselelerde, zamanın ihtiyaçlarını gözönünde bulundururlardı. Hz. Îsâ da böyle yapmıştı.
51 – Şüphe yok ki Allah hem sizin, hem de benim Rabbimdir. Öyleyse, yalnız O’na ibadet edin. İşte doğru yol budur. {KM, Yuhanna 20,17; 4,23-24}
52 – Ne zaman ki Îsâ onların inkârlarında ısrar ettiklerini hissetti, “Allah’a giden yolda bana yardım edecek kim var?” dedi.
Havâriler: “Allah yolunda yardımcılar biziz. Biz Allah’a iman ettik. Ey Îsâ, bizim müslüman olup Allah’a itaat ettiğimize sen de şahid ol!” [5, 111-112; 61,14] {KM, Yuhanna 6,66-71}
Havâri: İnsanın en seçkin, en has dostu, yardımcısı mânasına gelir.
54 – Öbürleri ise hileler yaptılar, komplolar hazırladılar.
Allah da onların hilelerini, komplolarını boşa çıkardı.
Allah, hileleri boşa çıkarmakta pek güçlüdür. [8,30; 13,42; 27,50; 86,16]
55 – O zaman Allah şöyle buyurmuştu: “Îsâ! seni öldürecek olan, onlar değil Benim.
Seni Kendi nezdime yükseltecek, seni inkârcıların içinden kurtarıp temize çıkaracak ve sana tâbi olanları ta kıyamete kadar kâfirlere üstün kılacak olan da Benim.
Sonra hepinizin dönüşü Bana olacak.
Ben de aranızda ihtilaf ettiğiniz konularda hükmümü vereceğim. [4,158; 19,56-57]
57 – İman edip makbul ve güzel işler yapanların ise mükâfatlarını tam tamına ödeyecektir. Allah zalimleri sevmez.
59 – Allah yanında Îsâ’nın durumu, aynen Âdem’in durumu gibidir.
Allah Âdem’i topraktan yaratıp “ol” dedi, o da derhal oluverdi.
61 – Artık sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle Îsâ hakkında tartışmaya girerse de ki:
“Haydi gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, hanımlarımızı ve hanımlarınızı ve bizzat kendimizi ve kendinizi çağırıp, sonra da gönülden Allah’a yalvaralım da bu konuda kim yalancı ise Allah’ın lânetinin onların üzerine inmesini dileyelim.”
Bu âyete “mübahele” âyeti denir. Mübahele: “Hangi taraf yalancı ise Allah’ın ona lânet etmesini bütün kalbiyle istemek” demektir. Hicri 9. yılda Necran Hıristiyanlarını temsil eden 70 kişilik heyet, başlarında dinî ve dünyevî liderleri olarak Medineye gelip tartışmıştı. Delilden anlamamaları karşısında Hz. Peygamber (a.s.) mübaheleyi teklif edince, düşünmek için mühlet istediler. Bunu kendileri için tehlikeli bulup kabul etmediklerini bildirmek üzere Hz. Peygamberin yanına geldiklerinde baktılar ki O Hüseyin’i kucağına almış, Hasan’ın elinden tutmuş, Hz. Fatıma ile Hz. Ali’yi arkasına almış “Ben dua edince siz de “âmin” dersiniz diyor. Hey’et başkanı mübaheleyi kabul etmeyip cizye vererek İslâm hâkimiyeti altında yaşamayı benimsediklerini bildirdi. Hz. Peygamber de onlara, kendilerine verilen hakları ve yükümlülükleri bildiren bir emanname yazdı.
62 – İşte sözün doğrusu budur.
Yoksa Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.
Allah hiç şüphesiz azîzdir, hakîmdir. (Mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
63 – Eğer yüz çevirirlerse, muhakkak ki Allah o fesatçıları hakkıyle bilir.
64 – De ki: “Ey Ehl-i kitap! Bizimle sizin aramızda birleşeceğimiz, müşterek ve âdil şu sözde karar kılalım:
“Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim.
O’na hiçbir şeyi şerik koşmayalım, kimimiz kimimizi Allah’ın yanında rab edinmesin.”
Eğer bu dâveti reddederlerse: “Bizim, Allah’ın emirlerine itaat eden müminler olduğumuza şahid olun” deyin.
Bu dâvet, Kur’ân’ın, Hıristiyanlar başta olarak bütün dinlere yönelttiği evrensel bir çağrıdır. Bunda muhtelif milletlerin, farklı dinlerin, çeşitli vicdanların temelli bir vicdanda, hak bir sözde nasıl birleşebilecekleri ve İslâm’ın insanlık âlemine ne kadar geniş, ne kadar açık bir hidâyet yolu, bir hürriyet kanunu öğrettiği görülmektedir.
66 – Haydi diyelim ki az çok bildiğiniz konularda tartışıyorsunuz.
Peki ne diye hakkında bilginiz olmayan hususlarda tartışıyorsunuz?
Halbuki işin doğrusunu Allah bilir, siz bilemezsiniz.
68 – İnsanlar içinde İbrâhim’e en yakın olanlar, ona tâbi olanlar,
bu Peygamber ve bu Peygambere iman edenlerdir.
Allah müminlerin dostudur.
70 – Ey Ehl-i kitap! Siz de yanınızdaki kitaplarda doğruluğuna tanık olup dururken, Allah’ın âyetlerini ne diye inkâr ediyorsunuz?
73-Ey Resûlüm, de ki: Doğru yol, Allah’ın yoludur”
Yine onlar kendi aralarında: “Size verilen vahyin, başkalarına da verildiğine
Veya Rabbinizin huzurunda müslümanların karşı delil getirip sizi mağlup edeceklerine inanmayın” derler.
De ki: “Lütuf Allah’ın elindedir, dilediğine ihsan eder.
Allah Vâsi ve alîmdir (lütfu boldur, her şeyi hakkıyla bilir). [57,29]
74 – Rahmetini, nübüvvetini dilediği kuluna has kılar. Allah büyük lütuf ve inâyet sahibidir.”
75 – Ehl-i Kitaptan öylesi vardır ki kendisine yüklerle altın emanet bıraksan onları sana öder.
Ama öylesi de vardır ki, bir altın bile versen başında dikilip durmadıkça onu sana geri vermez.
Bunun sebebi, onların: “Ümmîler hakkında ne yaparsak mübahtır, ondan dolayı sorumlu olmayız.” demeleridir.
Onlar bile bile, Allah hakkında yalan uydururlar. [3,14]
“Ümmîler” kelimesi ile onlar burada, Yahudi olmayan ve kendi çevrelerinde bulunan “Araplar”ı kasdediyorlardı.
76 – Hakikat öyle değil, kim ahdini yerine getirir ve haramlardan sakınırsa, bilsin ki Allah da o sakınanları sever.
77 – Önemsiz bir menfaat karşılığında,
Allah’a verdikleri ahdi ve yeminlerini bozanların âhirette hiçbir nasipleri yoktur.
Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak.
Onların yüzlerine bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır.
Onların hakkı çok acı bir azaptır.
78 – Ehl-i kitaptan bir kısmı da, aslında kitaptan olmadığı halde,
Sizin kitaptan zannetmeniz için,
Okurken ağızlarını dillerini eğip bükerler (bazı kelimelerin telaffuzunu değiştirirler).
Bir şeyler söyleyip “Bu Allah tarafındandır” derler. Halbuki o, Allah tarafından değildir.
Bile bile Allah adına yalan uydururlar. [2,75]
79 – Allah’ın kendisine kitap, hüküm, nübüvvet verdiği hiçbir insanın kalkıp da halka: “Allah’ın yanısıra bana da kul olun” deme yetkisi yoktur.
Lâkin o insanlara: “Öğretmekte ve okuyup okutmakta olduğunuz kitap sayesinde rabbanî olun” der.
Hüküm: İlim, anlayış gücü, Allah’ın hükmünü infaz etme yetkisi;
Rabbânî: Fakih, âlim, muallim, eğitimci, ilmi ile âmil olan kimse demektir.
81 – Hem Allah, vaktiyle peygamberlerden
“size kitap ve hikmet vermemden sonra,
Sizin yanınızda bulunan kitabı tasdik edici bir peygamber geldiğinde, mutlaka ona inanıp yardımcı olacaksınız”
diye söz almıştır.
Allah: “Bunu kabul ettiniz, bu ağır yükümü sırtınıza aldınız mı?” dediğinde onlar: “Kabul ettik” diye kesin söz verince,
Allah Teâla: “Siz de şahit olun, zaten Ben de sizinle beraber şahitlik edeceğim” buyurdu. [33,7; 7,172]
Yüce Allah bu mîsakı vahy ile almıştır. O, gönderdiği her peygambere, Hz. Muhammed (a.s.) ın vasıflarını bildirmiş ve ona ulaştığı takdirde destek verme sözü almıştır. Ayrıca onların da kendi ümmetlerine bu gerçeği bildirmelerini istemiştir. “Sonra size (…) peygamber geldiğinde” hitabının asıl muhatapları Hz. Peygamberin çağdaşı olan Ehl-i kitaptır.
83 – Göklerde ve yerde bulunan kim varsa, gerek isteyerek, gerek istemeyerek Allah’a itaat ederken,
Hepsi döndürülüp O’na götürülürken,
Onlar kalkıp Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar?
84 – De ki: “Biz Allah’a iman ettik.
Bize indirilen vahye, İbrâhim’e, İsmâil’e İshak’a, Yâkub’a ve torunlarına indirilen
keza Mûsâ’ya, Îsâ’ya, hasılı bütün peygamberlere Rableri tarafından verilen vahiylere de iman ettik.
(Peygamberlikleri noktasında) onlar arasında hiçbir ayrım yapmayız ve biz yalnız Allah’a teslim oluruz. [2,136]
86 – Kendilerine kesin ve açık deliller gelmiş ve Resulün hak peygamber olduğuna şehadet etmiş iken,
imanlarından sonra küfre sapan bir topluluğu hiç Allah hidâyete erdirir mi?
Yok, yok! Allah, zalimler güruhunu cennete giden yola koymaz, emellerine kavuşturmaz.
Zalimler, iradeleriyle küfrü tercih ettikleri müddetçe, Allah onlara hidâyet vermez. Yahut “Onlar kâfir olarak ölürlerse Allah onları, cennete giden yola koymaz” demektir (Nesefi)
87 – Böylelerinin cezası, Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lânetine uğramaktır.
89 – Ancak daha sonra tövbe edip nefislerini ıslah edenler, bu hükmün dışındadır. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
92 – Sevdiğiniz mallarınızdan Allah yolunda harcamadıkça “fazilet” mertebesine ulaşamazsınız.
Bununla beraber her ne infak ederseniz, Allah mutlaka onu bilir.
Birr: “fazilet, iyilik, hayır” demektir. Bu vasfı haiz olan kimseye berr (çoğulu: ebrar) denir. Müminin ibadetinin özünde Allah sevgisi olup O’nun rızasını her şeyden üstün tutmalıdır. Ebrar defterine kaydedilmek için, kişinin sevdiği şeyleri Allah yolunda harcaması gerekir. Yoksa takvâ, bazı şeklî tarafları tamamlamakla elde edilmez.
94 – Artık kim bundan sonra Allah adına yalan söylerse, işte onlar zalimlerin tâ kendileridir.
95 – Sen: “Sadakallah: Allah sözün doğrusunu söyledi.” de.
Haydi bakalım Allah’ı bir tanıyarak İbrâhimin dinine uyun.
Pek iyi bilirsiniz ki o, asla müşriklerden olmamıştı.
97 – Orada apaçık alametler ve deliller, İbrâhimin makamı vardır. Kim Beytullaha girerse korkudan emin olur.
Ziyarete gücü yeten herkese Beytullahı ziyaret etmek, Allah’ın onun üzerindeki hakkıdır.
Nankörlük edip bu hakkı tanımayana Allah’ın hiçbir ihtiyacı yoktur, o bütün âlemlerden müstağnidir. [29,67; 106,3-4]
Kâbede karşılaşılan birçok işaret ve makbuliyet delili vardır. Verimsiz bir yerde olmasına rağmen, orada rızık sıkıntısı çekilmemesi, her taraftan ziyaretçi gelmesi, bütün Arap yarımadasında 2500 yıl kadar öncesinden beri etrafta anarşi sürerken yılda dört ay Kâbe ve çevresinde tam güvenliğin hakim olması, M.S. 571 yılında Kâbeyi yıkmaya gelen Ebrehe ordusunun perişan olması gibi mûcizevi durumlar hatırlatılıyor.
98 – De ki: Ey Ehl-i Kitap, niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz? Halbuki Allah yaptığınız her şeyi görmektedir. {KM, Yeremya 29,23}
99 – De ki: Ey Ehl-i Kitap! Siz gerçeği görüp bildiğiniz halde, niçin Allah’ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek iman edenleri Allah yolundan menediyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
101 – Sizler nasıl küfre dönebilirsiniz ki önünüzde Allah’ın âyetleri okunuyor, aranızda Allah’ın resulü bulunuyor?
Kim Allah’a gönülden sımsıkı bağlanırsa muhakkak ki o doğru yola konulmuştur. [57,8-9]
102 – Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekirse öylece sakının.
Ona lâyık olduğu tazimi gösterin ve ancak O’na teslim olan müslüman olarak can verin.
103 – Hepiniz toptan, Allah’ın ipine (dinine) sımsıkı sarılın, bölünüp ayrılmayın.
Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın:
Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirine ısındırmış ve onun lütfu ile kardeş oluvermiştiniz.
Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten de sizi O kurtarmıştı.
Allah size âyetlerini böylece açıklıyor, ta ki doğru yola eresiniz. [8,63]
İslâm’dan önce Arabistanda insan hayatının hiç değeri kalmamıştı. En ufak sebeple insanlar vicdansızca öldürülüyordu. Kabîle savaşlarının, kan dâvalarının sonu gelmiyordu. Meselâ Medinedeki Evs ve Hazrec kabileleri 120 yıldan beri sürekli savaş halinde idiler. İslâm sayesinde birbirlerinin kardeşi oldular.
107 – Yüzü ak olanlar ise Allah’ın rahmetindedirler. Hem de orada ebedi kalacaklardır.
108 – İşte bunlar Allah’ın âyetleridir ki onları sana hakkı gerçekleştirmen için Biz okuyoruz.
Çünkü şu kesindir ki Allah insanlara zulmetmek istemez.
109 – Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır, ve bütün işler sonunda O’na raci olur, bütün işleri O hükme bağlar.
110 – Ey Ümmet-i Muhammed! Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz:
İyiliği yayar, kötülüğü önlersiniz, çünkü Allah’a inanırsınız.
Ehl-i kitap da bu imana gelseydi, elbette kendileri için iyi olurdu.
İçlerinden iman edenler varsa da ekserisi dinden çıkmış fâsıklardır. [2,143]
Hz. Muhammed ümmetinin ayırıcı özelliği: Tevhid, iyiliği yayma ve kötülüğü önleme olarak bildirilip bu itibarla en hayırlı ümmet vasfını kazandığı vurgulanıyor. İyilik diye çevirdiğimiz ma’ruf: İslâm’ın ve aklın meşrû ve makbul saydığı şeydir. Kötülük, yani münker ise: İslâm’ın ve aklın gayri meşrû, kötü saydığı şeydir. Bu görev, yalnız yöneticilerin değil, imkânlarına göre bütün müminlerindir. Hayırlı ümmet olmak için, çoğunluğun bu vasfı taşıması gerekir. Ehl-i kitabın kınanmasının sebebi, çoğunluğun kötü tarafta yer alıp, az olan iyilerin de bu görevi terketmeleri idi.
112 – Allah’tan gelmiş olan bir ipe ve insanlar tarafından uzatılan bir ipe (sisteme) tutunmaları müstesna,
onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üzerlerine zillet damgası vurulmuştur.
Allah’ın gazabına uğramış, meskenete mahkûm edilmişlerdir.
Bu, onların Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve nahak yere peygamberleri öldürmeleri sebebiyle olmuştur.
Çünkü âsi olmuşlar ve haddi aşmışlardır.
Yani: Onların dünyada elde ettikleri güvenlik, kendileri tarafından kazanılmış değil, başkalarının yardımı sayesinde olmuştur. Onlar bu güvenliği ya Allah’ın hükmüne göre müslümanlardan veya başka sebeplerle gayri müslim devletlerden almaktadırlar.
113 – Ehl-i kitabın hepsi bir değildir.
Onların içinde öyle dosdoğru bir cemaat vardır ki,
Gece saatlerinde Allah’ın âyetlerini okuyarak secdelere kapanırlar. {KM, Mezmurlar 42,9; 77,3; 134,2. Resullerin işleri 16,25}
114 – Bunlar Allah’ı ve âhireti tasdik eder, iyiliği yayar, kötülükleri önler ve hayırlı işlere yarışırcasına koşarlar.
İşte onlar salihlerdendirler. [3,110]
115 – Yaptıkları hayır ve iyiliklerden, mükâfatsız kalan bir tek iyilik bile bulunmayacaktır.
Allah günahlardan korunan takvâ ehlini pek iyi bilir.
116 – Kâfir olanların ne malları ne de evlatları, kendilerini Allah’ın cezasından asla kurtaramaz.
Onlar cehennemlik olup orada ebediyyen kalacaklardır.
117 – O batıl yollarda olanların bu dünya hayatında harcadıkları malların durumu,
Kendi öz canlarına zulmeden kimselerin ekinine isabet eden
Ve o mahsulü kasıp kavuran bir rüzgarın durumuna benzer.
Doğrusu Allah onlara zulmetmedi, ama onlar kendi kendilerine zulmettiler.
Hak dini inkâr eden akımlar değişik de olsalar, batıl olmakta müşterektirler. Bunlar servetlerini sırf dünya için değerlendirirler. Fakat sırf dünyaya yöneldikleri halde dünyayı da doğru dürüst yönetemezler. Zira dünya – âhiret dengesi üzerinde duran fıtrata karşı çıkarlar. Bu sebeple harcamalar dengesiz olur. Tahrib edici silahlanma uğruna milyarlar seferber olur. Yüz milyonlar aç iken böylesi harcamalar yapılır. Fakat sonunda, dünya hayatı bile perişan olur.
119 – İşte siz o kimselersiniz ki o düşmanlarınızı seversiniz,
Halbuki siz bütün kitaplara iman ettiğiniz halde, onlar sizi sevmezler.
Hem huzurunuza geldiler mi “âmenna!” biz de “inandık!” derler. Aralarında başbaşa kaldıkları vakit de, size duydukları kin ve düşmanlık sebebiyle, parmaklarını ısırırlar.
De ki: “Geberin kininizle!” Allah bütün kalplerin künhünü bilir.
120 – Size bir ferahlığın, bir nimetin ulaşması onları tasalandırır.
Bir fenalığın gelmesine ise, âdeta bayılırlar.
Şayet siz sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, onların tuzakları size hiçbir zarar veremez.
Çünkü Allah, elbette onların yaptıklarını ilmiyle, kudretiyle kuşatmıştır.
121 – Hani bir vakit, ey resulüm, sen ailenden sabah erken ayrılmış, müminlere savaş mevzileri hazırlamak için yola çıkmıştın.
Allah, semî ve alîmdir (hakkıyla işitir ve bilir).
Buradan itibaren Uhud savaşı vesilesi ile birtakım ilahî buyruklar, müminlere ebediyyen ders vermek üzere tescil ediliyor. Hicretin 3. yılında Kureyş, müslümanlara göre çok daha üstün bir kuvvetle Medine’ye saldırdı. Savaş pek zorlu geçti. Müslümanlar galip gelmişlerdi ki Hz. Peygamber (a.s.)ın talimatını unutma ve ganimet peşine düşme sonucu, durum değişti. Müslümanlar yetmiş kadar şehid verdiler. Gâlibiyet ortada kaldı. Allah’ın hikmeti, müminlere çeşitli dersler vermek istedi.
122 – Ve hani sizden iki bölük, Allah da kendilerinin yardımcıları olduğu halde, korkarak geri çekilmeye yeltenmişlerdi. Hâlbuki müminlere düşen, yalnız Allah’a dayanıp güvenmeleridir.
Bunlar Beni Seleme ile Beni Hârise olup münafıkların başkanı İbn Übey 300 adamı ile ayrıldığında onlar da tereddüde düşmüşlerdi. İbn Übey, istişare sırasında Medine dışına çıkmamayı önermişti. Hz. Peygamber’in de şahsî görüşü bu şekilde idi. Onun için, gönülsüz olarak Uhud’a çıkmıştı.
123 – Gerçekten, sizler birkaç biçare iken, Bedir’de Allah sizi yardımına mazhar etmişti.
O halde Allah’a karşı gelmekten sakının ki şükretmiş olasınız.
Bedir, Medine’nin 120 km. güneybatısında, Kızıldeniz sahiline 20 km, uzaklıkta, Mekke-Suriye yolu üzerinde bir köydür. Hicrî 2. yıl ramazan ayında vuku bulan savaş müslümanların kesin zaferleriyle sonuçlanmıştı.
126 – Allah bu imdadı sırf size müjde olsun ve kalpleriniz bununla müsterih olsun diye yaptı.
Nusret ve zafer, ancak (mutlak galib, tam hüküm ve hikmet sahibi), azîz ve hakîm olan Allah tarafından gelir. [9,25-27; 47,4; 3,160]
129 – Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır.
O dilediğini affeder, dilediğini cezalandırır. Allah gafurdur, rahimdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
130 – Ey iman edenler! Kat kat faiz yemeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki felah bulasınız. [2,275]
Cahiliye döneminde faizli borçlar vâdesinde ödenmez ve borçlu sürenin uzatılmasını isterse, tefeci borcun miktarını artırır, böylece zamanla faiz, anaparayı geçerdi. Âyet faizi mutlak olarak yasaklamakta olup, kat kat olma şartı o zaman carî olan durumu bildirmektedir. (Bkz. 2,275-276, 278)
132 – Allah’a ve Resulüne itaat edin ki merhamete nail olasınız.
134 – O müttakîler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar,
Kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler.
Allah da böyle iyi davrananları sever.
135 – O müttakiler ki çirkin bir iş yaptıklarında veya kendi nefislerine zulmettiklerinde, peşinden hemen Allah’ı anar, günahlarının affedilmesini dilerler.
Zaten günahları Allah’tan başka kim affeder ki?
Bir de onlar bile bile işledikleri günahlarda ısrar etmez, o günahları sürdürmezler. [9,104; 4,110]
140-141 – Şayet siz yara aldı iseniz, karşınızdaki düşman topluluğu da benzeri bir yara aldı.
İşte Biz, Allah’ın gerçek müminleri meydana çıkarması,
Sizden şehitler edinmesi, müminleri tertemiz yapıp kâfirleri imhâ etmesi için, zafer günlerini insanlar arasında nöbetleşe döndürür dururuz.
Allah zalimleri sevmez.
142 – Allah, sizin içinizden cihad edenlerle sabır gösterenleri ayırd edip meydana çıkarmadan, kolayca cennete girivereceğinizi mi zannettiniz? [2,214; 29,2]
144 – Muhammed, sadece resuldür, elçidir.
Nitekim ondan önce de nice resuller gelip geçmiştir. Şayet o ölür veya öldürülürse,
Siz hemen gerisin geriye dinden mi döneceksiniz?
Kim geri döner, dinden çıkarsa, bilsin ki Allah’a asla zarar veremez.
Ama Allah hidâyetin kadrini bilip şükredenleri bol bol mükâfatlandıracaktır. [33,40; 57,2; 58,29; 61,6]
Bu âyet Uhud savaşında münâfıkların yıkıcı dedikodularına cevap mahiyetindedir. Savaşta Hz. Peygamber (a.s.) ın öldürüldüğü haberi yayılınca müminler üzüldü, münâfıklar ise çeşitli planlar, dinden dönme vs. düşüncelerine girdiler. Cenab-ı Allah ebedi dâvanın fanî şahıslar üzerine bina edilmediğini hatırlatmak üzere böyle buyurmuştur.
Hz. Peygamber (a.s.) ın vefat ettiği gün, o müthiş üzüntü sırasında Hz. Ebû Bekir (r.a) mescide gelerek ashaba şöyle hitap etti: “Bakın! Kim Muhammede tapıyor idiyse, bilsin ki Muhammed öldü. Kim Allah’a tapıyorsa, Allah diridir, asla ölmez” deyip peşinden bu âyeti okuyunca, ashab bu âyeti âdeta tamamen unutmuş olduklarını hayretle görmüşlerdi.
145 – Allah izin vermedikçe hiç bir kişi ölemez.
Bu, belli bir vakte bağlanmış, takdir edilmiştir.
Her kim dünya mükâfatını isterse, kendisine dünyalık birşeyler veririz.
Kim âhiret mükâfatı isterse ona da bundan veririz.
Biz, şükredenleri elbette ödüllendireceğiz. [35,11; 6,2; 42,20; 17,18-19]
146 – Nice peygamberler gelip geçti ki onlarla beraber
Kendisini Allah’a adamış birçok rabbanîler savaştı.
Onlar, Allah yolunda başlarına gelen zorluklar sebebiyle asla yılmadılar,
Zayıflık göstermediler, düşmanlarına boyun da eğmediler.
Allah böyle sabırlı insanları sever.
148 – Allah da onlara hem dünya mükâfatını, hem de o güzelim âhiret mükâfatını verdi.
Allah elbette muhsinleri, hep iyi davrananları sever.
150 – Bilakis sizin mevlânız Allah’tır, ve O yardım edenlerin en hayırlısıdır.
151 – O kâfirler, Allah’ın, tanrılıklarını kabul ettiğine dair hiç bir delil indirmediği bir takım nesneleri Allah’a ortak saydıkları için,
Onların kalplerine korku salacağız.
Onların gidecekleri yer cehennemdir.
Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür!
152 – Allah size yaptığı yardım vaadini gerçekleştirdi:
O’nun izni ile o düşmanlarınızı kırıp geçiriyordunuz.
Allah’ın, size arzuladığınız galibiyeti göstermesine kadar, böylece bu vaad yerine geldi
Ama sonra siz isyan ettiniz, verilen emir hakkında çekiştiniz, yılgınlık gösterdiniz.
O esnada kiminiz dünya menfaatini istiyordu, kiminiz âhiret mükâfatını.
Sonra Allah sizi denemek için, onlara karşı size verdiği desteği geri çekti, bozguna uğradınız.
Bununla beraber sizin kusurlarınızı bağışladı da!
Zaten Allah müminlere bol lütuf ve inayet sahibidir.
Okçuların Hz. Peygamberin talimatını unutarak yerlerinden ayrılmalarındaki hataya işaret edilmektedir.
153 – O vakit siz savaş meydanından hızla uzaklaşıyor,
Dönüp hiç kimseye bakmıyordunuz.
Peygamber ise peşinizden sizi çağırıp duruyordu.
Bunun üzerine Allah, keder üzerine keder vererek sizi cezalandırdı.
Allah’ın sizi affetmesi, ne elinizden gidene, ne de başınıza gelen felakete esef etmemeniz içindir.
Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
154 – Sonra o kederin peşinden üzerinize bir güven duygusu indirdi.
Sizden bir kısmını bürüyen tatlı bir uyku hali verdi.
Bir kısmınız ise can derdine düşmüş,
Allah hakkında Cahiliye devrindekine benzer, gerçek dışı şeyler düşünüyorlar:
“Bu işin kararlaştırılmasında bizim yetkimiz mi var? Ne gezer!” diye söyleniyorlardı.
De ki: “Bütün yetki ve karar Allah’ındır”
Onlar aslında içlerinde, sana karşı açığa vuramadıkları birşeyler saklıyor ve kendi aralarında:
“Bu emir ve komuta işinde bir payımız olsaydı, şimdi burada olmaz, öldürülmezdik” diyorlardı.
De ki: Siz evlerinizde dahi olsaydınız haklarında ölüm takdir edilenler, mutlaka düşüp ölecekleri yerlere doğru çıkacaklardı.
Allah, sizin içinizde olanı sınamak
Ve kalplerinizi her türlü vesveseden ve kirden arındırıp
Pırıl pırıl yapmak içindir ki bunu başınıza getirdi.
Allah sinelerin özünü dahi bilir. [48,12]
Bazı münâfıklar, müslümanlarla birlikte savaşa katıldıklarına pişman olmuşlardı. Aralarında konuşurken: “Yönetimde rolümüz olsaydı, fikrimizle hareket edilseydi, böyle perişan olmaz, bu kadar ölü vermezdik” diyorlardı. Böylece Peygamberimizi itham ediyor, müminlerin de maneviyatlarını bozuyorlardı.
155 – İki ordunun karşılaştığı gün içinizden arkasına dönüp kaçanlar var ya!
İşte onları, işlemiş oldukları birtakım hataları sebebiyle şeytan kaydırmak istemişti.
Allah yine de onları affetti. Çünkü Allah gafurdur, galimdir (çok affedici ve müsamahalıdır).
156 – Ey iman edenler! Dini inkâr edip de Allah için seferde ölen veya gazalarda öldürülen arkadaşları hakkında:
“Bizim yanımızda olsalardı ne ölürler, ne de öldürülürlerdi” diyenler gibi olmayın.
Allah bunu, onların gönüllerinde bir hasret, bir yürek yarası olarak bıraksın diye yaptı.
Hayatı veren de, alan da Allah’tır. Allah bütün yaptıklarınızı görür.
157 – Eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz,
Bilin ki Allah tarafından bir mağfiret ve rahmet, bütün insanların topladıkları mallardan daha hayırlıdır.
158 – Sizler ölseniz de, öldürülseniz de, sonunda Allah’ın huzurunda toplanacaksınız.
159 – İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir.
Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi.
Öyleyse onların kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile,
Ve işleri onlarla müşavere et.
Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah’a tevekkül et. Allah muhakkak ki Kendisine dayanıp güvenenleri sever. [9,128]
Bu âyet istişarenin ne derece önemli olduğunu gösterir. Şöyle ki: Düşman saldırısı karşısında Hz. Peygamber (a.s.) savaş stratejisi konusunda ashabını toplayıp danıştı. Şahsî fikrine göre, şehir dışına çıkmak yerine Medinede kalarak savunma savaşı yapılmalıydı. Karşı görüş taraftarları fazla olunca onların fikrine uyup Uhuda çıktı. Savaş neticesinde bunun iyi sonuç vermediği anlaşıldı. Buna rağmen hemen bu savaş akabinde gelen bu âyet istişareyi emrediyor. Demek ki danışmada büyük bir hayır ve bereket vardır.
160 – Eğer Allah size yardım ederse, size üstün gelecek hiç kimse olamaz.
Şayet o sizi yardımsız bırakırsa, artık O’ndan sonra kim size yardım edebilir ki?
Öyleyse müminler yalnız Allah’a güvenmelidirler.
162 – Allah’ın rıza yolunu tutmuş, o yolda koşan kimse, hiç Allah’ın hışmına uğrayan ve son durağı cehennem olan kimse gibi olur mu?
Ne kötü bir yerdir o cehennem! [13,19; 28,61]
163 – Rıza yolunu tutanlar Allah’ın huzurunda derece derecedirler. Allah insanların yaptığı herşeyi görür.
164 – Gerçekten Allah, kendi içlerinden birini, onlara âyetlerini okuması,
Onları her türlü kötülüklerden arındırması,
Kendilerine kitap ve hikmeti öğretmesi için resul yapmakla,
müminlere büyük bir lütuf ve inâyette bulunmuştur.
Halbuki daha önce onlar besbelli bir sapıklık içinde idiler. [2,129.151; 16,72; 41,6; 25,20; 12, 109]
165 – Hal böyle iken, düşmanlarınızın başına iki mislini getirdiğiniz bir bela sizin başınıza gelince: “Bu nereden geldi?” mi diyorsunuz?
De ki: “Bu felaket sizin yüzünüzdendir” Muhakkak ki Allah her şeye kadirdir.
Uhud’da müslümanlar yetmiş şehit verdiler. Oysa Bedir’de müşrikler 70 ölü, 70 de esir vermişlerdi. Böylece onların kaybı, müslümanlarınkinin iki misli olmuştu.
166-167 – İki ordunun karşılaştığı gün başınıza gelen musîbet Allah’ın izniyle olmuştu.
Bu da O’nun müminleri ayırd etmesi, münafıklık yapanları da meydana çıkarması için idi.
O münafıklara: “Gelin, Allah yolunda savaşın veya hiç olmazsa düşmanınızın size ve ailelerinize saldırmasını önleyin” denildiğinde:
“Biz savaş olacağını bilseydik size katılırdık” dediler.
Doğrusu o gün onlar imandan ziyade küfre yakın idiler. Onlar, ağızlarıyla, kalplerinde olmayan şeyleri söylüyorlardı. Ama Allah onların gizlediklerini pek iyi bilir.
Kureyş ordusunun saldırısı sebebiyle Uhud savaşı öncesinde Hz. Peygamber, ashabı ile istişare etti. Şahsî görüşü, şehir dışına çıkmaksızın savunma yapmaktı. İbn Übeyy de bu görüşte idi. Gençler meydan savaşı isteyip ağır basınca, Hz. Peygamber de ordusunu gönülsüz olarak çıkardı. Onun bu halini ve şahsî fikrini bahane ederek, İbn Übey üç yüz kadar adamı ile ayrılıp Medineye döndüler. Müslümanlar yediyüz kişi olarak Medineyi savunmada yalnız kaldılar. Antlaşma gereği savaşa katılması gereken Yahudiler de, Cumartesine rastlamasını bahane ederek katılmadılar. İbn Übeyy grubuna: “Ahdiniz gereği, gelin Medineyi beraberce savunalım” denilince onlar: “Savaş olacağını sanmıyoruz. Bugün savaşacağınızı bilseydik biz de sizinle savaşırdık!” diyerek çekip gittiler.
Münafıklar bu sözleriyle şunu da kasdetmiş olabilirler: “Harp işinde mahir olanlar, sizin yaptığınıza “savaş” demezler. Sizin yaptığınız, kendinizi tehlikeye atmaktır” (Nesefî).
169 – Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Bilakis onlar hayatta olup, Rab’lerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar. [2,154]
170 – Allah’ın lütfundan ihsan ettiği nimetlere kavuşmaktan dolayı sevinç içindedirler. Arkalarından henüz kendilerine kavuşmayan müstakbel şehitlere, “kendilerine hiçbir korku olmayacağına ve üzüntü hissetmeyeceklerine” dair de müjde vermek isterler.
Hz. Peygamber (a.s.), Uhud şehitlerinin ruhlarının, yeşil kuşların içinde cennette aldıkları zevkleri nakleder ve sonunda: “Keşke Allah’ın bize neler verdiğini kardeşlerimiz bilse de cihattan çekinmeselerdi” demelerine karşılık, Cenab’ı Allah’ın “Sizden taraf Ben onlara bunu tebliğ ederim” buyurup bu âyeti gönderdiğini bildirir.
171 – Onlar Allah’ın nimeti ve lütfu ile ve Allah’ın müminlere olan mükâfatını zayi etmeyeceği müjdesiyle de sevinirler.
172 – Hele o yara aldıktan sonra Allah’ın ve resulünün çağrısına uyup gönül verenlere, hele onlar gibi ihsan ve takvâ sahiplerine pek büyük mükâfatlar vardır.
Uhud savaşından sonra Kureyş ordusu Mekke’ye doğru bir miktar yol aldıktan sonra, müslümanları yerle bir etme fırsatı ellerine geçmişken neden yapmadıklarına esef edip harp konseyi topladılar. Fakat sonuçta Medine’ye hücum kuvvetini kendilerinde bulamayıp Mekke’ye doğru devam ettiler. O sırada Hz. Peygamber de bir saldırı ihtimalini düşünerek Uhud’un ertesi günü “Kureyşi kovalayalım!” emrini verdi. Müminler bitkin, durum kritik olmasına rağmen çağrıya uydular ve Medine’den 15 km. kadar uzakta olan Hamra’ul-esed’e kadar gidip düşmâna göründüler. Üç gün orada kaldılar. Kureyş hücuma cesaret edemedi. Müslümanlar da bir nevi rövanş alarak maneviyatlarını kazandılar. Ayrılırken Ebû Süfyan: “Ertesi sene Küçük Bedir pazarında karşılaşalım” diye söz verdi.
173 – Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine: “Düşmanlarınız olan insanlar size karşı ordu hazırladılar, aman onlardan kendinizi koruyun” dediklerinde, bu tehdit onların imanlarını artırmış ve “Hasbunallah ve ni’me’l-vekil” “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!” demişlerdir. [6,102; 11,12; 39,62]
174 – Sonra da kendilerine hiç bir fenalık dokunmadan,
Allah’tan bir âfiyet, selâmet ve lütuf ile geri döndüler ve Allah’ın rızasına uydular.
Allah çok büyük lütuf ve inâyet sahibidir.
176 – İnkâra koşuşanlar sana kaygı vermesin, Onlar Allah’ın dînine asla zarar veremezler.
Allah onlara âhirette nasip vermemek istiyor. Onlara büyük bir azap vardır.
177 – İmana bedel inkârı tercih edenler Allah’ın dînine hiç bir zarar veremezler ve onlar için gayet acı bir azap vardır.
179 – Allah müminleri içinde bulunduğunuz şu halde bırakacak değildir.
Sonunda temiz ile murdarı ayıracaktır.
Allah sizin hepinizi gayba vakıf kılacak da değildir.
Fakat Allah, resullerinden dilediğini seçer (onu gayba vakıf kılar).
O halde Allah’a ve resullerine iman edin. Eğer iman eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız size büyük mükâfat vardır. [72,26-27]
180 – Allah’ın kendilerine lütfu ile bol bol verdiği nimetlerde cimrilik edip harcamayanlar, sakın bu hali kendileri için hayırlı sanmasınlar. Hayır! Bu, onların hakkında şerdir.
Cimrilik edip vermedikleri malları kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır.
Kaldı ki göklerin ve yerin mirası Allah’ındır.
Allah ne yaparsanız hepsinden haberdardır.
Mal mülk sahipleri, mallarını bırakacak, toprağa yalnız gireceklerdir. Mal mülk asıl sahibine dönecektir.
181 – “Allah fakirdir biz ise zenginiz” diyenlerin sözlerini Allah elbette işitmiştir. Ama Biz onların dedikleri bu sözü
Ve peygamberleri nâhak yere öldürmelerini yazacağız
Ve “Tadın bakalım o yakıcı cezayı!” diyeceğiz. [2,245]
182 – İşte bu sizin ellerinizle işlediğiniz günahların karşılığıdır. Çünkü Allah kullarına haksızlık edecek değildir. [2,95]
183 – Onlar dediler ki: “Allah, ateşin yakıp kor haline getireceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti.”
Onlara cevaben de ki: “Benden önce birçok peygamber açık delillerin (mûcizelerin) yanında, sizin öne sürdüğünüz kurbanı da getirdiler. Peki sözünüzde samimî iseniz, onları niçin öldürdünüz?” [5,27; 2,91] {KM, Levililer 9,23-24; I Kırallar 18,38}
Bu, o Yahudiler tarafından Allah’a iftiradır Tevrat’ta yakılmış kurbanlardan bahsedilmekle beraber (Hakimler, 6,20-21; Levililer 9,24; II Tarihler 7,1-2) bunlar peygamberliğin asıl işaretlerinden sayılmazlar. Bunlar sadece Allah’ın yapılan takdimeyi kabul ettiğini gösteren alâmetlerdir. Onlar güya Hz. Muhammed’in nübüvvetini reddetmek için bu bahaneyi ileri sürdüler. Kur’ân itirazlarını ağızlarına tıkadı, dürüst olmadıklarını şöyle ispatladı: “Söyleyin bakalım: Bu şartınıza uyan Peygamberlerinizi neden öldürdünüz?” (Mesela İlyas (a.s.) a yaptıkları: I Krallar, 18 ve 19)
187 – Vaktiyle Allah Ehl-i kitaptan “Kitabı mutlaka insanlara açıklayıp anlatacaksınız,
Onu asla gizlemeyeceksiniz” diye teminat almıştı.
Fakat onlar bu ahdi önemsemeyerek kulak ardı ettiler, onu az bir bahaya sattılar.
Bakın ne kötü bir alışveriş!
189 – Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allah’ındır ve Allah herşeye kadirdir.
Allah Teâla kullarını; gökleri ve yeri, zaman ve mekânı dolduran kudret, san’at, hikmet harikası sayısız eserlerini tefekküre ve bu şuurla olan ibadete yöneltiyor. Hz. Peygamber bu âyet hakkında şöyle buyurmuştur: “Yazıklar olsun bunu çeneleri arasında çiğneyip de bunun hakkında düşünmeyenlere!”
191 – Onlar ki Allah’ı gâh ayakta divan durarak,
Gâh oturarak, gâh yanları üzere zikreder,
Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler ve derler ki:
“Ey büyük Rabbimiz! Sen bunları gayesiz, boşuna yaratmadın.
Seni bu gibi noksanlardan tenzih ederiz.
Sen bizi o ateş azabından koru!” [4,103; 38, 27] {KM, Tesniye 6,7; 11,19}
195 – Onların Rabbi de dualarına şöyle icabet buyurdu:
“Sizden gerek erkek, gerek kadın hayır işleyen hiçbir kimsenin çalışmasını zayi etmem. Çünkü siz birbirinizdensiniz, birbirinizden farkınız yoktur.
Benim rızam için hicret edenlerin, vatanlarından sürülenlerin,
Benim yolumda işkenceye, zarara uğrayanların,
Benim yolumda savaşanların ve öldürülenlerin,
Elbette kusurlarını örtecek ve elbette onları Allah tarafından mükâfat olarak içinden ırmaklar akan cenetlere yerleştireceğim. En güzel mükâfatlar Allah’ın yanındadır. [2,186; 60,1; 85,8]
198 – Lâkin Rabbine karşı gelmekten sakınanlara
Allah tarafından bir ikram olarak
İçinden ırmaklar akan cennetler var. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
Allah’ın yanında olan mükâfatlar, elbette o hayırlı ve iyi insanlar için daha hayırlıdır.
199 – Ehl-i kitap içinde, Allah’a iman ettikleri gibi, Hakkı tazim ederek hem size hem de kendilerine indirilen kitaba inananlar da vardır elbet.
Onlar Allah’ın âyetlerini, değersiz bir menfaat karşılığında satmazlar.
İşte Rabbi nezdinde mükâfatları olanlar onlardır.
Muhakkak ki Allah hesabı pek çabuk görür. [28,52-54; 2,121; 7,159; 3,113]
200 – Ey iman edenler! Sabredin,
Sabır yarışında düşmanlarınızı geçin,
Cihad için daima hazırlıklı ve uyanık bulunun
Ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki felah bulup başarıya eresiniz.
Allah Teâla bu âyette felah (başarı) sırrını özetlemiştir. 1.Sabır (musîbete karşı sabır, taate devamda sabır ve günahlardan uzak durmada sabır). 2.Sabır yarışında düşmanları geçmek. 3.Cihad için devamlı uyanıklık (cemaatle namaz vesilesiyle birbirine bağlanma, Allah’ın dinini koruma ve yayma konusunda daimî gayret, uyanıklık ve İslâm hudutlarını korumada nöbet tutma.) 4.Allah’ın emirlerine karşı gelmekten sakınmak.
202 – İşte bunlar kazandıkları şeylerin hayır ve bereketlerini fazlasıyla görürler.
Allah hesabı çok çabuk görür.
203 – O sayılı günlerde tekbir getirerek Allah’ı zikredin.
Kim acele edip iki günde dönerse ona vebal yoktur.
Kim geri kalırsa, günahlardan korunduğu takdirde, ona da vebal yok.
Allah’a karşı gelmekten korunun ve bilin ki
Hepiniz neticede diriltilip O’nun huzurunda toplanacaksınız.
Sayılı günler: teşrik günleridir. Teşrik: yüksek sesle tekbir almaktır. Bu günler, kurban bayramının Arefe günü sabahından 4. günü ikindi vaktine kadardır. (9-13 Zilhicce) Sadece bayramın 2,3 ve 4. günleri olarak da tefsir edilmiştir.
204 – İnsanlardan öylesi vardır ki dünya hayatına dair sözleri senin hoşuna gider.
Üstelik sözünün özüne uyduğuna Allah’ı da şahit gösterir.
Halbuki gerçekte o düşmanların en yamanıdır.
205 – Senin yanından ayrılınca, ülkede fesat çıkarmaya çalışır,
Ürünleri ve nesilleri mahvetmek için uğraşır.
Allah, elbette fesadı (bozgunculuğu) sevmez.
Bu âyette ülkenin istikbalinin en önemli iki rüknüne dikkat çekilmektedir. Maddî hayatın, ekonomik hayatın esası ürün, manevî hayatın esası ise yeni nesillerin iyi yetiştirilip eğitilmesidir.
206 – O adama: “Allah’tan kork da fesat çıkarma!” denildiğinde,
Kendini benlik ve gurur kaplar ve bu, onu daha fazla günaha sürükler.
Böylesinin hakkından cehennem gelir.
Gerçekten ne fena yataktır o cehennem!
207 – İnsanlardan öylesi de vardır ki Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder.
Allah da kullarına pek merhametlidir.
209 – Eğer size bunca gerçekler, açık deliller geldikten sonra haktan ayrılırsanız,
İyi bilin ki: Allah son derece güçlü ve onurlu, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
210 – Şeytanın peşinden gidenler ne bekliyorlar?
Onlar akılları sıra, buluttan gölgelikler içinde Allah’ın ve meleklerin gelip,
Haklarındaki hükmün verilmesini, işlerinin bitirilivermesini mi bekliyorlar?
Bütün işler ve hükümler Allah’a aittir. (O insanların keyfine göre iş yapmaz, Kendi bildiğini işler). {KM, Çıkış 19,18; 34,5; Tesniye 4,12}
211 – Sor İsrailoğullarına, onlara nice açık belgeler verdik!
Her kim, Allah’ın kendisine lütfetmiş olduğu nimeti değiştirirse, iyice bilsin ki Allah’ın cezası pek şiddetlidir. [14,28]
212 – Kâfirlere dünya hayatı süslü gösterildi; Bu yüzden iman edenlerle eğlenirler.
Hâlbuki Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, kıyamet günü öbürlerinin üstündedir.
Allah dilediğine hesapsız nimetler verir.
213 – Bütün insanlar bir tek ümmet teşkil ediyorlardı.
Aralarında ihtilaflar başlayınca, Allah onlara içlerinden müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi.
Onların beraberinde, insanlar arasında hükmetmek için, kitap ve hikmeti gönderdi ki, ihtilaf ettikleri konularda aralarında hükmetsin.
Halbuki, o meselelerde anlaşmazlığa düşenler, kendilerine apaçık âyetlerimiz geldikten sonra,
Sırf aralarındaki haset yüzünden ihtilafa düşen Ehl-i kitaptan başkası değildi.
Allah da, onların hakkında ihtilaf ettikleri gerçeği, Kendi izni ile bu iman edenlere bildirdi.
Öyle ya, Allah dilediğini doğru yola eriştirir. [10,19]
İnsanlar dünyaya geldikleri ilk andan itibaren dinsiz ve toplumsuz yaşamış değildirler. Allah insan toplumlarını irşad edecek peygamberler ve kitaplar göndermiş, fakat zamanın geçmesiyle insanlar ihtilafa düşünce yeni peygamberler görevlendirmiştir. Neticede, çeşitli milletlere anlatılan hakikat tekrar anlaşılmaz olunca, bütün milletlere, bütün insanlığa hakkı anlatacak, hepsini “müşterek hak söze” (Ali İmran, 64) dâvet edecek son Peygamberin zuhur ettiğini bu âyet bildirmektedir.
214 – Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara mâruz kalmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?
Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara dûçar oldular, öyle şiddetle sarsıldılar ki,
Peygamber ile yanındaki müminler bile “Allah’ın vaad ettiği yardım ne zaman yetişecek?” diyecek duruma geldiler.
İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.
Bu âyet, ilahi terbiye metodunu açıklamaktadır. Allah’ın rızası ve cenneti ucuz değildir. Gayret, sabır ve sebat imtihanlarından geçmek, böylece pişip bir kıvama ermek gerekir. Allah bu dünyaya sa’y (çalışma) kanununu koymuştur, atalete ve gevşemeye yer yoktur. İşlemeyen demir pas tutar çürür, işleyen demir ışıldar. Dünya rahat yeri değil, hizmet yeridir. Mükâfat yurdu ise âhirettir. Rahat yeri olsaydı Allah en seçkin kulları olan Peygamberlerini burada rahat ettirirdi. Âyet başta Asr-ı saadetteki ashab olarak, kıyamete kadar gelecek müminlerin himmetlerini kamçılamaktadır.
215 – Sana Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar.
De ki: İnfak edeceğiniz mal anne baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış gariplere gidecektir.
Hayır olarak daha ne yaparsanız Allah muhakkak onu bilir.
216 – Hoşlanmasanız da savaş size farz kılındı.
Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur.
Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olur.
Gerçeği Allah bilir, siz bilmezsiniz.
217 – Sana hürmetli ayı ve bu ayda savaşmanın hükmünü sorarlar.
De ki: “O ayda savaşmak büyük bir günahtır.
Fakat insanları Allah yolundan engellemek,
Allah’ı inkâr etmek,
Mescid-i Haram’ı ziyareti yasaklamak,
O mescidin cemaatini yani müslümanları oradan çıkarmak ise,
Allah nazarında daha büyük günahtır.
Dinden döndürmek için işkence, öldürmekten beterdir.
Kâfirler, ellerinden gelse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan geri durmazlar.
Sizden her kim dininden döner ve kâfirlikte devam ederek ölürse, işte onların dünyada da,
Âhirette de yaptıkları boşa gider.
Bunlar cehennemlik olup orada ebedî kalacaklardır.
218 – Onlar ki iman ettiler,
Sonra hicret ettiler
Ve onlar ki Allah yolunda cihad ettiler…
İşte onlar Allah’ın rahmetlerini umarlar.
Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.
219 – Sana şarap ve kumar hakkındaki hükmü sorarlar.
De ki: İkisinde de hem büyük günah, hem de insanlara bazı menfaatler vardır.
Fakat günahları faydalarından daha çoktur.
Bir de senden ne infak edeceklerini sorarlar.
De ki: İhtiyacınızdan artanı harcayın.
Böylece Allah size âyetlerini açıklıyor ki dünya ve âhiret hakkında düşünesiniz. [5,90,91; 4,43] {KM, Tekvin 27,28; Tesniye 11,14; Sayılar 28,14}
Sarhoş edici içkilerle kumar hakkında açık yasaklama bu âyetle başlamıştır. Daha sonra sarhoşken namaz kılma yasaklanmış (4,43), nihaî olarak da kayıtsız olarak haram kılınmıştır. (5,90,91)
220 – Sana yetimler hakkında da soru sorarlar.
De ki: Onların gerek kendilerini, gerek mallarını iyileştirip geliştirmek, elbette hayırlı bir iştir.
Eğer onlara sahip çıkmak için kendileriyle beraber oturmak isterseniz bu da mümkündür; Zira onlar sizin kardeşlerinizdir.
Allah kimin iyileştirme gayesi güttüğünü, kimin de işi bozmayı düşündüğünü pek iyi bilir.
Şayet Allah dileseydi sizi zora koşardı. Muhakkak ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
221 – Müşrik kadınlar iman etmedikçe onlarla evlenmeyin.
Mümin bir cariye, çok hoşunuza giden müşrik bir kadından daha hayırlıdır.
Mümin kadınları da, onlar iman etmedikçe, müşriklere nikâhlamayınız;
Mümin bir köle hoşunuza giden bir müşrikten daha hayırlıdır.
Müşrikler sizi cehenneme dâvet ederler. Allah ise sizi kendi izniyle, cennete ve mağfirete dâvet eder
ve üzerinde düşünüp gerekli dersi alsınlar diye âyetlerini insanlara açıklar. [2,96; 5,5; 60,10] {KM, Çıkış 9,12; Tesniye 7,3-4}
222 – Bir de sana kadınların ay halini sorarlar.
De ki: Bu, bir rahatsızlıktır, Onun için, âdet sırasında kadınlardan geri durun ve onlar temizleninceye kadar, kendilerine cinsel yaklaşmada bulunmayın.
Temizlendikten sonra, Allah’ın izin verdiği şekilde onlara yaklaşın.
Allah tövbe ile kendisine dönenleri sever, temizlenenleri de sever. {KM, Levililer 15,19-30; Hezekiel 18,6}
Cahiliye Arapları ve yahudileri âdet gören kadınlarla birlikte durmaz, beraber yemek bile yemezlerdi. Hıristiyanlar ise ay haline hiç önem vermez, cinsel ilişkide bile bulunurlar. İslâm istikamet ve itidali gösteriyor. Bir nevi hastalık olan o durumda, cinsel ilişkiden kadınları uzak tutup istirahat ettirir. Namaz ve oruçla yükümlü tutmaz.
223 – Eşleriniz sizin nesil yetiştiren tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz şekilde varın.
Kendiniz için ilerisini düşünerek hazırlık yapın.
Allah’ın haram kıldığı şeylerden korunun ve O’nun huzuruna varacağınızı iyi bilin. (Ey Resulüm)! Mü’minleri müjdele!
Sadece şehvet gidermeyi değil, iyi yetişmiş, hayırlı evlat sahibi olmayı hedefleyin. Âyet, soyu devam ettirmenin yanında, çocukları iyi yetiştirmek için birçok zorluklara katlanılacağını da hatırlatmaktadır.
224 – Bir de Allah adına yemin ederek, iyilik etmeye, günahlardan uzak durmaya ve insanların arasını düzeltmeye O’nun adını engel yapmayın.
Allah hakkıyla işitir ve bilir. [24,22; 5,89] {KM, Çıkış 20,7; Tesniye 5,11}
Kasden veya istemeyerek kasdî olmaksızın ağızdan çıkan yeminler, meşrû görevlere engel yapılamaz. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse bir şey hakkında yemin eder de sonra ona aykırı davranmayı daha hayırlı görürse, o hayırlı şeyi yapsın ve yemininden ötürü keffaret versin.”
225 – Allah sizi yeminlerinizdeki yanılmadan dolayı kınamaz, fakat kalplerinizle kasdettiğiniz yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Allah çok affedicidir, cezayı çabuklaştırmaz (tövbe için fırsat tanır).
226 – Eşlerine yaklaşmamaya yemin eden kocaların, dört ay bekleme hakkı vardır.
Şayet kocaları bu süre bitmeden eşlerine dönerlerse bunda mahzur yoktur. Çünkü Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.
Cahiliye arap erkekleri, kadınları sıkıştırmak için yaklaşmamaya yemin eder ve süresiz olarak perişan vaziyette bırakırlardı. Buna îla denir. Kur’ân îlanın azamî süresini dört ay olarak sınırlandırdı. Bu süre içinde birleşme kapılarını açtı: erkek keffâret vererek eşine dönebilir. Fakat dönmemeye kararlı ise, dört ay sonunda eşini serbest bırakmak zorundadır.
227 – Yok eğer boşanmaya azmederlerse, bilsinler ki Allah her şeyi hakkiyla işitir ve bilir.
228 – Boşanmış kadınlar kendilerini tutup yeni bir nikâh yapmadan önce üç âdet beklesinler.
Allah’a ve âhirete iman ediyorlarsa, kendi rahimlerinde Allah’ın önceki evlilikten yaratmış olduğu çocuğu veya hayızı gizlemeleri onlara helâl olmaz.
Kocaları gerçekten barışmak istiyorlarsa, bu iddet müddeti içinde onları tekrar almaya başkalarından daha çok hak sahibidirler.
Erkeklerin hanımları üzerinde bulunan hakları gibi, hanımların da kocaları üzerinde meşrû çerçevede hakları vardır.
Şu kadar ki erkeklerin onların üzerindeki hakları bir derece daha fazladır.
Unutmayın ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir. [4,34; 65,1-4]
229 – Boşama hakkı iki defadır.
Bundan sonra yapılması gereken ya meşrû tarzda güzelce birlikte yaşama yahut, eşini güzellikle salıvermedir.
Ey kocalar, boşama sırasında eşinize daha önce vermiş olduğunuz mehirden herhangi bir miktar geri almanız size asla helâl olmaz;
Fakat Allah’ın koyduğu hudutlarda durmayacaklarından endişe etmeleri hali bunun dışındadır.
Şayet siz de onlar gibi, onların Allah’ın koyduğu hudutlarda duramayacaklarından (evlilik hukukuna riayet edemeyeceklerinden) endişe ederseniz, bu durumda kadının, ayrılmak için meşrû çerçevede hakkından bir şey vermesinde, her ikisi için de bir vebal yoktur.
İşte bunlar Allah’ın tayin ettiği sınırlardır ki sakın onları aşmayasınız, Her kim Allah’ın hudutlarını aşarsa işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
Kadının mal karşılığı ayrılma talebinde bulunmasına hul’ veya muhala’a denir. Cemile, kocası Sabit b. Kays’ı sevemiyordu. Hz. Peygambere gelip: “Vallahi dininde, ahlâkında bir kusurunu görmüyorum. Ancak İslâm’dan sonra küfre dönmek istemiyorum” deyip ayrılma talep etmişti. Bu âyetin inmesi üzerine, kocasından mehir olarak aldığı bahçeyi geri verip hul’ olmuştu. {KM, Tekvin 21,14; Tesniye 24,1; Levililer 22,13. Matta 5,32; 1,19; I Korintos. 7,10-11}
230 – Eğer koca eşini ikinci talaktan sonra üçüncü defa boşarsa, artık başka bir kocaya varıp ondan boşanmadıkça, o kadın ilk kocasına helâl olmaz.
Ama bu ikinci kocası kendi rızasıyla onu boşar ve kadın ile ilk kocası Allah’ın koyduğu evlilik hukukunu yerine getireceklerine inanırlarsa, nikâhla bir araya gelmelerinde bir günah yoktur.
İşte bunlar Allah’ın belirlediği hudutlardır ki bilmek isteyenler için O bunları beyan buyurmaktadır.
231 – Ey kocalar! Eşlerinizi boşar, onlar da iddetlerini bitirirlerse, artık ya onları iyilikle yanınızda tutar, yahut güzellikle salıverirsiniz.
Onların hukukuna tecavüz etmek kasdıyla zarar vermek için eşlerinizi alıkoymayın.
Kim böyle yaparsa kendine zulmetmiş olur.
Sakın Allah’ın âyetlerini şakaya almayın.
Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetleri
Ve sizi irşad etmek gayesiyle indirmiş olduğu kitap ve hikmeti hatırlayın, dile getirin,
Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın her şeyi hakkiyla bildiğini pek iyi bilin.
Koca, eşini boşadıktan sonra, evliliği devam ettirme gayesi ve ümidi yoksa, onu serbest bırakmalıdır ki bir iddetle kurtulsun. Yoksa sırf ona zarar vermek için ilk iddetin sonunda tekrar ona dönüp yine boşamak sûretiyle iki veya üç kere iddet beklemeye mecbur bırakmak haram kılınıyor.
232 – Ey kocalar! Eşlerinizi boşayıp da onlar da iddetlerini tamamladıklarında, kendi aralarında meşrû surette anlaşmaları durumunda, kocaları ile tekrar nikâhlanmaları hususunda onlara baskı yapmayın.
İddet bitiminden sonra eşler tekrar nikâhlanmak isterlerse, kadının akrabaları eski kocasına dönmesini engellememelidirler. Ayrıca koca da üçüncü kere boşadığı eşinin iddeti dolduktan sonra başka bir erkekle evlenmesine mani olmamalıdır.
Sizden Allah’a ve âhiret gününe iman edenlere bununla öğüt verilir.
Böyle yapmak, sizin için daha hayırlı, daha nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.
233 – Anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirsinler. Bu, emzirmeyi mükemmel şekliyle uygulamak isteyenler içindir.
Annelerin, münasip şekilde yiyeceğini giyeceğini sağlamak, babanın görevidir.
Hiçbir kimse takatinin dışında bir görevle yükümlü tutulmaz.
Çocuk yüzünden ne annesi, ne de babası zarar görmemelidir.
Babanın varisine de aynı vazife yaptırılır.
Fakat anne baba aralarında görüşüp anlaşmaya vararak, iki yıldan önce, çocuklarını sütten kesmek isterlerse, kendilerine bir vebal yoktur.
Şayet çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz,
Kendilerine vereceğiniz ücreti münasip tarzda ödemek şartı ile, bunda da size vebal yoktur.
Bununla beraber Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah yaptığınız her şeyi görmektedir.[65, 7]
234 – Sizden eşlerini geride bırakarak vefat edenlerin eşlerinin, evlenebilmek için dört ay on gün iddet beklemeleri gerekir.
Onlar bu sürelerini tamamladıktan sonra, meşrû surette kendi haklarında verecekleri karardan ötürü size bir sorumluluk yoktur. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
Kocası vefat eden kadın, dört ay on gün süre ile görücüye çıkmaz, süslenmez, başka erkeğe nikâh edilmez. Bu süreyi kocasının evinde geçirmesi gerekir. Gerek boşanma, gerek ölüm sebebiyle ayrılmadan sonra, iddet bekleme zorunluluğu, hem kadın, hem de onun yakınları için bir teselli ve alıştırma devresi olması sebebiyle, psikolojik yönden faydalı bir uygulamadır.
235 – Sizden bu hanımlarla evlenmeyi düşünenlerin bu müddet esnasında, onlara bu niyetlerini çıtlatmalarında veya gönüllerinde tutmalarında bir beis yoktur.
Allah sizin onları hatırınızdan geçireceğinizi pek iyi bilmektedir.
Ancak meşrû sözler dışında, onlarla gizlice buluşma hususunda sözleşmeyin.
Bekleme süresi sona ermeden nikâh akdine girişmeyin.
Allah’ın içinizde saklı olan her şeye hakkıyla vakıf olduğunu bilerek O’nun emrine aykırı davranmaktan sakının.
Hem de bilin ki Allah çok affedici, çok müsamahalıdır, cezayı çabuklaştırmaz. [27,74; 60,1]
237 – Bir mehir belirlemiş olarak, kendilerine dokunmadan eşlerinizi boşarsanız, bu takdirde belirlediğiniz mehrin yarısını vermeniz gerekir.
Ancak eşler yahut nikâh bağı elinde bulunan kocalar, gözütok davranırsa başka (Bu durumda kadın mehrinden vazgeçebilir veya erkek mehrin tamamını verebilir).
Ey kocalar, sizin bağışlamanız (müsamaha gösterip mehrin tamamını bırakmanız) takvâya daha uygun düşer.
Birbirinize lütuf ve mürüvvet göstermeyi unutmayın. Allah sizin bütün işlediklerinizi görür.
238 – Namazlara, hele salat-ı vustaya dikkat edin ve kalkın huşû ile Allah’ın divanında durun.
Salat-ı vûstâ hakkında farklı görüşler vardır. Beş vakit namazdan her biri olma ihtimali üzerinde durulmuştur.
Fakat çoğunluk, ikindi namazı olduğu kanaatindedir. Zira ikindi namazı beş vaktin tam ortasındadır. Gece ve gündüz meleklerinin toplanma zamanıdır. Ayrıca günlük meşgalelerin en çok olduğu zamana rastlar. Esasen bir hadis de bunu ifade etmektedir.
Fakat Kur’ân, müphem bırakmakla, bütün namazlara dikkatle devama teşvik etmek istemiştir.
239 – Eğer bir korku halinde iseniz yaya veya binek üzerinde namaz kılın.
Fakat güvenliğe çıktığınızda, bilmediğiniz şeyleri size öğreten Allah’ın öğrettiği gibi ibadetinizi ifa edin.
240 – Sizden geride eşlerini bırakarak vefat edecek kocalar, eşlerinin bir yıl süre ile evden çıkarılmayıp geçimlerinin sağlanmasını şart koşacak şekilde vasiyette bulunsunlar.
Şayet bunlar kendiliklerinden çıkarlarsa bu durumda meşrû surette yapacakları şahsî davranışlarından dolayı size vebal yoktur. Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
242 – Böylece, düşünesiniz diye Allah size âyetlerini iyice açıklar.
243 – Baksana, sayıları binlerce olmasına rağmen ölüm korkusuyla diyarlarını terkedip çıkan kimselere!
Allah onlara:“Ölün!” dedi sonra onları diriltti.
Doğrusu Allah insanlara lütûfkârdır, fakat insanların çoğu şükretmezler.
Bunlar hakkında kesin olmayan rivayetler vardır. Mühim olan şudur: Burada Cenab-ı Allah, bütün bunları hatırlatırken ölümden, Allah’ın hükmü olan vazifeden kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığını ve böyle yapanların, korktuklarına daha çabuk ve daha fecî bir şekilde uğrayacaklarını, hülasa Allah’ın hükmünden kurtulmak için ne ölümden kaçmanın, ne de ölüme koşmanın akıl işi olmadığını bildirmek istemiştir.
244 – Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah her şeyi işitir, herşeyi hakkıyla bilir.
245 – Kimdir o yiğit ki Allah’a güzelce ödünç verir, Allah da onun verdiğinin mükâfatını kat kat artırır.
Allah rızkı kısar da, bollaştırır da.
Zaten hepiniz döndürülüp O’na götürüleceksiniz. [5,12; 57,11.18; 64,17; 73,20] {KM, Süleymanın Meselleri 19,17}
246 – Mûsâ’dan sonra İsrailoğullarının önderlerine dikkat ettin mi?
O vakit onlar aralarındaki Peygambere:
“Ne olur, bize bir hükümdar tayin et de biz de Allah yolunda cihad edelim” demişlerdi.
O cevaben: “Ya savaşma emri size farz kılınır, siz de savaşmazsanız?” deyince
Onlar: “Ne diye Allah yolunda cihad etmeyelim ki
Vatanlarından çıkarılan biz,
Çoluk çocuğundan ayrı düşenler yine biziz.”
Fakat savaşma kendilerine farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, hepsi dönüverdiler.
Allah o zalimleri pek iyi bilir. [KM; Çıkış 24, 1.9; Sayılar 11,16.24-25]
Bu olay, müminlere cihadın zorluklarını anlatmak, dolayısıyla onları bu işi omuzlamaya hazırlamak için anlatılmaktadır. İşaret edilen durum, muhtemelen Samuel Peygamberle ilgilidir. M.Ö. 1000 yıllarında Amalika’lılar İsrailoğullarına saldırıp ülkelerinin bir kısmını işgal etmişlerdi. Halk Samuel’e başvurmuştu. (Bkz. KM, Eski Ahit, I. Samuel, 7,8 ve 12. bölümler)
247 – Peygamberleri onlara dedi ki: “Allah size hükümdar olarak Talut’u tayin etti.”
Onlar ise: “Biz hükümdarlığa ondan daha lâyık iken nasıl olur da o bize hükmedebilir ki!
Üstelik servetten de nasibi fazla değil!” dediler.
Peygamber şöyle cevap verdi: “Allah onu size üstün kıldı, ona geniş ilim ve sağlam bir vücut verdi.
Allah hâkimiyeti dilediğine verir.
Allah’ın lütfu boldur, her şey gibi kabiliyet ve liyakatları da bilir.” [KM, I Samuel 9,17; 10,27; 9,2]
249 – Talut ordusunu harekete geçirip sefere çıkınca askerlerine şöyle dedi:
“Allah sizi, bir ırmakla imtihan edecektir. İmdi onun suyundan içen benden sayılmayacak;
Sadece avucuyla aldığı mikdar muaf olmak üzere,
Kim onun suyunu tatmazsa o da benden sayılacaktır.”
Derken onların pek azı hariç, varır varmaz ondan içtiler.
Talut ile yanındaki müminler ırmağı geçince
O vakit beri yanda kalanlar “Bugün bizim Câlut ve ordusuna karşı duracak takatimiz yoktur” dediler.
Ölümden sonra diriltilip Allah’ın huzuruna çıkacaklarını bilenler ise şöyle dediler:
“Nice küçük topluluklar vardır ki, Allah’ın izniyle, büyük cemaatlere galip gelmiştir.
Doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir.” [KM, Hakimler 7,4-7]
251 – Derken Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar.
Dâvud Câlut’u öldürdü,
Allah ona hükümdarlık ve hikmet verdi ve dilediği birçok şey öğretti.
Eğer Allah bazı insanların şerrini bazıları ile önlemeseydi dünyadaki nizam bozulurdu.
Lâkin Allah âlemlere büyük lütuf ve inayet sahibidir. [KM, II Samuel 5,3. I Korintos.11,3]
Allah insanları irade sahibi olarak yaratmıştır ve böyle yaratması sırf rahmet ve hikmettir. Fakat bu iradeler serbest bırakılır da birbirleriyle ölçülü hale getirilmez ve hiçbir direnişle karşılaşmazlarsa, çalışma zahmetine katlanmaz, önüne geleni çiğnemeye çalışırlar.
Savunma ve karşı koyma olmayınca da saldırı, yolların en kısası ve doğru yol olmuş olur. O zaman da insan adına bir şey kalmaz, yeryüzünün nizamı bozulur. Ama Allah bu bozulmaya razı olmaz. Düzenin, bozukluğu ortadan kaldırması için, hayırlı insanların, bozgunculuk çıkaranları defetmeleri lâzımdır.
252 – İşte bunlar Allah’ın âyetleri olup Biz sana onları dosdoğru bildiriyoruz.
Sen elbette gönderilen resûllerdensin.
253 – İşte şimdiye kdar zikrettiğimiz resullerden kimini kimine üstün kıldık.
Allah onlardan bazısına hitap buyurdu, bazısını birçok derecelerle yükseltti.
Meryem’in oğlu Îsâ’ya da o açık belgeleri, mûcizeleri verdik ve onu Rûhulkudüs ile destekledik.
Eğer Allah dileseydi, kendilerine açık delillerin gelmesine rağmen, onların, peşlerinden gelenler birbirleriyle savaşmazlardı.
Lâkin ihtilafa düştüler de onlardan bir kısmı iman, bir kısmı ise inkâr etti.
Şayet Allah dileseydi onlar birbirleri ile savaşmazlardı, lâkin şu var ki Allah dilediği her şeyi yapar. [17,55]
255 – Allah o İlahtır ki Kendisinden başka ilah yoktur.
Haydır, kayyûmdur kendisini ne bir uyuklama, ne uyku tutamaz.
Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur.
İzni olmadan huzurunda şefaat etmek kimin haddine?
Yarattığı mahlûkların önünde ardında ne var, hepsini bilir.
Mahlûklar ise O’nun dilediğinden başka, ilminden hiçbir şey kavrayamazlar.
O’nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır.
Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na ağır gelmez, O öyle ulu, öyle büyüktür. [19,93-95; 53,26; 21,28; 20,110] [KM, Tesniye 5,26; Tekvin 21,33; Çıkış 3,15]
Hay: Her zaman var olan, diri olan, ezelî ve ebedî hayat sahibi.
Kayyûm: Kendi zâtı ile var olup, zeval bulmayan ve bütün kâinatı varlıkta tutup onları yöneten, demektir.
Bu âyete Âyetü’l-kürsî denilir. Bu ayet, Allah’ın hükümranlığının son derece açık ve özet bir anlatımını ihtiva eder. Fazilet ve sevabına dair hadisler vardır. Ezcümle: “Kur’ân’da en büyük âyet, Âyetü’l-kürsî’dir. Bunu kim okursa Allah o saat bir melek gönderir, ertesi güne kadar iyiliklerini yazar ve günahlarını siler. İçinde okunduğu evi şeytan otuz gün terkeder. O eve kırk gün sihir ve sihirbaz giremez. Ey Alî! Bunu evladına, ailene ve komşularına öğret”
256 – Dinde zorlama yoktur.
Doğru yol, sapıklıktan, hak batıldan ayrılıp belli olmuştur.
Artık kim tağutu reddedip Allah’a iman ederse,
işte o, kopması mümkün olmayan en sağlam tutamağa yapışmıştır. Allah her şeyi işitir, bilir. {KM, Matta 10,34; Luka 19,27; I Korintos 15,25}
Dini, kişinin kendi tercihi ile seçmesi gerekir. Dinin özelliği zorlamak değil, bilakis zorlamadan korumaktır.
257 – Allah iman edenlerin yardımcısıdır, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.
İnkâr edenlerin dostları ise tağutlar olup onları aydınlıktan karanlıklara götürürler.
İşte onlar cehennemlik kimselerdir ki orada ebedi kalacaklardır. [5, 16; 6,1-153; 14,1.5; 33,43; 57,9; 65,11]
258 – Allah kendisine hükümdarlık verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrâhim ile tartışan kişinin haline bir baksana!
İbrâhim ona: “Benim Rabbim hayatı veren ve hayatı alandır” deyince O: “Ben de yaşatır ve öldürürüm” dedi.
Bunun üzerine İbrâhim: İşte Allah güneşi doğudan doğuruyor, haydi sen de batıdan doğdur bakalım”, der demez kâfir donakaldı.
Zaten Allah zalimleri hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz. {KM, Tesniye 32,39}
259 – Yahut şu kimsenin hali gibi ki o bir şehre uğramıştı.
Şehrin altı üstüne gelmiş, ıpıssız yatıyordu.
“Allah burayı bu ölümünden sonra nasıl diriltecek?” dedi.
Bunun üzerine Allah onu yüz yıl boyunca öldürüp sonra diriltti.
“Ölü vaziyette ne kadar kaldın?” diye sorunca o: “Bir gün veya daha az” diye cevap verdi.
Allah ona: “Hayır! yüz sene kaldın.
İşte yiyeceğine ve içeceğine bak henüz bozulmamış.
Bir de merkebine bak! (Kemikleri nasıl birbirinden ayrılmış) seni de insanlara canlı bir delil yapmak için öldürüp dirilttik.
Hele o kemiklere dikkat et, onları nasıl birleştirip yerli yerine koyuyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz!”
Böylece işin gerçeği kendisine tam mânasıyla belli olunca:
“Artık pek iyi biliyorum ki Allah her şeye kadirdir” dedi. {KM, Hezekiel 37,6}
260 – Bir vakit de İbrâhim: “Ya Rabbi, ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin?” demişti.
Allah: “Ne o, yoksa buna inanmadın mı?” dedi.
İbrâhim: “Elbette inandım, lâkin sırf kalbim tatmin olsun diye bunu istedim” diye cevap verdi.
Allah ona: “Dört kuş tut, onları kendine alıştır. Sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça koy.
Sonra da onları çağır. Koşa koşa sana geleceklerdir. İyi bil ki Allah azizdir, hakîmdir. (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir). {KM, Tekvin 15,9-10.17}
261 – Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak verip her başağında yüz tane bulunan bir tanenin haline benzer.
Allah dilediğine kat kat fazlasını da verir. Allah’ın lütfu geniştir, ilmi her şeyi kaplar.
262 – Mallarını Allah yolunda harcayıp da infaklarının ardından minnet etmeyenler, rahatsızlık vermeyenler yok mu!
İşte onların Rab’leri katında mükâfatları vardır.
Onlara hiç bir endişe yoktur ve onlar üzüntü de duymayacaklardır.
263 – Bir tatlı söz, bir kusur bağışlama, peşinden incitme gelen maddî yardımdan (sadakadan) çok daha iyidir.
Zira Allah ganî ve halîmdir (sizin sadakalarınıza muhtaç değildir, çok müsamahalı olup cezayı çabuk vermez).
264 – Ey iman edenler! Sadaka verdiğiniz kimselere minnet etmek, incitmek sûretiyle o sadakalarınızı boşa çıkarmayın.
Allah’a da, âhirete de inanmadığı halde sırf insanlara gösteriş yapmak için malını harcayan kimsenin durumuna düşmeyin.
Onun durumu, üzerinde toprak bulunan kaygan bir kayaya benzer ki, şiddetli bir yağmur olur olmaz toprağı kayıverir, cascavlak kalır.
Öyleleri işledikleri hiçbir şeyden sevap ve mükâfat elde edemezler.
Zira Allah inkârcılar gürûhunu hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz. [4,38.142] {KM, Matta 6,2.5; II Korintos 9,7}
265 – Allah’ın rızasını kollamak
Ve ruhlarındaki imanı kökleştirmek için
Mallarını harcayanların durumu ise,
Bir tepedeki güzel bir bahçenin haline benzer.
Bir bahçe ki ona bol yağmur yağar, meyvelerini iki kat verir.
Bol yağmur düşmese de hafif bir yağmur, bir çisinti de yetişir.
Allah ne yaparsanız hepsini görür.
266 – Sizden herhangi biriniz hiç arzu eder mi ki:
Kendisinin hurmalığı ve üzüm bağı bulunsun:
Bahçede dereler akıyor, içinde her türlü mahsulâtı bulunuyor.
Ama kendisinin üstüne de ihtiyarlık çökmüş ve elleri ermez, güçleri yetmez, bakıma muhtaç küçük çocukları var.
Derken… Ateşli bir kasırga kopsun da bağı kasıp kavursun?
İşte Allah âyetlerini size böyle apaçık bildirir. Olur ki iyi düşünürsünüz. [59,21]
267 – Ey iman edenler! Kazandığınız şeylerin ve yerden sizin faydanız için bitirdiğimiz ürünlerin
Temiz ve güzel olanlarından Allah yolunda harcayın.
Siz göz yummadan, içinize yatmaksızın almayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkmayın.
İyi bilin ki: Allah ganidir, hamîddir (kimseye ihtiyacı yoktur, bütün övgülere layıktır). [22,37]
268 – Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur, sizi cimriliğe ve çirkin şeylere teşvik eder.
Allah ise kendi katından bir af ve lütuf vaad buyurur.
Allahın ihsanı geniştir, her şeyi hakkıyla bilir.
270 – Harcadığınız her şeyi, adadığınız her adağı, Allah mutlaka bilir ve mükâfatını verir.
Fakat zalimlerin âhiret’te yardımcıları olmaz.
271 – Allah rızası için yaptığınız maddî yardımlarınızı açıkça verirseniz ne güzel!
Ama bu hayırlarınızı saklı tutar ve muhtaçlara ulaştırırsanız,
Bu sizin için daha hayırlı olur
Ve Allah bu sebeple bir kısım günahlarınızı affeder.
Allah, yaptığınız bütün şeylerden haberdardır.
Zekâtı açıktan, diğer yardımları ve sadakaları ise gizli vermek en iyisidir. Aynı prensip diğer ibadetler için de geçerlidir. Farzlar, teşvik için, açıktan yapılmalıdır.
272 – Onları hak yola getirmek senin görevin değil, lâkin Allah’tır ki dilediğini doğru yola getirir.
Hayır olarak yaptığınız her harcama sadece kendiniz içindir.
Zaten siz Allah rızasını aramaktan başka bir gaye ile infak etmezsiniz.
İşlediğiniz her hayrın mükâfatı size tamamen verilir ve sizin hakkınız yenmez. [6,52; 18,28; 30,38-39; 76,9]
273 – Bu yardımlar, kendilerini Allah yoluna vakfeden yoksullar içindir.
Bunlar yeryüzünde dolaşıp geçimlerini sağlama imkânı bulamazlar.
Halktan istemekten geri durmaları sebebiyle, onların gerçek hallerini bilmeyen kimse, onları zengin sanır.
Ey Resûlüm, sen onları simâlarından tanırsın.
Onlar yüzsüzlük ederek halktan bir şey istemezler.
Şunu bilin ki, hayır adına her ne verirseniz mutlaka Allah onu bilir.
Sadakalar din uğrunda kendilerini ilime, cihada adamış, Allah yolunda meşguliyetlerinden veya hastalık ve acizlik gibi engellerden dolayı nafakalarını kazanamayan fakirler içindir.
Bu âyet’te Allah Teâla, kendilerini tamamen İslâm hizmetine adamış, bu sebeple geçimlerini kazanamayan müminlere yardımcı olunmasını istemektedir. Ashab-ı Suffa (r.a) bu sınıfın başında gelirdi. Efendimiz (a.s.m) onlara İslâmı öğretir, başkalarına da öğretmek ve diğer hizmetler için onları hazır kuvvet olarak bulundururdu.
275 – Faiz yiyenler tıpkı şeytanın çarptığı kimsenin uykudan kalkışı gibi kalkarlar.
Bu, onların “Alış veriş de faiz gibidir” demelerindendir.
Halbuki Allah alış verişi mübah, faizi ise haram kılmıştır.
Her kime Rabbinden bir talimat gelir, o da faizden vazgeçerse, daha önce yaptığı muamele kendisi için geçerlidir, hakkındaki hüküm de Allah’a aittir.
Her kim tekrar faizciliğe başlarsa, işte onlar cehennemliktir, hem de orada ebedi kalacaklardır. {KM, Çıkış 22,24; Levililer 25,36-37; Tesniye 23,20}
Tarihe bakılırsa anlaşılır ki: İnsan toplumlarındaki bütün karışıklıkların, ihtilafların sebebi şu iki kelimedir: 1-”Sen çalış ben yiyeyim.” 2- “Ben doyduktan sonra, başkasının ne hali varsa görsün.” İslâm birinci tutumu faizi haram kılarak, ikinciyi zekâtı farz kılarak ortadan kaldırır. Topluma huzur, barış, denge ve refah getirir.
Faizi alan da, veren de psikolojik ve sinirsel yönden yıpranır. Faizle para verenin aklı fikri parasında kalır, parasının dönmemesi tehlikesini yaşar. Borçlu ise paranın aslını ödemesi bile zorken, üstelik ağır bir faiz yükü ödeme angaryası sebebiyle yıpranır. Tansiyon ve kalb rahatsızlığı durumları ortaya çıkabilir. İktisat uzmanlarına göre kazanç yolları dört olup bunlardan üçü üretken, dördüncüsü değildir. Emek, sanat ve ticaret, bir de risk faktörü üretkendir. Zira eşyayı üretim yerinden tüketim yerlerine sevketmekle riske mâruz kalır, değeri artar. Dördüncü yol faiz olup üretken değildir. Faizde risk yoktur. Zira borç, zarar tehlikesine mâruz değildir. Geri dönmesi garantili sayılmaktadır. Emek, zekâ ve maharetin semereleri, faiz kanallarından faizcilerin ellerinde toplanarak servet, tekelleşmeye gider. Fakirlik, işsizlik artar. İşsizlerde öfke yükselir, yağma hevesi ortaya çıkar. Toplumsal patlama başlayınca, faizciler cin çarpmış gibi sendeler, bütün emelleri altüst olur.
276 – Allah faizin bereketini eksiltir, zekât ve sadakaları ise nemalandırır.
Hem Allah kâfirlikte ileri giden, günahta ısrarlı hiç bir kimseyi sevmez.
277 – İman eden, makbul ve güzel işler yapanların, namazı hakkıyla ifa eden, zekât verenlerin…
İşte onların, Rab’leri nezdinde mükâfatları vardır.
Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. [5,100; 8,37; 30,39]
278 – Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve eğer mümin iseniz geri kalan faizi terkedin.
279 – Eğer böyle yapmazsanız Allah ve Resûlü tarafından size savaş açıldığını biliniz.
Eğer faizcilikten tevbe ederseniz, sermayeleriniz sizindir.
Böylece ne haksızlık eder, ne de haksızlığa uğrarsınız.
281 – Öyle bir günde rüsvaylıktan sakının ki,
O gün Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız,
Sonra her kişiye kazandığının karşılığı tamamen ödenecek
Ve kendilerine asla haksızlık edilmeyecektir.
282 – Ey iman edenler! Belirli bir vâdeye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman onu kaydedin.
Aranızda doğrulukla tanınmış bir kâtip onu yazsın.
Kâtip, Allah’ın kendisine öğrettiği gibi (adalete uygun olarak) yazmaktan kaçınmasın da yazsın.
Üzerinde hak olan borçlu kişi akdi yazdırsın, Rabbi olan Allah’tan sakınsın da borcundan hiçbir şey noksan bırakmasın.
Eğer üzerinde hak olan borçlu, akılca noksan veya küçük veya yazdırmaktan âciz bir kimse ise,
Onun velisi adalet ölçüleri içinde yazdırsın.
İçinizden iki erkek şahit de tutun.
İki erkek bulunmazsa o zaman doğruluklarından emin olduğunuz bir erkek ile iki kadının şahitliğini alın.
(Bir erkek yerine iki kadının şahit olmasına sebep) birinin unutması halinde ikincisinin hatırlatmasına imkân vermek içindir.
Şahitler çağırıldıklarında, şahitlikten kaçınmasınlar.
Siz yazanlar da, borç az olsun, çok olsun, vâdesiyle birlikte yazmaktan üşenmeyin.
Böyle yapmak, Allah katında daha âdil, şahitliği ifa etmek için daha sağlam ve şüpheyi gidermek için daha uygun bir yoldur.
Ancak aranızda hemen alıp vereceğiniz peşin bir ticaret olursa, onu yazmamakta size bir günah yoktur.
Alış veriş yaptığınız zaman da şahit tutun.
Ne kâtip, ne de şahit asla mağdur edilmesin.
Bunu yapar, zarar verirseniz, doğru yoldan ayrılmış, Allah’a itaatin dışına çıkmış olursunuz. Allah’a itaatsizlikten sakının.
Allah size en uygun tutumu öğretiyor. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilir. [8,29; 57,28] {KM, Tesniye 19,15.Matta 18,16; Yuhanna 8,17}
Kadınlarda duygusallık kuvvetli, hafıza kuvveti erkeklere göre biraz daha azdır. Hafızası erkeklerin çoğundan kuvvetli olan bazı kadınlar bulunabilir. Fakat hüküm kişilere göre değil, cinse göre, genel duruma göre verilir. Onun için, tek kadın değil de iki kadın şartı aranmaktadır. Fakat bu hüküm, genelde kadınların meşguliyet alanları olmayan ticaret alanındadır. Yoksa erkeklerin alanına girmeyen sahalarda tek başına iki kadının, hatta duruma göre tek kadının şahitliği yeterli sayılır.
Kur’ân-ı Kerim’in bu âyet’i, nüzül ortamından çok ileri bir safhada insanlığın varacağı hukukî ve ticarî kurumları gözönünde bulundurmuş ve noterlik kurumunu tesis etmiştir. Okuma yazma bilenlerin bile son derece az olduğu, yazı malzemesi olarak kâğıdın bile bulunmadığı bir ortamda, çok ileri medenî toplumlarda ihtiyaç duyulacak kurumları başlatmak, Kur’ân’ın evrensel boyutunun delillerinden biridir.
Hakların böylece kaydedilmesinden şu üç fayda elde edilir: 1. Adalete ve istikamete en uygun iş yapılır. 2. Şahitliğin ifası en güzel şekilde yapılır. 3. Şüpheyi gidermede en uygun yol seçilmiş olur.
283 – Eğer yolculuk halinde iseniz ve kâtip bulamazsanız, o takdirde borç karşılığına rehin alırsınız.
Şayet kiminiz kiminize itimad ederse, güvenilen kimse Rabbi olan Allah’tan korksun da
Üzerindeki emaneti ödesin.
Bir de şahitliği, görüp bildiğinizi gizlemeyin.
Bildiğini gizleyenin kalbi günahkâr olur.
Allah her ne yaparsanız bilir. [5,106; 4,135]
284 – Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır.
Ey insanlar! Siz içinizdeki şeyleri açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onlardan dolayı hesaba çeker.
Sonra dilediğini affeder, dilediğini azaba uğratır.
Doğrusu Allah her şeye kadirdir.
Bu âyet Bakara sûresinin dördüncü maksadı olan “ihsan” maksadını gerçekleştirir. Böylece, şimdiye kadar bildirilen hükümlerin müeyyidesi, yani dayandığı kuvvet belirtilir. Sûre mukaddimeden sonra iman hakikatlerini, İslâma dâveti ihtiva etmişti. Din binasının çatısı ve en güzel süsü ise, Allah’ı görüyorcasına bir hayat sürmek, ihsan makamına çıkmaktır.
285 – Peygamber, Rabbi tarafından kendisine ne indirildi ise ona iman etti, müminler de.
Onlardan her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve resullerine iman etti.
“O’nun resullerinden hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz” dediler ve eklediler:
“İşittik ve itaat ettik ya Rabbenâ, affını dileriz, dönüşümüz Sanadır”.
286 – Allah hiç bir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz.
Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği fenalık da kendi aleyhinedir.
Ya Rabbenâ! Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma.
Ya Rabbenâ! Bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme.
Ya Rabbenâ! Takat getiremeyeceğimiz şeylerle bizi yükümlü tutma.
Affet bizi, lütfen bağışla kusurlarımızı, merhamet buyur bize!
Sensin Mevlâmız, yardımcımız! Kâfir topluluklara karşı Sen yardım eyle bize! [6,152; 7,42; 23,62]
Bu iki âyet, bu uzun sûrenin hatimesidir. Dinin bütün esaslarına temas edildikten sonra sıra mühür basmaya gelmiştir. Sûrenin mukaddimesinde, bu Kitaba iman edip emirlerini tutacak olanların hidâyet ve felah bulacakları bildirilmişti. İşte hatimesi de ona iman eden cemaatın oluştuğunu ve Rablerinin onlara karşı muamelesini bildirmektedir.
Hz. Peygamber (a.s.m), bu hatimenin faziletine dikkat çeken hadisler buyurmuştur: 1.”Her kim geceleyin Bakara sûresinden bu iki âyeti okursa ona yeter.” 2.Allah Teâla Bakara sûresini iki âyetle sona erdirdi ki, bunları bana, Arş’ın altındaki bir hazineden verdi. Bunları öğreniniz, kadınlarınıza, oğullarınıza belletiniz, öğretiniz. Çünkü bunlar hem salâttır (namazdır), hem duadır, hem Kur’ân’dır.” 3.Hz. Ömer ile Hz. Ali (r.a) demişlerdir ki: “Aklı başında hiçbir adam görmezdim ki, Bakara sûresinin sonundaki bu âyetleri okumadan uyusun.”
Âl-i İmran-2 – Allah o İlahtır ki Kendinden başka tanrı yoktur. Hay O’dur, kayyûm O’dur. [2,255]
el-Hay: “Her zaman var olan, diri olan ezeli ve ebedî hayat sahibi”. el-Kayyûm: “Kendi zâtı ile var olup, zevali olmaksızın kaim olan ve bütün kâinatı varlıkta tutup yöneten”
4 – Eğriyi doğrudan, hakkı batıldan ayırd eden Furkanı da indirdi. Allah’ın âyetlerini inkâr edenlere pek çetin bir azap vardır. Öyle ya, Allah daima azîzdir, (mutlak galiptir, mazlumların) intikamını alır. [2,53; 5,95; 14,47; 39,37; 32,22; 43;41; 44,16] {KM, Tesniye 32,35; Mezmurlar 94,1; Yeremya 51,56}
Furkan: Hakkı batıldan, hayrı şerden, doğruyu eğriden ayıran anlamında olarak Kur’ân-ı Kerimin isimlerinden biridir.
5 – Ne yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.
7 – Bu muazzam kitabı sana indiren Odur. Onun âyetlerinin bir kısmı muhkem olup bunlar Kitabın esasıdır. Âyetlerin bir kısmı ise müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar sırf fitne çıkarmak, insanları saptırmak ve kendi arzularına göre yorumlamak için müteşabih kısmına tutunup onlarla uğraşır dururlar. Halbuki onların hakikatini, gerçek yorumunu Allah’tan başkası bilemez. İlimde ileri gidenler: “Biz ona olduğu gibi inandık. Hepsi de Rabbimizin katından gelmiştir” derler. Bunları ancak tam akıl sahipleri düşünüp anlar ve şöyle yalvarırlar: [13,39; 43,4; 85,22]
9 – “Sen, geleceğinde hiç şüphe olmayan bir günde bütün insanları bir araya toplayacaksın. Allah sözünden asla dönmez.”
Muhkem: Anlamı açık, kesin, ifade ettiği mâna tek olup, açıklanması için başka delile ihtiyaç olmayan demektir. Müteşabih: Birden fazla mâna ihtimali olduğundan, anlaşılması için başka delile ihtiyaç hissettiren, mânası hakkında kesin bir hüküm verilemeyen âyettir.
Müteşabih, şibh (benzerlik) kökünden gelip mânalar birbirine benzeyip içiçe girdiğinden şüpheye yani değişik ihtimallere yol açmayı ifade eder. İnsanın aklının, duyularının sınırlı olduğunu düşünürsek, bu konumda olan insana hitap eden ilahi kelamın müteşabihler ihtiva etmesinin kaçınılmaz olduğu açıkça ortaya çıkar. Müteşabih lafızlarla Yüce Allah, insanlara tamamını kavrayamayacakları meseleleri, teşbihlerle,
muayyen bir nisbette, farklı seviyelere göre daha farklı şekilde anlaşılacak tarzda bildirir. Müteşabihlerdeki bu izafî durum, dinin değişmez gerçeklerine zarar vermez. Zira Allah sabit gerçekler olarak, biz yükümlü insanlardan istediği akaid, ibadet, ahlâk ve ahkâma dair esasları muhkem âyetlerde bildirmiştir. Müteşabihlerle ise bazı “nisbi hakîkatleri” bildirmek istemiştir.
Beşeriyetin konumu icabı, dünyada insan hayatında, mutlak hakikatlerden çok nisbî hakikatler daha fazladır. Bir kristal âvizeyi gözönüne alalım. Onun elektrik voltajı, ampullerinin gücü değişmediği halde, etrafında oturanlar, yerlerini hafifçe değiştirince, farklı renkler ve ışınlar alırlar. Bu, âvizenin taşlarının farklı açılar verecek şekilde tıraşlanmasından ileri gelir. İşte Allah Teâla, mahdut lafızlarla, tükenmek bilmeyen mânaları, farklı seviyelerde, kıyamete kadar gelecek bütün insanlığa anlatmak, onları kitabı üzerinde düşündürmek için birçok müteşabih âyet göndermiştir. Bu kaçınılmaz durum, bir zaruretten ileri gelmiştir. Fakat unutmamak gerekir ki teşabüh ve teşbih ile olan benzetmelerde, benzetilen ile kendisine benzetilen arasında bütün yönlerden bir benzerlik aranmaz. Çeşitli yönlerden sadece biri ile olan bir benzerlik dahi, benzetmenin geçerli sayılması için yeterli sayılır. Demek ki müteşabihler hakikî müteşabih ve izâfî müteşabih kısımlarına ayrılır. Bütün çeşitlerinde, müteşabihler bir çok mânalar ifade ederler. Onun içindir ki tefsirlerde çok mânalar verilmiştir. Fakat kesin mânası, Allah’ın ilmine havale edilir.
10 – Dini inkâr edenlerin ne malları ne de evlatları, müstahak olmaları sebebiyle Allah’ın vereceği cezayı önlemede, kendilerine asla fayda veremezler. İşte onlar cehennemin yakıtıdırlar. [2,24]
11 – Tıpkı Firavun’un ve onlardan daha öncekilerin gidişi gibi. Onlar, âyetlerimizi yalanladılar, Allah da kendilerini cürümleri sebebiyle kıskıvrak yakaladı. Allah’ın cezası pek şiddetlidir.
13 – Birbiriyle karşılaşan iki toplulukta size büyük bir ibret vardı: Bunlardan biri Allah yolunda vuruşuyordu. Diğeri ise kâfir idi. O kâfirler müslümanları, bizzat gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah, dilediği kimseleri nusratıyla destekler. Elbette bunda görecek gözleri olanlar için alınacak ibret vardır. [8,43]
Burada iki ihtimal vardır: 1. Kâfirler, müminleri kendilerinin iki misli görüyorlardı. 2. Mü’minler kâfirleri, kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah böyle yapmakla kâfirlerin müminlerle savaşmalarını önlemek istiyordu. Meali, daha kuvvetli olan birinci tefsire göre verdik.
14 – Kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüş, güzel cins atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin hoşuna giden şeyler insanlara cazip gelmektedir. Bunlar dünya hayatının geçici bir metaından ibarettir. Asıl varılacak güzel yer ise, Allah’ın katındadır. [13,29; 38,25. 40.49]
Bu âyette zikredilen sınıflar meşrû nimetlerdir. Fakat gayr-i meşrû tarafa da sebep olma ihtimali vardır. Meşrû durumda bunları süsleyip cazip gösteren Allah Teâladır. Gayri meşrû olarak süsleyen ise, şeytan ve beşerin cehaletidir. Fena sayıp kınama bu itibarladır. Bu iştah çekici şeyler, dünya hayatını devam ettirmek ve geçip Allah’a gitmek için birer araç olarak verilmişken bunları amaç haline getirmek, Allah katındaki güzel mevkii kaybetmek, büyük ahmaklıktır. Zira böyle yapanlar hayatlarının önemli bir kısmını o zevkleri elde etme hırsı ile yanıp tutuşarak geçirirler. Sonra da onlardan ayrılıp mahrum kalmanın acısını çekerler.
15 – De ki: “Size, ihtirasla istediğiniz o şeylerden çok daha iyisini bildireyim mi? İşte Allah’a karşı gelmekten sakınan müttakiler için Rab’leri nezdinde içinden ırmaklar akan cennetler olup, kendileri orada ebedi kalacaklardır. Hem orada onlara tertemiz eşler ve hepsinin de üstünde Allah’ın rızası vardır. Allah bütün kullarını hakkıyla görmektedir. [24,32]
18 – Allah’tan başka tanrı bulunmadığına şahid bizzat Allah’tır.
Bütün melekler, hak ve adaletten ayrılmayan ilim adamları da bu gerçeğe, aziz ve hakîm (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibi) Allah’tan başka tanrı olmadığına şahittirler.
Gerçek şahit, Allah’tır. Ondan başka hiçbir âlim, ne kendisine, ne de başka varlıklara tamamen şahit değildir. İnsan bilgisinde varlıkların kendilerine uygunlukları izafî, eksik ve sadece muayyen bir yöndendir. İnsanın gerek kendisinde, gerek diğer varlıklarda gerçekten bilebildiği şeyler, Hakk’ın şahitliğini, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak sezebildiği yönlerdir. Mesela: “Güneş vardır” diyen bir şahit bile, aslında, kendisi ile şahitlik ettiği güneş arasında Hak Teâlanın koyduğu ölçüye uymaktan başka bir şey yapmış değildir.
19 – Allah katında hak din, İslâmdır.
O Ehl-i kitabın ihtilafları, kendilerine gerçeği bildiren ilim geldikten sonra, sırf aralarındaki haset ve ihtiras yüzünden olmuştur. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilsinler ki,
Allah onların hesabını çabuk görür. [2,112]
İslâm üç anlama gelir:
1. İtaat edip boyun eğmek. 2. Silm’e, yani barışa girmek, selâmete kavuşmak. 3. İbadette tam samimi olmak, ihlas ile hareket etmek.
20 – Buna karşı seninle münakaşaya kalkışanlara de ki:
“Ben yüzümü, özümü Allah’a teslim ettim. Bana bağlı olanlar da O’na teslim oldular.”
O Ehl-i kitapla, kitap ehli olmayan ümmîlere (müşriklere) de ki: “Siz de teslim olup müslüman olmaya var mısınız?”
Eğer hakka teslim olup İslâma girerlerse doğru yolu bulmuş olurlar.
Yok, eğer yüz çevirirlerse, sana düşen görev, sadece hakkı tebliğdir. Allah kullarını hakkıyla görür.
Bu âyet, Kur’ân’ın bütün insanlığa hitap eden evrensel bir tebliğ olduğunu gösterir. Zira buradaki tasnifin dışında insan topluluğu yoktur. Ehl-i kitap: Hıristiyanlar, Yahudiler gibi kutsal semâvi kitapları olanlar; ümmîler ise: genel olarak müşrikler ve arap müşrikleri gibi kitapsız dinlere mensup olanlardır. Ayırım Arap – Arap olmayan tarzında değil, böyle pek kapsamlı bir tasnif ile yapılmıştır.
21 – Allah’ın âyetlerini inkâr edenleri, nâhak yere peygamberleri öldürenleri, adaleti isteyip yaymak isteyenlerin canlarına kıyanları, can yakıcı bir ceza ile müjdele!
23 – Baksana o kendilerine kitaptan bir pay verilenlere!
Aralarında hakem olması için Allah’ın kitabına dâvet ediliyorlar da, sonra onlardan bir grup yüzçevirerek dönüp gidiyorlar.
Burada şu hâdiseye işaret edilmektedir: Yahudilerden, soylu aileye mensup bir erkekle bir kadın zina etmişlerdi. Kendi şeriatlarına göre recmetmeleri gerekiyordu. Onları kurtarma ümidiyle, daha hafif bir ceza verir düşüncesiyle dâvayı Hz. Peygamber (a.s.)’a getirince o da recim hükmünü verdi. Kabul etmeyip “Bize göre cezaları yüzlerine kara çalıp dolaştırmaktır” dediler. Hz. Peygamber Tevrat’ı getirip okumalarını istedi. Gerçek ortaya çıkınca Tevrat’a göre recmedildiler.
28 – Müminler, müminleri bırakıp, kâfirleri velî edinmesinler.
Kim böyle yaparsa, Allah ile ilişiğini kesmiş olur.
Ancak onlar tarafından gelebilecek bir tehlike olursa başka!
Allah sizi, kendisine isyan etmekten sakındırır.
Dönüş yalnız Allah’adır.
Velî: Hâmi, koruyucu, dost, yönetici, bir kimsenin işlerini deruhde eden, destekleyip yardım eden anlamlarına gelir. Yasaklanan dostluk, kâfirlere gönülden bağlanmak, müminleri bırakıp onlara sevgi beslemektir. Bu, müslüman yöneticilerin, diğer müslümanların aleyhine olmamak şartıyla, kâfirlerle anlaşma imzalamalarına ve meşrû maksadlarda işbirliği yapmalarına mani değildir.
29 – De ki: “İçinizdekini gizleseniz de, açıklasanız da mutlaka Allah onu bilir.
Bütün göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah, her şeye kadirdir.” {KM, Vahiy 2,23}
30 – Gün gelecek, her kişi gerek hayır olarak, gerek kötülük olarak ne işlemişse, hepsini önünde bulacak.
Yaptığı kötülükten bucak bucak kaçmak isteyecek.
Allah sizi, Zatına karşı gelmekten sakındırır.
Doğrusu Allah kullarına karşı pek şefkatlidir.
31 – Ey Resûlüm, de ki: “Ey insanlar, eğer Allah’ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah gafurdur, rahimdir (çok affedicidir, engin merhamet ve ihsan sahibidir).
Allah’ı sevmek, insanın yaratılışının en yüce hedefidir. Dolayısıyla İslâm’ın insanları kendisine doğru sevkettiği en yüksek gayedir. Bu âyet şu kesin kıyası içeriyor: “Eğer Allah’ı seviyorsanız, Habîbullaha uyacaksınız. Ona uyulmazsa demek ki Allah’ı sevmiyorsunuz” Bunun zıddı şudur: “Ben Allah’ı severim, ama emrini dinlemem, O’nun sevdiğini sevmem. O’nu sevenleri, O’nun yolunu gösterenleri, O’nun seçip gönderdiklerini sevmem” demektir ki, bu da: “Ben, kendimden başka hiçbir şeyi sevmem; tevhid yolunda yürümek istemem” demektir.
Bu kâinatı kudret, kemâl ve cemâlinin tecellileriyle böylesine güzel yaratan, bunca nimetleriyle kullarına lütuflarda bulunan Allah, elbette onlardan bir teşekkür bekler. Elbette, insanlar içinde en seçkin birini onlara rehber ve mükemmel bir örnek yapar. Böylece ondaki güzelliklerin, öbür insanlara da yansımasını ister.
32 – De ki: “Allah’a ve Resûlullaha itaat ediniz.
Şayet yüzçevirirlerse, bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” [3,132; 8,1.20.46; 58,13] {KM, Luka 10,16}
33-34 – Gerçek şu ki Allah Âdem’i, Nûh’u, İbrâhim ailesi ile İmran ailesini, birbirinden gelen tek zürriyet halinde bütün insanlardan süzüp onlara üstün kılmıştır.
Allah semî’dir, alîmdir (herşeyi hakkıyla işitir, mükemmel tarzda bilir). [2,47; 66,12] {KM, Çıkış 2,1; 6,20; 15,20}
Bu ailelerden maksat, onların neslinden gelen peygamberlerdir.
Âl: yakınlıkta ve tutulan yolda herhangi bir insana mensup olan kimseler, “âile, hanedan” demektir. Âl-i İbrâhim, 2,124 gereğince ilahî ahdin içinde olanlar, onun zalim olmayan nesli ve özellikle Hz. Muhammed Mustafa (a.s.m) dır. İmran ise: Hz. Îsâ’nın anne tarafından dedesi, yani Hz. Meryem’in babasıdır.
36 – Derken onu doğurunca da: “Ya Rabbî, dedi, ben bir kız doğurdum.
-Zaten Allah ne doğurduğunu pek iyi biliyordu-, erkek evlat, elbette kız gibi değildir.
Ben onun adını Meryem koydum. Onu da, onun neslinden gelecekleri de o mel’un şeytanın şerrinden korumanı niyaz ediyorum.”
37 – Rabbi onu güzellikle kabul buyurdu ve pek güzel bir tarzda yetiştirdi.
Onu Zekeriyya’nın eğitim ve himayesine verdi.
Zekeriyya onun yanına Mâbede ne zaman girse beraberinde yiyecekler bulurdu.
“Meryem! Bu yiyecekleri nereden buluyorsun!” deyince de o: “Bunlar Allah tarafından gönderiliyor. Muhakkak ki Allah dilediğine sayısız rızıklar verir.” derdi.
Mâbed: Âyette mihrab diye geçer. Mâbedin ön tarafında ibadet esnasında imamın durduğu yere denir. Zikr-i cüz irade-i kül (bir bütünün, parçasını söyleyerek tamamını kasdetme) kabilinden mescid ve mabed hakkında da kullanılabilir. Burada maksat, mâbedde merdivenle çıkılan bir mahfel olmalıdır. Hz. Meryem’e rızık geldiğini bildiren bu âyet, kerâmetin hak olduğuna delil teşkil etmektedir.
39 – Zekeriyya mihrabta namaz kılmakta iken melekler kendisine seslenip: “Allah sana, Allah’tan bir kelimeyi tasdik edecek, hem efendi, hem gayet zahid, hem peygamber olacak olan Yahya’yı müjdeler” dediler. [3,45; 4,171]
Müfessirlerin ekseriyetine göre kelimeden maksat, Hz. Îsâ (a.s.) dır. Kün (ol) emri ve kelimesiyle, babasız olarak yaratıldığı için böyle denilmiştir. Bununla beraber başka yorumlar da vardır.
40 – O: “Ya Rabbî, dedi, nasıl benim çocuğum olabilir ki ihtiyarlık başıma çökmüş, hanımım ise kısır hale gelmiştir?”
Allah: “Böyle de olsa, Allah dilediğini yapar” buyurdu.
42 – Hani Melekler dediler ki: “Meryem! Muhakkak ki Allah seni seçti. Seni tertemiz kıldı hatta seni dünyadaki bütün kadınlara üstün kıldı. [7,144] {KM, Hakimler 5,24. Luka 1,42.28}
Onun devrindeki kadınlardan üstün olduğunu gösterir.
45 – Gün geldi, melekler ona: “Meryem! Allah, Kendisi tarafından bir kelime vereceğini sana müjdeliyor.
Adı Îsâ, lakabı Mesih, sıfatı Meryem oğludur.
Dünyada da âhirette de itibarlı, Allah’a en yakın kullardan olacaktır. {KM, Luka 1,26-38; Matta 1,16; Yuhanna 1,41}
Ağızdan çıkan mânalı bir ses veya kitapta yazılı mânalı yazı kelime olduğu gibi, âleme bakıldığı zaman, bakışta seçkinleşen ve gözden gönüle geçip duygu tesiri altında az çok bir mâna telkin eden varlıklar ve görünen yaratıklar da birer kelimedirler ki Hz. Îsâ (a.s.) bunlardan biri idi ve Meryem’e böyle bir te’sir ile gelmişti. Îsâ, Allah’tan bir kelimedir, fakat kelimelerin tümü değildir. Allah’tan bir kelimeye, “Allah’ın bir kelimesi” denebilirse de “Allah” denemez.
47 – Meryem: “Ya Rabbî, bana hiçbir erkek eli değmediği halde nasıl olur da çocuğum olabilir?” deyince, Allah şöyle buyurdu:
“Öyle de olsa, Allah dilediğini yaratır; Zira O, bir şeyin var olmasına hüküm verince sadece “ol” der, o da derhal oluverir.” [2,117; 3,59; 19,35] {KM, Luka 1,34}
48-49 – (Melekler Hz. Îsâ hakkında Meryem ile konuşurken onun şu sıfatlarını da ilave ettiler:)
“Allah ona kitabı (yazmayı), hikmeti, Tevrat ve İncîl’i öğretecektir.
Onu İsrailoğullarına resul olarak gönderecek, o da onlara şöyle diyecektir: “Size Rabbiniz tarafından bir mûcizeyle gönderildim:
Ben size çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapar içine üflerim, o da Allah’ın izniyle hemen kuş oluverir.
Keza ben anadan doğma körü ve abraşı iyileştirir, hatta Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim.
Evlerinizde ne yediğinizi ve biriktirip sakladıklarınızı da bilirim.
Eğer inanmaya niyetiniz varsa, elbette bunlarda sizin için alacak dersler vardır. [5,110] {KM, Markos 7,32-35; Matta 15,30; 8,1-3; Luka 17,12-14}
Burada kitab, “kitabet, yazı yazmak” anlamında masdardır. Demek ki Hz. Îsâ yazı yazmasını bilir bir bilgin idi.
50 – Keza ben, benden önceki Tevrat’ı tasdik etmek ve size (Mûsâ Şerîatinde) haram kılınan bazı şeyleri mübah kılmak için geldim.
Doğrusu ben size Rabbiniz tarafından bir mûcize getirdim.
Öyleyse Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin.” [43,63] {KM, Matta 5,17; 15,20}
Hz. Mûsâ (a.s.) dan sonra gelen Benî İsrail peygamberleri, esas itibariyle onun şeriatını uygularlar. Ancak tâli meselelerde, zamanın ihtiyaçlarını gözönünde bulundururlardı. Hz. Îsâ da böyle yapmıştı.
51 – Şüphe yok ki Allah hem sizin, hem de benim Rabbimdir. Öyleyse, yalnız O’na ibadet edin. İşte doğru yol budur. {KM, Yuhanna 20,17; 4,23-24}
52 – Ne zaman ki Îsâ onların inkârlarında ısrar ettiklerini hissetti, “Allah’a giden yolda bana yardım edecek kim var?” dedi.
Havâriler: “Allah yolunda yardımcılar biziz. Biz Allah’a iman ettik. Ey Îsâ, bizim müslüman olup Allah’a itaat ettiğimize sen de şahid ol!” [5, 111-112; 61,14] {KM, Yuhanna 6,66-71}
Havâri: İnsanın en seçkin, en has dostu, yardımcısı mânasına gelir.
54 – Öbürleri ise hileler yaptılar, komplolar hazırladılar.
Allah da onların hilelerini, komplolarını boşa çıkardı.
Allah, hileleri boşa çıkarmakta pek güçlüdür. [8,30; 13,42; 27,50; 86,16]
55 – O zaman Allah şöyle buyurmuştu: “Îsâ! seni öldürecek olan, onlar değil Benim.
Seni Kendi nezdime yükseltecek, seni inkârcıların içinden kurtarıp temize çıkaracak ve sana tâbi olanları ta kıyamete kadar kâfirlere üstün kılacak olan da Benim.
Sonra hepinizin dönüşü Bana olacak.
Ben de aranızda ihtilaf ettiğiniz konularda hükmümü vereceğim. [4,158; 19,56-57]
57 – İman edip makbul ve güzel işler yapanların ise mükâfatlarını tam tamına ödeyecektir. Allah zalimleri sevmez.
59 – Allah yanında Îsâ’nın durumu, aynen Âdem’in durumu gibidir.
Allah Âdem’i topraktan yaratıp “ol” dedi, o da derhal oluverdi.
61 – Artık sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle Îsâ hakkında tartışmaya girerse de ki:
“Haydi gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, hanımlarımızı ve hanımlarınızı ve bizzat kendimizi ve kendinizi çağırıp, sonra da gönülden Allah’a yalvaralım da bu konuda kim yalancı ise Allah’ın lânetinin onların üzerine inmesini dileyelim.”
Bu âyete “mübahele” âyeti denir. Mübahele: “Hangi taraf yalancı ise Allah’ın ona lânet etmesini bütün kalbiyle istemek” demektir. Hicri 9. yılda Necran Hıristiyanlarını temsil eden 70 kişilik heyet, başlarında dinî ve dünyevî liderleri olarak Medineye gelip tartışmıştı. Delilden anlamamaları karşısında Hz. Peygamber (a.s.) mübaheleyi teklif edince, düşünmek için mühlet istediler. Bunu kendileri için tehlikeli bulup kabul etmediklerini bildirmek üzere Hz. Peygamberin yanına geldiklerinde baktılar ki O Hüseyin’i kucağına almış, Hasan’ın elinden tutmuş, Hz. Fatıma ile Hz. Ali’yi arkasına almış “Ben dua edince siz de “âmin” dersiniz diyor. Hey’et başkanı mübaheleyi kabul etmeyip cizye vererek İslâm hâkimiyeti altında yaşamayı benimsediklerini bildirdi. Hz. Peygamber de onlara, kendilerine verilen hakları ve yükümlülükleri bildiren bir emanname yazdı.
62 – İşte sözün doğrusu budur.
Yoksa Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.
Allah hiç şüphesiz azîzdir, hakîmdir. (Mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
63 – Eğer yüz çevirirlerse, muhakkak ki Allah o fesatçıları hakkıyle bilir.
64 – De ki: “Ey Ehl-i kitap! Bizimle sizin aramızda birleşeceğimiz, müşterek ve âdil şu sözde karar kılalım:
“Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim.
O’na hiçbir şeyi şerik koşmayalım, kimimiz kimimizi Allah’ın yanında rab edinmesin.”
Eğer bu dâveti reddederlerse: “Bizim, Allah’ın emirlerine itaat eden müminler olduğumuza şahid olun” deyin.
Bu dâvet, Kur’ân’ın, Hıristiyanlar başta olarak bütün dinlere yönelttiği evrensel bir çağrıdır. Bunda muhtelif milletlerin, farklı dinlerin, çeşitli vicdanların temelli bir vicdanda, hak bir sözde nasıl birleşebilecekleri ve İslâm’ın insanlık âlemine ne kadar geniş, ne kadar açık bir hidâyet yolu, bir hürriyet kanunu öğrettiği görülmektedir.
66 – Haydi diyelim ki az çok bildiğiniz konularda tartışıyorsunuz.
Peki, ne diye hakkında bilginiz olmayan hususlarda tartışıyorsunuz?
Hâlbuki işin doğrusunu Allah bilir, siz bilemezsiniz.
68 – İnsanlar içinde İbrâhim’e en yakın olanlar, ona tâbi olanlar, bu Peygamber ve bu Peygambere iman edenlerdir.
Allah müminlerin dostudur.
70 – Ey Ehl-i kitap! Siz de yanınızdaki kitaplarda doğruluğuna tanık olup dururken, Allah’ın âyetlerini ne diye inkâr ediyorsunuz?
73- Ey Resûlüm, de ki: Doğru yol, Allah’ın yoludur”
Yine onlar kendi aralarında: “Size verilen vahyin, başkalarına da verildiğine
Veya Rabbinizin huzurunda müslümanların karşı delil getirip sizi mağlup edeceklerine inanmayın” derler.
De ki: “Lütuf Allah’ın elindedir, dilediğine ihsan eder.
Allah Vâsi ve alîmdir (lütfu boldur, her şeyi hakkıyla bilir). [57,29]
74 – Rahmetini, nübüvvetini dilediği kuluna has kılar. Allah büyük lütuf ve inâyet sahibidir.”
75 – Ehl-i Kitaptan öylesi vardır ki kendisine yüklerle altın emanet bıraksan onları sana öder.
Ama öylesi de vardır ki, bir altın bile versen başında dikilip durmadıkça onu sana geri vermez.
Bunun sebebi, onların: “Ümmîler hakkında ne yaparsak mübahtır, ondan dolayı sorumlu olmayız.” demeleridir.
Onlar bile bile, Allah hakkında yalan uydururlar. [3,14]
“Ümmîler” kelimesi ile onlar burada, Yahudi olmayan ve kendi çevrelerinde bulunan “Araplar”ı kasdediyorlardı.
76 – Hakikat öyle değil, kim ahdini yerine getirir ve haramlardan sakınırsa, bilsin ki Allah da o sakınanları sever.
77 – Önemsiz bir menfaat karşılığında,
Allah’a verdikleri ahdi ve yeminlerini bozanların âhirette hiçbir nasipleri yoktur.
Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak.
Onların yüzlerine bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır.
Onların hakkı çok acı bir azaptır.
78 – Ehl-i kitaptan bir kısmı da, aslında kitaptan olmadığı halde,
Sizin kitaptan zannetmeniz için,
Okurken ağızlarını dillerini eğip bükerler (bazı kelimelerin telaffuzunu değiştirirler).
Bir şeyler söyleyip “Bu Allah tarafındandır” derler. Halbuki o, Allah tarafından değildir.
Bile bile Allah adına yalan uydururlar. [2,75]
79 – Allah’ın kendisine kitap, hüküm, nübüvvet verdiği hiçbir insanın kalkıp da halka: “Allah’ın yanısıra bana da kul olun” deme yetkisi yoktur.
Lâkin o insanlara: “Öğretmekte ve okuyup okutmakta olduğunuz kitap sayesinde rabbanî olun” der.
Hüküm: İlim, anlayış gücü, Allah’ın hükmünü infaz etme yetkisi;
Rabbânî: Fakih, âlim, muallim, eğitimci, ilmi ile âmil olan kimse demektir.
81 – Hem Allah, vaktiyle peygamberlerden
“size kitap ve hikmet vermemden sonra,
Sizin yanınızda bulunan kitabı tasdik edici bir peygamber geldiğinde, mutlaka ona inanıp yardımcı olacaksınız” diye söz almıştır.
Allah: “Bunu kabul ettiniz, bu ağır yükümü sırtınıza aldınız mı?” dediğinde onlar: “Kabul ettik” diye kesin söz verince,
Allah Teâla: “Siz de şahit olun, zaten Ben de sizinle beraber şahitlik edeceğim” buyurdu. [33,7; 7,172]
Yüce Allah bu mîsakı vahy ile almıştır. O, gönderdiği her peygambere, Hz. Muhammed (a.s.) ın vasıflarını bildirmiş ve ona ulaştığı takdirde destek verme sözü almıştır. Ayrıca onların da kendi ümmetlerine bu gerçeği bildirmelerini istemiştir. “Sonra size (…) peygamber geldiğinde” hitabının asıl muhatapları Hz. Peygamberin çağdaşı olan Ehl-i kitaptır.
83 – Göklerde ve yerde bulunan kim varsa, gerek isteyerek, gerek istemeyerek Allah’a itaat ederken,
Hepsi döndürülüp O’na götürülürken,
Onlar kalkıp Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar?
84 – De ki: “Biz Allah’a iman ettik.
Bize indirilen vahye, İbrâhim’e, İsmâil’e İshak’a, Yâkub’a ve torunlarına indirilen
keza Mûsâ’ya, Îsâ’ya, hasılı bütün peygamberlere Rableri tarafından verilen vahiylere de iman ettik.
(Peygamberlikleri noktasında) onlar arasında hiçbir ayrım yapmayız ve biz yalnız Allah’a teslim oluruz. [2,136]
86 – Kendilerine kesin ve açık deliller gelmiş ve Resulün hak peygamber olduğuna şehadet etmiş iken, imanlarından sonra küfre sapan bir topluluğu hiç Allah hidâyete erdirir mi?
Yok, yok! Allah, zalimler güruhunu cennete giden yola koymaz, emellerine kavuşturmaz.
Zalimler, iradeleriyle küfrü tercih ettikleri müddetçe, Allah onlara hidâyet vermez. Yahut “Onlar kâfir olarak ölürlerse Allah onları, cennete giden yola koymaz” demektir (Nesefi)
87 – Böylelerinin cezası, Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lânetine uğramaktır.
89 – Ancak daha sonra tövbe edip nefislerini ıslah edenler, bu hükmün dışındadır. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
92 – Sevdiğiniz mallarınızdan Allah yolunda harcamadıkça “fazilet” mertebesine ulaşamazsınız.
Bununla beraber her ne infak ederseniz, Allah mutlaka onu bilir.
Birr: “fazilet, iyilik, hayır” demektir. Bu vasfı haiz olan kimseye berr (çoğulu: ebrar) denir. Müminin ibadetinin özünde Allah sevgisi olup O’nun rızasını her şeyden üstün tutmalıdır. Ebrar defterine kaydedilmek için, kişinin sevdiği şeyleri Allah yolunda harcaması gerekir. Yoksa takvâ, bazı şeklî tarafları tamamlamakla elde edilmez.
94 – Artık kim bundan sonra Allah adına yalan söylerse, işte onlar zalimlerin tâ kendileridir.
95 – Sen: “Sadakallah: Allah sözün doğrusunu söyledi.” de. Haydi, bakalım Allah’ı bir tanıyarak İbrâhimin dinine uyun. Pek iyi bilirsiniz ki o, asla müşriklerden olmamıştı.
97 – Orada apaçık alametler ve deliller, İbrâhimin makamı vardır. Kim Beytullaha girerse korkudan emin olur.
Ziyarete gücü yeten herkese Beytullahı ziyaret etmek, Allah’ın onun üzerindeki hakkıdır.
Nankörlük edip bu hakkı tanımayana Allah’ın hiçbir ihtiyacı yoktur, o bütün âlemlerden müstağnidir. [29,67; 106,3-4]
Kâbede karşılaşılan birçok işaret ve makbuliyet delili vardır. Verimsiz bir yerde olmasına rağmen, orada rızık sıkıntısı çekilmemesi, her taraftan ziyaretçi gelmesi, bütün Arap yarımadasında 2500 yıl kadar öncesinden beri etrafta anarşi sürerken yılda dört ay Kâbe ve çevresinde tam güvenliğin hakim olması, M.S. 571 yılında Kâbeyi yıkmaya gelen Ebrehe ordusunun perişan olması gibi mûcizevi durumlar hatırlatılıyor.
98 – De ki: Ey Ehl-i Kitap, niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz? Halbuki Allah yaptığınız her şeyi görmektedir. {KM, Yeremya 29,23}
99 – De ki: Ey Ehl-i Kitap! Siz gerçeği görüp bildiğiniz halde, niçin Allah’ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek iman edenleri Allah yolundan menediyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
101 – Sizler nasıl küfre dönebilirsiniz ki önünüzde Allah’ın âyetleri okunuyor, aranızda Allah’ın resulü bulunuyor?
Kim Allah’a gönülden sımsıkı bağlanırsa muhakkak ki o doğru yola konulmuştur. [57,8-9]
102 – Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekirse öylece sakının.
Ona lâyık olduğu tazimi gösterin ve ancak O’na teslim olan müslüman olarak can verin.
103 – Hepiniz toptan, Allah’ın ipine (dinine) sımsıkı sarılın, bölünüp ayrılmayın.
Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın:
Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirine ısındırmış ve onun lütfu ile kardeş oluvermiştiniz.
Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten de sizi O kurtarmıştı.
Allah size âyetlerini böylece açıklıyor, ta ki doğru yola eresiniz. [8,63]
İslâm’dan önce Arabistanda insan hayatının hiç değeri kalmamıştı. En ufak sebeple insanlar vicdansızca öldürülüyordu. Kabîle savaşlarının, kan dâvalarının sonu gelmiyordu. Meselâ Medinedeki Evs ve Hazrec kabileleri 120 yıldan beri sürekli savaş halinde idiler. İslâm sayesinde birbirlerinin kardeşi oldular.
107 – Yüzü ak olanlar ise Allah’ın rahmetindedirler. Hem de orada ebedi kalacaklardır.
108 – İşte bunlar Allah’ın âyetleridir ki onları sana hakkı gerçekleştirmen için Biz okuyoruz.
Çünkü şu kesindir ki Allah insanlara zulmetmek istemez.
109 – Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır, ve bütün işler sonunda O’na raci olur, bütün işleri O hükme bağlar.
110 – Ey Ümmet-i Muhammed! Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz:
İyiliği yayar, kötülüğü önlersiniz, çünkü Allah’a inanırsınız.
Ehl-i kitap da bu imana gelseydi, elbette kendileri için iyi olurdu.
İçlerinden iman edenler varsa da ekserisi dinden çıkmış fâsıklardır. [2,143]
Hz. Muhammed ümmetinin ayırıcı özelliği: Tevhid, iyiliği yayma ve kötülüğü önleme olarak bildirilip bu itibarla en hayırlı ümmet vasfını kazandığı vurgulanıyor. İyilik diye çevirdiğimiz ma’ruf: İslâm’ın ve aklın meşrû ve makbul saydığı şeydir. Kötülük, yani münker ise: İslâm’ın ve aklın gayri meşrû, kötü saydığı şeydir. Bu görev, yalnız yöneticilerin değil, imkânlarına göre bütün müminlerindir. Hayırlı ümmet olmak için, çoğunluğun bu vasfı taşıması gerekir. Ehl-i kitabın kınanmasının sebebi, çoğunluğun kötü tarafta yer alıp, az olan iyilerin de bu görevi terketmeleri idi.
112 – Allah’tan gelmiş olan bir ipe ve insanlar tarafından uzatılan bir ipe (sisteme) tutunmaları müstesna,
onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üzerlerine zillet damgası vurulmuştur.
Allah’ın gazabına uğramış, meskenete mahkûm edilmişlerdir.
Bu, onların Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve nahak yere peygamberleri öldürmeleri sebebiyle olmuştur.
Çünkü âsi olmuşlar ve haddi aşmışlardır.
Yani: Onların dünyada elde ettikleri güvenlik, kendileri tarafından kazanılmış değil, başkalarının yardımı sayesinde olmuştur. Onlar bu güvenliği ya Allah’ın hükmüne göre müslümanlardan veya başka sebeplerle gayri müslim devletlerden almaktadırlar.
113 – Ehl-i kitabın hepsi bir değildir.
Onların içinde öyle dosdoğru bir cemaat vardır ki,
Gece saatlerinde Allah’ın âyetlerini okuyarak secdelere kapanırlar. {KM, Mezmurlar 42,9; 77,3; 134,2. Resullerin işleri 16,25}
114 – Bunlar Allah’ı ve âhireti tasdik eder, iyiliği yayar, kötülükleri önler ve hayırlı işlere yarışırcasına koşarlar.
İşte onlar salihlerdendirler. [3,110]
115 – Yaptıkları hayır ve iyiliklerden, mükâfatsız kalan bir tek iyilik bile bulunmayacaktır.
Allah günahlardan korunan takvâ ehlini pek iyi bilir.
116 – Kâfir olanların ne malları ne de evlatları, kendilerini Allah’ın cezasından asla kurtaramaz.
Onlar cehennemlik olup orada ebediyyen kalacaklardır.
117 – O batıl yollarda olanların bu dünya hayatında harcadıkları malların durumu,
Kendi öz canlarına zulmeden kimselerin ekinine isabet eden
Ve o mahsulü kasıp kavuran bir rüzgarın durumuna benzer.
Doğrusu Allah onlara zulmetmedi, ama onlar kendi kendilerine zulmettiler.
Hak dini inkâr eden akımlar değişik de olsalar, batıl olmakta müşterektirler. Bunlar servetlerini sırf dünya için değerlendirirler. Fakat sırf dünyaya yöneldikleri halde dünyayı da doğru dürüst yönetemezler. Zira dünya – âhiret dengesi üzerinde duran fıtrata karşı çıkarlar. Bu sebeple harcamalar dengesiz olur. Tahrib edici silahlanma uğruna milyarlar seferber olur. Yüz milyonlar aç iken böylesi harcamalar yapılır. Fakat sonunda, dünya hayatı bile perişan olur.
119 – İşte siz o kimselersiniz ki o düşmanlarınızı seversiniz,
Halbuki siz bütün kitaplara iman ettiğiniz halde, onlar sizi sevmezler.
Hem huzurunuza geldiler mi “âmenna!” biz de “inandık!” derler. Aralarında başbaşa kaldıkları vakit de, size duydukları kin ve düşmanlık sebebiyle, parmaklarını ısırırlar.
De ki: “Geberin kininizle!” Allah bütün kalplerin künhünü bilir.
120 – Size bir ferahlığın, bir nimetin ulaşması onları tasalandırır.
Bir fenalığın gelmesine ise, âdeta bayılırlar.
Şayet siz sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, onların tuzakları size hiçbir zarar veremez.
Çünkü Allah, elbette onların yaptıklarını ilmiyle, kudretiyle kuşatmıştır.
121 – Hani bir vakit, ey resulüm, sen ailenden sabah erken ayrılmış, müminlere savaş mevzileri hazırlamak için yola çıkmıştın.
Allah, semî ve alîmdir (hakkıyla işitir ve bilir).
Buradan itibaren Uhud savaşı vesilesi ile birtakım ilahî buyruklar, müminlere ebediyyen ders vermek üzere tescil ediliyor. Hicretin 3. yılında Kureyş, müslümanlara göre çok daha üstün bir kuvvetle Medine’ye saldırdı. Savaş pek zorlu geçti. Müslümanlar galip gelmişlerdi ki Hz. Peygamber (a.s.)ın talimatını unutma ve ganimet peşine düşme sonucu, durum değişti. Müslümanlar yetmiş kadar şehid verdiler. Gâlibiyet ortada kaldı. Allah’ın hikmeti, müminlere çeşitli dersler vermek istedi.
122 – Ve hani sizden iki bölük, Allah da kendilerinin yardımcıları olduğu halde, korkarak geri çekilmeye yeltenmişlerdi. Hâlbuki müminlere düşen, yalnız Allah’a dayanıp güvenmeleridir.
Bunlar Beni Seleme ile Beni Hârise olup münafıkların başkanı İbn Übey 300 adamı ile ayrıldığında onlar da tereddüde düşmüşlerdi. İbn Übey, istişare sırasında Medine dışına çıkmamayı önermişti. Hz. Peygamber’in de şahsî görüşü bu şekilde idi. Onun için, gönülsüz olarak Uhud’a çıkmıştı.
123 – Gerçekten, sizler birkaç biçare iken, Bedir’de Allah sizi yardımına mazhar etmişti.
O halde Allah’a karşı gelmekten sakının ki şükretmiş olasınız.
Bedir, Medine’nin 120 km. güneybatısında, Kızıldeniz sahiline 20 km, uzaklıkta, Mekke-Suriye yolu üzerinde bir köydür. Hicrî 2. yıl ramazan ayında vuku bulan savaş müslümanların kesin zaferleriyle sonuçlanmıştı.
126 – Allah bu imdadı sırf size müjde olsun ve kalpleriniz bununla müsterih olsun diye yaptı.
Nusret ve zafer, ancak (mutlak galib, tam hüküm ve hikmet sahibi), azîz ve hakîm olan Allah tarafından gelir. [9,25-27; 47,4; 3,160]
129 – Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır.
O dilediğini affeder, dilediğini cezalandırır. Allah gafurdur, rahimdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
130 – Ey iman edenler! Kat kat faiz yemeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki felah bulasınız. [2,275]
Cahiliye döneminde faizli borçlar vâdesinde ödenmez ve borçlu sürenin uzatılmasını isterse, tefeci borcun miktarını artırır, böylece zamanla faiz, anaparayı geçerdi. Âyet faizi mutlak olarak yasaklamakta olup, kat kat olma şartı o zaman carî olan durumu bildirmektedir. (Bkz. 2,275-276, 278)
132 – Allah’a ve Resulüne itaat edin ki merhamete nail olasınız.
134 – O müttakîler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar,
Kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler.
Allah da böyle iyi davrananları sever.
135 – O müttakiler ki çirkin bir iş yaptıklarında veya kendi nefislerine zulmettiklerinde, peşinden hemen Allah’ı anar, günahlarının affedilmesini dilerler.
Zaten günahları Allah’tan başka kim affeder ki?
Bir de onlar bile bile işledikleri günahlarda ısrar etmez, o günahları sürdürmezler. [9,104; 4,110]
140-141 – Şayet siz yara aldı iseniz, karşınızdaki düşman topluluğu da benzeri bir yara aldı.
İşte Biz, Allah’ın gerçek müminleri meydana çıkarması,
Sizden şehitler edinmesi, müminleri tertemiz yapıp kâfirleri imhâ etmesi için, zafer günlerini insanlar arasında nöbetleşe döndürür dururuz.
Allah zalimleri sevmez.
142 – Allah, sizin içinizden cihad edenlerle sabır gösterenleri ayırd edip meydana çıkarmadan, kolayca cennete girivereceğinizi mi zannettiniz? [2,214; 29,2]
144 – Muhammed, sadece resuldür, elçidir.
Nitekim ondan önce de nice resuller gelip geçmiştir. Şayet o ölür veya öldürülürse,
Siz hemen gerisin geriye dinden mi döneceksiniz?
Kim geri döner, dinden çıkarsa, bilsin ki Allah’a asla zarar veremez.
Ama Allah hidâyetin kadrini bilip şükredenleri bol bol mükâfatlandıracaktır. [33,40; 57,2; 58,29; 61,6]
Bu âyet Uhud savaşında münâfıkların yıkıcı dedikodularına cevap mahiyetindedir. Savaşta Hz. Peygamber (a.s.) ın öldürüldüğü haberi yayılınca müminler üzüldü, münâfıklar ise çeşitli planlar, dinden dönme vs. düşüncelerine girdiler. Cenab-ı Allah ebedi dâvanın fanî şahıslar üzerine bina edilmediğini hatırlatmak üzere böyle buyurmuştur.
Hz. Peygamber (a.s.) ın vefat ettiği gün, o müthiş üzüntü sırasında Hz. Ebû Bekir (r.a) mescide gelerek ashaba şöyle hitap etti: “Bakın! Kim Muhammede tapıyor idiyse, bilsin ki Muhammed öldü. Kim Allah’a tapıyorsa, Allah diridir, asla ölmez” deyip peşinden bu âyeti okuyunca, ashab bu âyeti âdeta tamamen unutmuş olduklarını hayretle görmüşlerdi.
145 – Allah izin vermedikçe hiç bir kişi ölemez.
Bu, belli bir vakte bağlanmış, takdir edilmiştir.
Her kim dünya mükâfatını isterse, kendisine dünyalık birşeyler veririz.
Kim âhiret mükâfatı isterse ona da bundan veririz.
Biz, şükredenleri elbette ödüllendireceğiz. [35,11; 6,2; 42,20; 17,18-19]
146 – Nice peygamberler gelip geçti ki onlarla beraber
Kendisini Allah’a adamış birçok rabbanîler savaştı.
Onlar, Allah yolunda başlarına gelen zorluklar sebebiyle asla yılmadılar,
Zayıflık göstermediler, düşmanlarına boyun da eğmediler.
Allah böyle sabırlı insanları sever.
148 – Allah da onlara hem dünya mükâfatını, hem de o güzelim âhiret mükâfatını verdi.
Allah elbette muhsinleri, hep iyi davrananları sever.
150 – Bilakis sizin mevlânız Allah’tır, ve O yardım edenlerin en hayırlısıdır.
151 – O kâfirler, Allah’ın, tanrılıklarını kabul ettiğine dair hiç bir delil indirmediği bir takım nesneleri Allah’a ortak saydıkları için,
Onların kalplerine korku salacağız.
Onların gidecekleri yer cehennemdir.
Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür!
152 – Allah size yaptığı yardım vaadini gerçekleştirdi:
O’nun izni ile o düşmanlarınızı kırıp geçiriyordunuz.
Allah’ın, size arzuladığınız galibiyeti göstermesine kadar, böylece bu vaad yerine geldi
Ama sonra siz isyan ettiniz, verilen emir hakkında çekiştiniz, yılgınlık gösterdiniz.
O esnada kiminiz dünya menfaatini istiyordu, kiminiz âhiret mükâfatını.
Sonra Allah sizi denemek için, onlara karşı size verdiği desteği geri çekti, bozguna uğradınız.
Bununla beraber sizin kusurlarınızı bağışladı da!
Zaten Allah müminlere bol lütuf ve inayet sahibidir.
Okçuların Hz. Peygamberin talimatını unutarak yerlerinden ayrılmalarındaki hataya işaret edilmektedir.
153 – O vakit siz savaş meydanından hızla uzaklaşıyor,
Dönüp hiç kimseye bakmıyordunuz.
Peygamber ise peşinizden sizi çağırıp duruyordu.
Bunun üzerine Allah, keder üzerine keder vererek sizi cezalandırdı.
Allah’ın sizi affetmesi, ne elinizden gidene, ne de başınıza gelen felakete esef etmemeniz içindir.
Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
154 – Sonra o kederin peşinden üzerinize bir güven duygusu indirdi.
Sizden bir kısmını bürüyen tatlı bir uyku hali verdi.
Bir kısmınız ise can derdine düşmüş,
Allah hakkında Cahiliye devrindekine benzer, gerçek dışı şeyler düşünüyorlar:
“Bu işin kararlaştırılmasında bizim yetkimiz mi var? Ne gezer!” diye söyleniyorlardı.
De ki: “Bütün yetki ve karar Allah’ındır”
Onlar aslında içlerinde, sana karşı açığa vuramadıkları birşeyler saklıyor ve kendi aralarında:
“Bu emir ve komuta işinde bir payımız olsaydı, şimdi burada olmaz, öldürülmezdik” diyorlardı.
De ki: Siz evlerinizde dahi olsaydınız haklarında ölüm takdir edilenler, mutlaka düşüp ölecekleri yerlere doğru çıkacaklardı.
Allah, sizin içinizde olanı sınamak
Ve kalplerinizi her türlü vesveseden ve kirden arındırıp
Pırıl pırıl yapmak içindir ki bunu başınıza getirdi.
Allah sinelerin özünü dahi bilir. [48,12]
Bazı münâfıklar, müslümanlarla birlikte savaşa katıldıklarına pişman olmuşlardı. Aralarında konuşurken: “Yönetimde rolümüz olsaydı, fikrimizle hareket edilseydi, böyle perişan olmaz, bu kadar ölü vermezdik” diyorlardı. Böylece Peygamberimizi itham ediyor, müminlerin de maneviyatlarını bozuyorlardı.
155 – İki ordunun karşılaştığı gün içinizden arkasına dönüp kaçanlar var ya!
İşte onları, işlemiş oldukları birtakım hataları sebebiyle şeytan kaydırmak istemişti.
Allah yine de onları affetti. Çünkü Allah gafurdur, galimdir (çok affedici ve müsamahalıdır).
156 – Ey iman edenler! Dini inkâr edip de Allah için seferde ölen veya gazalarda öldürülen arkadaşları hakkında:
“Bizim yanımızda olsalardı ne ölürler, ne de öldürülürlerdi” diyenler gibi olmayın.
Allah bunu, onların gönüllerinde bir hasret, bir yürek yarası olarak bıraksın diye yaptı.
Hayatı veren de, alan da Allah’tır. Allah bütün yaptıklarınızı görür.
157 – Eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz,
Bilin ki Allah tarafından bir mağfiret ve rahmet, bütün insanların topladıkları mallardan daha hayırlıdır.
158 – Sizler ölseniz de, öldürülseniz de, sonunda Allah’ın huzurunda toplanacaksınız.
159 – İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir.
Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi.
Öyleyse onların kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile,
Ve işleri onlarla müşavere et.
Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah’a tevekkül et. Allah muhakkak ki Kendisine dayanıp güvenenleri sever. [9,128]
Bu âyet istişarenin ne derece önemli olduğunu gösterir. Şöyle ki: Düşman saldırısı karşısında Hz. Peygamber (a.s.) savaş stratejisi konusunda ashabını toplayıp danıştı. Şahsî fikrine göre, şehir dışına çıkmak yerine Medinede kalarak savunma savaşı yapılmalıydı. Karşı görüş taraftarları fazla olunca onların fikrine uyup Uhuda çıktı. Savaş neticesinde bunun iyi sonuç vermediği anlaşıldı. Buna rağmen hemen bu savaş akabinde gelen bu âyet istişareyi emrediyor. Demek ki danışmada büyük bir hayır ve bereket vardır.
160 – Eğer Allah size yardım ederse, size üstün gelecek hiç kimse olamaz.
Şayet o sizi yardımsız bırakırsa, artık O’ndan sonra kim size yardım edebilir ki?
Öyleyse müminler yalnız Allah’a güvenmelidirler.
162 – Allah’ın rıza yolunu tutmuş, o yolda koşan kimse, hiç Allah’ın hışmına uğrayan ve son durağı cehennem olan kimse gibi olur mu? Ne kötü bir yerdir o cehennem! [13,19; 28,61]
163 – Rıza yolunu tutanlar Allah’ın huzurunda derece derecedirler. Allah insanların yaptığı herşeyi görür.
164 – Gerçekten Allah, kendi içlerinden birini, onlara âyetlerini okuması,
Onları her türlü kötülüklerden arındırması, Kendilerine kitap ve hikmeti öğretmesi için resul yapmakla, müminlere büyük bir lütuf ve inâyette bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar besbelli bir sapıklık içinde idiler. [2,129.151; 16,72; 41,6; 25,20; 12, 109]
165 – Hal böyle iken, düşmanlarınızın başına iki mislini getirdiğiniz bir bela sizin başınıza gelince: “Bu nereden geldi?” mi diyorsunuz?
De ki: “Bu felaket sizin yüzünüzdendir” Muhakkak ki Allah her şeye kadirdir.
Uhud’da müslümanlar yetmiş şehit verdiler. Oysa Bedir’de müşrikler 70 ölü, 70 de esir vermişlerdi. Böylece onların kaybı, müslümanlarınkinin iki misli olmuştu.
166-167 – İki ordunun karşılaştığı gün başınıza gelen musîbet Allah’ın izniyle olmuştu.
Bu da O’nun müminleri ayırd etmesi, münafıklık yapanları da meydana çıkarması için idi.
O münafıklara: “Gelin, Allah yolunda savaşın veya hiç olmazsa düşmanınızın size ve ailelerinize saldırmasını önleyin” denildiğinde:
“Biz savaş olacağını bilseydik size katılırdık” dediler.
Doğrusu o gün onlar imandan ziyade küfre yakın idiler. Onlar, ağızlarıyla, kalplerinde olmayan şeyleri söylüyorlardı. Ama Allah onların gizlediklerini pek iyi bilir.
Kureyş ordusunun saldırısı sebebiyle Uhud savaşı öncesinde Hz. Peygamber, ashabı ile istişare etti. Şahsî görüşü, şehir dışına çıkmaksızın savunma yapmaktı. İbn Übeyy de bu görüşte idi. Gençler meydan savaşı isteyip ağır basınca, Hz. Peygamber de ordusunu gönülsüz olarak çıkardı. Onun bu halini ve şahsî fikrini bahane ederek, İbn Übey üç yüz kadar adamı ile ayrılıp Medineye döndüler. Müslümanlar yediyüz kişi olarak Medineyi savunmada yalnız kaldılar. Antlaşma gereği savaşa katılması gereken Yahudiler de, Cumartesine rastlamasını bahane ederek katılmadılar. İbn Übeyy grubuna: “Ahdiniz gereği, gelin Medineyi beraberce savunalım” denilince onlar: “Savaş olacağını sanmıyoruz. Bugün savaşacağınızı bilseydik biz de sizinle savaşırdık!” diyerek çekip gittiler.
Münafıklar bu sözleriyle şunu da kasdetmiş olabilirler: “Harp işinde mahir olanlar, sizin yaptığınıza “savaş” demezler. Sizin yaptığınız, kendinizi tehlikeye atmaktır” (Nesefî).
169 – Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Bilakis onlar hayatta olup, Rab’lerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar. [2,154]
170 – Allah’ın lütfundan ihsan ettiği nimetlere kavuşmaktan dolayı sevinç içindedirler. Arkalarından henüz kendilerine kavuşmayan müstakbel şehitlere, “kendilerine hiçbir korku olmayacağına ve üzüntü hissetmeyeceklerine” dair de müjde vermek isterler.
Hz. Peygamber (a.s.), Uhud şehitlerinin ruhlarının, yeşil kuşların içinde cennette aldıkları zevkleri nakleder ve sonunda: “Keşke Allah’ın bize neler verdiğini kardeşlerimiz bilse de cihattan çekinmeselerdi” demelerine karşılık, Cenab’ı Allah’ın “Sizden taraf Ben onlara bunu tebliğ ederim” buyurup bu âyeti gönderdiğini bildirir.
171 – Onlar Allah’ın nimeti ve lütfu ile ve Allah’ın müminlere olan mükâfatını zayi etmeyeceği müjdesiyle de sevinirler.
172 – Hele o yara aldıktan sonra Allah’ın ve resulünün çağrısına uyup gönül verenlere, hele onlar gibi ihsan ve takvâ sahiplerine pek büyük mükâfatlar vardır.
Uhud savaşından sonra Kureyş ordusu Mekke’ye doğru bir miktar yol aldıktan sonra, müslümanları yerle bir etme fırsatı ellerine geçmişken neden yapmadıklarına esef edip harp konseyi topladılar. Fakat sonuçta Medine’ye hücum kuvvetini kendilerinde bulamayıp Mekke’ye doğru devam ettiler. O sırada Hz. Peygamber de bir saldırı ihtimalini düşünerek Uhud’un ertesi günü “Kureyşi kovalayalım!” emrini verdi. Müminler bitkin, durum kritik olmasına rağmen çağrıya uydular ve Medine’den 15 km. kadar uzakta olan Hamra’ul-esed’e kadar gidip düşmâna göründüler. Üç gün orada kaldılar. Kureyş hücuma cesaret edemedi. Müslümanlar da bir nevi rövanş alarak maneviyatlarını kazandılar. Ayrılırken Ebû Süfyan: “Ertesi sene Küçük Bedir pazarında karşılaşalım” diye söz verdi.
173 – Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine: “Düşmanlarınız olan insanlar size karşı ordu hazırladılar, aman onlardan kendinizi koruyun” dediklerinde, bu tehdit onların imanlarını artırmış ve “Hasbunallah ve ni’me’l-vekil” “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!” demişlerdir. [6,102; 11,12; 39,62]
174 – Sonra da kendilerine hiç bir fenalık dokunmadan,
Allah’tan bir âfiyet, selâmet ve lütuf ile geri döndüler ve Allah’ın rızasına uydular.
Allah çok büyük lütuf ve inâyet sahibidir.
176 – İnkâra koşuşanlar sana kaygı vermesin, Onlar Allah’ın dînine asla zarar veremezler.
Allah onlara âhirette nasip vermemek istiyor. Onlara büyük bir azap vardır.
177 – İmana bedel inkârı tercih edenler Allah’ın dînine hiç bir zarar veremezler ve onlar için gayet acı bir azap vardır.
179 – Allah müminleri içinde bulunduğunuz şu halde bırakacak değildir.
Sonunda temiz ile murdarı ayıracaktır.
Allah sizin hepinizi gayba vakıf kılacak da değildir.
Fakat Allah, resullerinden dilediğini seçer (onu gayba vakıf kılar).
O halde Allah’a ve resullerine iman edin. Eğer iman eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız size büyük mükâfat vardır. [72,26-27]
180 – Allah’ın kendilerine lütfu ile bol bol verdiği nimetlerde cimrilik edip harcamayanlar, sakın bu hali kendileri için hayırlı sanmasınlar. Hayır! Bu, onların hakkında şerdir.
Cimrilik edip vermedikleri malları kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır.
Kaldı ki göklerin ve yerin mirası Allah’ındır.
Allah ne yaparsanız hepsinden haberdardır.
Mal mülk sahipleri, mallarını bırakacak, toprağa yalnız gireceklerdir. Mal mülk asıl sahibine dönecektir.
181 – “Allah fakirdir biz ise zenginiz” diyenlerin sözlerini Allah elbette işitmiştir. Ama Biz onların dedikleri bu sözü
Ve peygamberleri nâhak yere öldürmelerini yazacağız
Ve “Tadın bakalım o yakıcı cezayı!” diyeceğiz. [2,245]
182 – İşte bu sizin ellerinizle işlediğiniz günahların karşılığıdır. Çünkü Allah kullarına haksızlık edecek değildir. [2,95]
183 – Onlar dediler ki: “Allah, ateşin yakıp kor haline getireceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti.”
Onlara cevaben de ki: “Benden önce birçok peygamber açık delillerin (mûcizelerin) yanında, sizin öne sürdüğünüz kurbanı da getirdiler. Peki sözünüzde samimî iseniz, onları niçin öldürdünüz?” [5,27; 2,91] {KM, Levililer 9,23-24; I Kırallar 18,38}
Bu, o Yahudiler tarafından Allah’a iftiradır Tevrat’ta yakılmış kurbanlardan bahsedilmekle beraber (Hakimler, 6,20-21; Levililer 9,24; II Tarihler 7,1-2) bunlar peygamberliğin asıl işaretlerinden sayılmazlar. Bunlar sadece Allah’ın yapılan takdimeyi kabul ettiğini gösteren alâmetlerdir. Onlar güya Hz. Muhammed’in nübüvvetini reddetmek için bu bahaneyi ileri sürdüler. Kur’ân itirazlarını ağızlarına tıkadı, dürüst olmadıklarını şöyle ispatladı: “Söyleyin bakalım: Bu şartınıza uyan Peygamberlerinizi neden öldürdünüz?” (Mesela İlyas (a.s.) a yaptıkları: I Krallar, 18 ve 19)
187 – Vaktiyle Allah Ehl-i kitaptan “Kitabı mutlaka insanlara açıklayıp anlatacaksınız,
Onu asla gizlemeyeceksiniz” diye teminat almıştı.
Fakat onlar bu ahdi önemsemeyerek kulak ardı ettiler, onu az bir bahaya sattılar.
Bakın ne kötü bir alışveriş!
189 – Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allah’ındır ve Allah herşeye kadirdir.
Allah Teâla kullarını; gökleri ve yeri, zaman ve mekânı dolduran kudret, san’at, hikmet harikası sayısız eserlerini tefekküre ve bu şuurla olan ibadete yöneltiyor. Hz. Peygamber bu âyet hakkında şöyle buyurmuştur: “Yazıklar olsun bunu çeneleri arasında çiğneyip de bunun hakkında düşünmeyenlere!”
191 – Onlar ki Allah’ı gâh ayakta divan durarak,
Gâh oturarak, gâh yanları üzere zikreder,
Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler ve derler ki:
“Ey büyük Rabbimiz! Sen bunları gayesiz, boşuna yaratmadın.
Seni bu gibi noksanlardan tenzih ederiz.
Sen bizi o ateş azabından koru!” [4,103; 38, 27] {KM, Tesniye 6,7; 11,19}
195 – Onların Rabbi de dualarına şöyle icabet buyurdu:
“Sizden gerek erkek, gerek kadın hayır işleyen hiçbir kimsenin çalışmasını zayi etmem. Çünkü siz birbirinizdensiniz, birbirinizden farkınız yoktur.
Benim rızam için hicret edenlerin, vatanlarından sürülenlerin,
Benim yolumda işkenceye, zarara uğrayanların,
Benim yolumda savaşanların ve öldürülenlerin,
Elbette kusurlarını örtecek ve elbette onları Allah tarafından mükâfat olarak içinden ırmaklar akan cenetlere yerleştireceğim. En güzel mükâfatlar Allah’ın yanındadır. [2,186; 60,1; 85,8]
198 – Lâkin Rabbine karşı gelmekten sakınanlara
Allah tarafından bir ikram olarak
İçinden ırmaklar akan cennetler var. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
Allah’ın yanında olan mükâfatlar, elbette o hayırlı ve iyi insanlar için daha hayırlıdır.
199 – Ehl-i kitap içinde, Allah’a iman ettikleri gibi, Hakkı tazim ederek hem size hem de kendilerine indirilen kitaba inananlar da vardır elbet.
Onlar Allah’ın âyetlerini, değersiz bir menfaat karşılığında satmazlar.
İşte Rabbi nezdinde mükâfatları olanlar onlardır.
Muhakkak ki Allah hesabı pek çabuk görür. [28,52-54; 2,121; 7,159; 3,113]
200 – Ey iman edenler! Sabredin, Sabır yarışında düşmanlarınızı geçin, Cihad için daima hazırlıklı ve uyanık bulunun Ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki felah bulup başarıya eresiniz.
Allah Teâla bu âyette felah (başarı) sırrını özetlemiştir. 1.Sabır (musîbete karşı sabır, taate devamda sabır ve günahlardan uzak durmada sabır). 2.Sabır yarışında düşmanları geçmek. 3.Cihad için devamlı uyanıklık (cemaatle namaz vesilesiyle birbirine bağlanma, Allah’ın dinini koruma ve yayma konusunda daimî gayret, uyanıklık ve İslâm hudutlarını korumada nöbet tutma.) 4.Allah’ın emirlerine karşı gelmekten sakınmak.
Nisa-1 – Ey insanlar! Sizi bir tek kişiden yaratan ve ondan da eşini yaratıp o ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinize karşı gelmekten sakının.
Adını anıp Kendisini vesile ederek birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a saygısızlık etmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakınınız. Allah sizin üzerinizde tam bir gözeticidir.
Bütün insanlığın aynı baba ve annede birleşen bir tek aile oluşturduğunu, dolayısıyla insanların bu hukuka uygun davranmaları gerektiğini bildiren bu ilk âyet, sûrenin konuları için en mükemmel bir giriş durumundadır.
5 – Allah’ın sizin maişetinizin başlıca vesilesi kıldığı mallarınızı, aklı ermeyen kimselerin ellerine vermeyin. Bu malları işleterek elde edeceğiniz gelirle onların ihtiyaçlarını sağlayın, giyeceklerini temin edin ve onlara tatlı sözler söyleyin, güzel tavsiyelerde bulunun.
6 – Yetimleri evlenme çağına varıncaya kadar gözetip deneyin. Akılca olgunlaştıklarını görürseniz mallarını kendilerine teslim edin. Büyüyünce ellerine alacakları düşüncesiyle o malları israfla tüketmeyin. İhtiyacı olmayan veli, yetim malına tenezzül etmesin. Muhtaç olan ise meşrû sûrette, ihtiyaç ve emeğine uygun olarak yararlansın. Onlara mallarını teslim ettiğinizde bunu şahitlerle tesbit ettirin. Allah hesab sorandır ve O’nun hesap sorması kâfidir.
9 – Arkalarında eli ermez, gücü yetmez küçük çocuklar bıraktıkları takdirde, onların halleri nice olur diye endişe edenler, yetimlere haksızlık etmekten de öylece korksunlar da Allah’ın cezalandırmasından sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.
11 – Miras konusunda, Allah çocuklarınız hakkında şöyle emreder: Erkeğin hakkı, kadının hissesinin iki mislidir. Şayet kadınların sayısı ikiden fazla ise onlar terikenin üçte ikisini alırlar. Eğer kız evlat tek ise terikenin yarısını alır.
Ana babaya gelince, ölenin çocuğu varsa, onun terikesinden her birine altıda bir hisse vardır. Eğer çocuğu yoksa ve kendisine ana babası varis oluyorsa annesine üçte bir hisse vardır.
Şayet ölenin kardeşleri varsa, ölenin yaptığı vasiyetin ifasından ve borcunun ödenmesinden sonra annenin hissesi altıda birdir.
Ana babanız ile evlatlarınızdan hangisinin size daha faydalı olacağını siz bilemezsiniz. Bunlar Allah’ın koyduğu farzlardır. Allah muhakkak ki alîm ve hakîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir).
Mirasta erkek evlat, kızın iki mislini alır. Zira İslâma göre erkek ailesini geçindirmekle yükümlüdür. Kadının böyle bir görevi yoktur. Kadının yükü kocasına ait iken, koca ailesini, çocuklarını, duruma göre anne ve babasının nafakasını yüklenmek zorundadır. Dolayısıyla bu hüküm tam adalettir.
12 – Eşlerinizin çocukları yoksa terikelerinin yarısı siz kocalarındır.
Eğer çocukları varsa dörtte biri size aittir. Bütün bunlar, yaptığı vasiyetin ve üzerindeki borcun ifasından sonradır.
Sizin de çocuğunuz yoksa terikenizin dörtte biri eşlerinizindir.
Eğer çocuğunuz varsa terikenizin sekizde biri onlara aittir.
Bunlar da yapacağınız vasiyetin ve borcunuzun ödenmesinden sonradır.
Eğer miras bırakan erkek veya kadın, çocuğu ve ana babası olmayan bir kimse olur ve onun erkek veya kız kardeşi de bulunursa, bunlardan her birinin hissesi altıda birdir.
Şayet onların sayısı daha fazla ise, o takdirde onlar üçte bir hisseye ortak olurlar.
Bu da yapılan vasiyet ve borcun ödenmesinden sonradır.
Bütün bunlar, varisler zarara uğratılmaksızın yapılacaktır.
Bu, Allah tarafından size bir buyruktur. Allah alîm ve halîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, cezalandırmada aceleci değildir).
13 – İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse Allah onu, içinden ırmaklar akan cennetlere ebedî kalmak üzere yerleştirir. İşte en büyük başarı da budur.
14 – Kim de Allah’a ve resulüne isyan eder ve Allah’ın sınırlarını aşarsa,
Allah onu da ebedî kalmak üzere ateşe koyar. Hem onu zelil ve perişan eden bir azab vardır.
15 – Zina eden kadınlarınız hakkında dört şahit isteyin. Eğer dört kişi şahitlik ederlerse, ölüm kendilerini alıp götürünceye veya Allah kendilerine bir yol gösterinceye kadar onları evlerde alıkoyun. [24,2] {KM, Tesniye 22,21; Levililer 19,20; 20,10.14; 21,9; Yuhanna 8,5}
16 – Sizden bir çift fuhuş yaparsa onlara eziyet edin. Eğer tövbe edip hallerini ıslah ederlerse onları cezalandırmaktan vazgeçin. Çünkü Allah, tevvab ve rahîmdir: (tövbeleri kabul eder ve çok merhametlidir). [17,32; 23,7]
a-Zina cezası olarak Kur’ânda ilk gelen hüküm bu âyetle bildirilen azarlama, bir iki pataklama kabilinden rahatsız etmedir. b-İkinci olarak, bu sûrenin 15. âyeti gelip zinakâr kadını evde hapsetme hükmünü getirmiştir. c-Son olarak ise 24,2 ile gelen yüz değnek cezasıdır. Bu bekârların cezası olup evli zinakârlar recmedilirler. Bazı alimlere göre, bu 16.âyet livata yapan erkeklere ait olup, onlara verilecek tâzir cezasını bildirmektedir.
17 – Allah’ın kabulünü vaad buyurduğu tövbe, kötülüğü ancak cahillik sebebiyle işleyip, sonra da çabucak vazgeçerek günahtan dönüş yapacak olanların tövbesidir. İşte Allah’ın, tövbelerini kabul edeceği kimseler bunlardır. Allah alîm ve hakîmdir (herkesin içini dışını hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
19 – Ey iman edenler! Kadınları zorla miras olarak almanız helâl olmaz. Çok belli bir fuhuş işlemedikçe onlara verdiğiniz mehrin bir kısmını ele geçirmek için onları sıkıştırmanız da size helâl değildir.
Onlarla hoşça, güzelce geçinin. Şayet onlardan hoşlanmayacak olursanız, olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur. [2,228] {KM, Tesniye 5,10}
Cahiliyede ölen bir erkeğin en yakın vârisi onun eşinin üstüne bir bez parçası atınca, onu kendi yönetimi altına geçirmiş olurdu. Sonra ister mehir vermeksizin onu nikâhına alır, ister diğer bir erkeğe nikâhlayıp mehrini kendisi alır, isterse böyle yapmayıp evinde âdeta hapsedip malına el koyardı. Âyet bu âdeti kaldırmaktadır.
Âyetin son kısmı, aile kurumunu ayakta tutmak için çok önemli bir prensip koymaktadır. Evliliğin başında kişinin eşinin, gerek güzellik, gerek ahlâk bakımından eksikleri olabilir. İyi yönlerini ortaya koymasına fırsat vermeden, sohbet ve ünsiyette bulunmadan, boşamaya girişmek doğru değildir.
23 – Ey mümin erkekler! Şunlarla nikâhlanmanız haram kılınmıştır: Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz,
Halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kızkardeş kızları,
Sizi emziren süt anneleriniz, süt kızkardeşleriniz,
Kayınvalideleriniz, kendileriyle zifafa girdiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız.
Fakat zifafa girmediğiniz eşlerinizin kızlarını nikâhlamanızda beis yoktur.
Keza öz oğullarınızın eşleri ile evlenmeniz ve iki kızkardeşi nikâhınız altında birleştirmeniz de haram kılındı.
Ancak daha önce geçen geçmiştir. Çünkü Allah gafur ve rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur). [33,4] {KM, Levililer 18,7-18; Tekvin 29,16-30}
Süt anne ve kardeşlerinde de, nesep (soy) yönünden olan mahremliğin cari olduğu âyette vurgulanmaktadır.
24 – Kocası olan kadınlarla da evlenmeniz haramdır, ancak harp esiri olarak eliniz altında bulunan cariyeler bundan müstesnadır. İşte bütün bunlar Allah’ın kesin hükümleridir.
Bu sayılanlardan başkalarını, iffetli yaşamak, zina etmemek şartıyla, mal harcayıp mehirlerini vererek nikâhlamanız helâldır.
Dikkat edin: Evlenerek beraberliklerinden yararlandığınız kadınlara, belirlenmiş olan mehirlerini verin, bu bir haktır. Ama belirledikten sonra, aranızda anlaşarak miktarını arttırıp eksiltmenizde size bir vebal yoktur. Allah alîm ve hakîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir). [4,4-21]
Bazı milletlerde evlenirken kadın erkeğe hatırı sayılır mal veya para (drahoma) verir. Bu, kendisine rağbet edilme sebeplerinden olur. İslâm’da ise kadının malına değil, kendisine önem verilir. Hatta, verilen değerin bir alâmeti olarak kocası ona biri peşin, öbürü evlendikten sonra verilmek üzere iki mehir verir. Nikâh akdi için mehrin mutlaka belirlenmesi gereklidir.
Fakat mehiri belirledikten sonra, eşlerin karşılıklı rızası ile yaptıkları indirimde veya borçtan kurtarmada bir mahzur yoktur.
25 – Sizden eşraftan olan hür mümin kadınlarla evlenecek servet ve gücü bulunmayanlar, eliniz altında olan mümin cariyelerle evlenebilir.
Allah sizin kadr-u kıymetinizi imanınızla bilir. Zaten siz müminler hep aynı aileden sayılırsınız.
Öyleyse, fuhuşta bulunmayarak, gizli dost da edinmeyerek, namuslu kadınlar olmak üzere onları, sahiplerinin izniyle nikâhlayın.
Mehirlerini de güzellikle kendilerine verin.
Eğer evlendikten sonra zina yaparlarsa, onlara hür kadınlara ait cezanın yarısı uygulanır. Cariye ile evlenme, sizden sıkıntıya düşmekten (zinaya sapmaktan) korkanlar içindir, yoksa sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Bununla beraber Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve merhameti boldur). [9,60; 24,33]
26 – Allah size helâl ve haramı açıkça bildirmek, size daha önce geçmiş iyi insanların yollarını göstermek ve yuvanıza dönmenizi sağlayıp günahlarınızı bağışlamak ister. Allah alîm ve hakîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). {KM, Tesniye 22,21.28-29; Levililer 20,10; Yuhanna 8,5}
Âyetteki sünen (yollar) Nisâ sûresinin başından buraya kadar bildirilen emirler, kültürel ve sosyal düzenlemeler ile Bakara sûresinde daha önce bildirilmiş hükümlerdir. Allah bunları isterken, gelecek âyette bildirildiği üzere müşrikler, münâfıklar ve Yahudiler, Kur’ân’ın bu inkılabları hakkında müminleri şüpheye düşürmek ve ölçü dışına çıkarmak isterlerdi.
27 – Evet Allah sizin yuvanıza dönüş yapıp tövbenizi kabul buyurmak istiyorken,
O şehvetlerinin ardına düşenler ise büsbütün yoldan çıkmanızı isterler.
28 – Allah sizin yükünüzü hafifletmek ister, çünkü insan hilkatçe zayıf yaratılmıştır.
Haramlar, insan hürriyetini engelleme gibi görünür. Fakat unutmayalım ki kendi haline bırakılmış nefis, kötülüğe meyleder. Hem insanın ferdî hayatını koruyup iyileştirmek, hem de toplum içindeki diğer insanların hak ve hürriyetlerini, can, mal ve namuslarını korumak için Allah bu sınırlamaları getirmiştir.
29 – Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda meşrû olmayan yollarla yemeyin. Karşılıklı rıza ile yapılan bir ticaret yapmanız ise, elbette meşrûdur.
Sakın haram yiyerek, başkasının hakkını gasbederek kendinizi öldürmeyin. Allah size pek merhametlidir.
Âyette: “kendi kendinizi öldürmeyin!” emri: a-”Birbirinizi öldürmeyin!” veya “intihar etmeyin!” demektir. Veya b-“Haksız yere başkalarının mallarını alanlar toplumun nizamının bozulmasına sebeb olurlar; bu kendilerinin de sonunu hazırlayabilir.” anlamına gelebilir.
30 – Kim sınırları aşarak ve haksızlık ederek bunu yaparsa Biz onu ateşe sokacağız. Bu da Allah’a çok kolaydır.
32 – Bir de Allah’ın kiminize kiminizden daha fazla verdiği şeyleri temenni etmeyin. Erkeklere çalışmalarından nasipleri olduğu gibi kadınlara da çalışmalarından nasipleri vardır. Çalışın da siz daha hayırlı şeyleri Allah’ın fazlından isteyin. Allah her şeyi hakkıyla bilir. {KM, Çıkış 20,17}
33 – Ana ve babanın ve diğer akrabaların ölümlerinden sonra bırakacakları her terike için vârisler belirledik.
Yemin akdinin sizi bağladığı kimselere de paylarını verin. Muhakkak ki Allah her şeye şahittir.
Cahiliye döneminde müvalat akdi yapılarak mukaveleli mirasçı belirlenirdi. Bazı fakihlere göre bu veraset şekli, mirası akrabaya tahsis eden 8, 75 âyeti ile kaldırılmıştır. Hanefi mezhebine göre muvalat ile veraset devam edebilir. Şöyle ki: Herhangi bir kişi müslüman olur, varisi de bulunmazsa o bir dindaşına: “Tazminat ödemem gerekirse senin benim âkilemden olman, benim de ölümümden sonra sen bana vâris olman üzere müvalat yapalım” diye anlaşma yaparsa, bu akit geçerlidir.
34 – Kocalar eşleri üzerinde yönetici ve koruyucudurlar.
Bunun sebebi, Allah’ın bazı insanlara bazılarından daha fazla nimet vermesi ve bir de kocalarının mehir verme, evin masraflarını yüklenmeleri gibi malî yükümlülükleridir.
O halde iyi kadınlar: itaatli olan ve Allah kendi haklarını nasıl korudu ise, kocalarının yokluğunda, onların hukuklarını koruyan kadınlardır.
Dikbaşlılığından yıldığınız kadınlara gelince: Onlara evvela öğüt verin, vazgeçmezlerse yatakta yalnız bırakın ve bunlarla da yola gelmezlerse onları hafifçe dövün.
Şayet size itaat ederlerse, onlara yüklenmek için bir sebep aramayın.
Unutmayın ki üstünüzde çok yüce ve büyük olan Allah vardır. {KM, I Timote. 11,12; I Korintos. 11,3; Efes. 5,22}
Kocasına itaatsizlikte direten ve onun haklarını korumayan kadına burada sayılan üç işlem uygulanabilir. Eğer bir uyarma kâfi geliyorsa, gerisini yapmak doğru değildir. Dövmeye izin verilse de bu, yüze yapılmamak ve yara bere bırakacak tarzda olmamak şartıyla caizdir. Hz. Peygamber (a.s.) isteksiz olarak, sırf aile nizamını temine vesile olsun diye dövmeye izin vermiştir. Yani, Hz. Peygamber, âyete getirdiği açıklamada, bu dövme işinin son derece sınırlı olduğunu bildiren çok sayıda talimat vermiştir. Bunlardan biri de: “Darben gayre muberrih” yani “şiddetli olmayan, hafifçe” olmasıdır ki, meali Hz. Peygamberin bu tefsirine göre verdik.
35 – Eğer karı kocanın birbirinden ayrılacaklarından endişe ederseniz, o vakit, kendilerine erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin.
İki taraf işi düzeltmek isterlerse, Allah onları uyuşmaya muvaffak buyurur. Şüphesiz Allah alîm ve habîrdir (her şeyi bilir, bütün maksatlardan haberdardır).
36 – Yalnız Allah’a ibadet edip O’na hiçbir şeyi şerik yapmayın.
Anneye, babaya, akrabalara,
Yetimlere, fakirlere, yakın komşulara, uzak komşulara,
Yol arkadaşına, garip ve yolculara,
Elinizin altındaki (köle, cariye, hizmetçi, işçi) lere de
Güzel muamele edin. Bilin ki Allah kendini beğenen ve övünüp duran kimseleri sevmez. [17,23; 31,14]
37 – O cimrilik eden, üstelik etrafındaki insanlara cimriliği tavsiye eden ve Allah’ın lütf-u fazlından kendilerine verdiği nimetleri gizleyen nankörler yok mu? İşte Biz onları zelil ve perişan edecek bir azap hazırladık. [100,6-7; 80,17]
38 – Mallarını halka gösteriş için harcayıp Allah’a ve âhiret gününe iman etmeyen kimseleri de Allah elbette sevmez.
Şeytan kimin arkadaşı olursa, artık o arkadaşların en kötüsüne düşmüş demektir. [2,264; 37,51; 41,25; 43,36; 50,23]
39 – Allah’a ve âhiret gününe inansalar ve Allah’ın kendilerine ihsan ettiği nimetlerden harcasalardı ne zararları olurdu sanki? Allah onları pek iyi bilmektedir.
40 – Şu kesindir ki Allah kullarına zerre kadar bile zulmetmez.
Ama kulun zerre kadar bir iyiliği bile olsa, onu kat kat artırır ve ayrıca Kendi tarafından büyük bir mükâfat verir. [21,47; 31,16] {KM, Mezmur. 62,13; Vahiy 22,12}
42 – İşte o gün dini inkâr edip resûle isyan edenler, yerin dibine girmek, yerle bir olmak isteyecekler.
Onlar hiçbir sözlerini hiçbir kabahatlerini Allah’tan gizleyemezler. [78,40]
43 – Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi hakkıyla bilmedikçe namaza yaklaşmayın.
Yolculuk dışında cünüp iken de gusletmedikçe namaz kılmayın.
Eğer hasta veya yolculukta iseniz, veya tuvaletten gelmiş yahut hanımlarınızla yatmış olur da gusledecek su bulamazsanız,
O vakit temiz toprağa teyemmüm edin, arınmak niyetiyle yüzünüze ve ellerinize meshedin. Muhakkak ki Allah afüv ve gafurdur (af ve mağfireti boldur). [2,219; 5,90-91]
Sarhoş edici içki içmek, nihaî olarak haram kılınmadan önce bu şekilde iyice kısıtlanmıştı. İçenler ancak yatsı namazını kıldıktan sonra içebiliyorlardı. 5,90-91 ile ise mutlak olarak haram kılındı.
Teyemmüm: Su bulunmaz veya hastalık sebebiyle kullanmaya mani bir durum varsa, abdest veya gusül için, mânen temizlenmek niyeti ile, el temiz toprağa vurulup yüz ve kollar meshedilerek gerçekleştirilir. Bu izin, müslümana en azından bir nizama uyma, itaat edeceği bir mercinin huzurunda olma bilinci verir. Kişinin zihninde, kendisini temizleme ve namazın kutsal olduğu fikrini canlı tutar.
45 – Allah düşmanlarınızı pek iyi bilir. İşlerinizi üstlenen bir veli olarak da, bir yardımcı olarak da elbette Allah yeter!
46 – Yahudilerden bir kısmı, bazı sözleri aslî şeklinden ve mânasından saptırır, mesela: “İşittik” (ama isyan ettik), “işit” (hay işitmez olası!), ve râina derler.
Bu sözleri, ağızlarını eğip bükerek güya vaziyeti kurtarmak ve dinle alay etmek için söylerler.
Halbuki onlar sadece “İşittik ve itaat ettik”, “İşit!” unzurnâ (bizi de gözet), deselerdi kendileri için elbet daha hayırlı ve daha dürüst bir iş olurdu.
Fakat Allah, inkârları yüzünden onları rahmetinden kovdu. Artık onlar pek az iman ederler. [2, 75.104; 3,78]
Onlar parantez içindeki sözleri içlerinden veya ancak yanındaki arkadaşı işitecek şekilde sessizce söylüyorlardı. Müminlerin “raina: bizi gözet, bize himmet et” sözlerini de bahane ederek ağızlarını eğip bükerek, İbrânice’de hakaret ifade eden benzer bir lafza dönüştürüyorlardı.
48 – Şu muhakkak ki Allah Kendisine şirk koşulmasını affetmez, ama bunun altındaki diğer günahları dilediği kimse hakkında effeder.
Kim Allah’a ortak icad ederse müthiş bir iftira etmiş, çok büyük bir günah işlemiştir.
49 – Baksana o kendini temize çıkaranlara! Onların temiz olduklarını iddia etmeleri neye yarar ki?
Ancak Allah dilediğini temize çıkarır ve onlara kıl kadar olsun haksızlık edilmez.
50 – Bak nasıl da Allah adına yalan uydurup Ona iftira ediyorlar! Bu da, onlara belli bir günah olarak fazlasıyla yeter! [3,24; 2,111; 2,134]
52 – İşte onlar, Allah’ın lânetlediği kimselerdir. Allah’ın lânetlediğini de yardım edip kurtaracak kimse bulamazsın.
54 – Yoksa onlar Allah’ın lütfundan insanlara ihsan ettiği nimetlere karşı haset mi ediyorlar? Evet biz Âl-i İbrâhime de kitap ve hikmet verdik, hem de büyük bir hâkimiyet ve mülk verdik.
56 – Âyetlerimizi inkâr edenleri yarın cehenneme sokacağız.
Derileri kızarıp yandıkça, yerine taze deri yaratacağız, ta ki cezaları olan azabı iyice tatsınlar.
Şüphesiz ki Allah azîz ve hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
58 – Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adalete uygun tarzda hüküm vermenizi emreder. Allah bununla, size ne de güzel öğüt veriyor! Şüphe yok ki Allah semî ve basîrdir (sözlerinizi de, hükümlerinizi de hakkıyla işitir, bütün yaptıklarınızı hakkıyla görür).
59 – Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Resûlüne ve sizden olan ülülemre de itaat edin. Eğer Allah’a ve âhirete iman ediyorsanız, hakkında ihtilafa düştüğünüz meseleyi Allah’a ve resulüne arzediniz. Böyle yapmanız hem daha hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir. [16,43; 42,10] {KM, Çıkış 18,13-26; Tesniye 17,8; I Kırallar 3,16-28}
Ülülemr kelimesi geniş kapsamlıdır; müslümanların herhangi bir işinin başında olan her yöneticiye şamildir. Din alimleri, ülke yöneticileri, onların başında gelirler.
Hadis-i şerife göre: “Emrettiği şey günah olmadığı sürece, bir müslümanın, hoşlansın veya hoşlanmasın, yöneticinin emirlerine itaat etmesi gerekir.”
Bir başka hadis: “Allah’a isyanda (günah olan bir konuda) başkasına itaat haramdır. İtaat ancak meşrû hususlardadır.”
Bir başka hadis: “Sizin başınızda doğru olduğu gibi yanlışı da uygulayan yöneticiler olacaktır. Böyle bir durumda kim yanlış şeylerden nefret ederse sorumluluktan kurtulacaktır.” Bunun üzerine ashabdan bazıları: “Böyle yöneticilere karşı savaşmayacak mıyız?” diye sorunca Hz. Peygamber (a.s.): “Namazı kıldıkları müddetçe, hayır!” diye cevap vermiştir. (Müslim)
61 – Kendilerine “Haydi Allah’ın indirdiği Kur’ân’ın ve resulün hükmüne gelin!” denildiğinde münafıkların senden iyice geri durduklarını görürsün. [31,21; 24,51]
62 – Fakat işlediklerinin cezası olarak başlarına bir musîbet geldiği zaman ne olur?
Onlar hemen sana gelir, yemin billah ederek “Vallahi maksadımız sırf iyilik yapmak ve ara bulmaktan ibaret idi” derler. [2,95; 5,52]
63 – Allah onların kalplerinde ne var, ne yok pek iyi biliyor.
Onun için sen onlara aldırma, fakat kendilerine öğüt ver ve onlara kendilerine dair, içlerine işleyecek beliğ sözler söyle.
64 – Biz hiç bir peygamberi, Allah’ın izni ile, kendisine itaat olunmaktan başka bir gaye ile göndermedik.
Eğer onlar kendilerine zulmettikleri vakit sana gelip de Allah’tan af dileseler, sen de resul olarak onların affedilmelerini isteseydin, elbette Allah’ı tövbeleri kabul eden, pek merhametli bulacaklardı. [3,152; 58,12]
69 – Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse işte onlar, Allah’ın nimetlerine mazhar ettiği nebîler, sıddîkler, şehidler, salih kişilerle beraber olacaklardır.
Bunlar ne güzel arkadaşlar!
70 – Bu, Allah’tan bir lütuftur. Bu lütfa lâyık olanların kadrini Allah’ın bilmesi yeter de artar!
72 – Aranızda öylesi vardır ki, işi ağırdan alır.
Başınıza bir felâket gelirse der ki: “Neyse ki, Allah bana lutfetti de onlarla beraber çıkmadım.”
73 – Ama Allah’tan size nimet ve inayet erişirse -sanki daha önce kendisiyle sizin aranızda hiç tanışıklık yokmuş gibi-
“Ah! n’olurdu, der, ben de onlarla beraber olaydım da büyük ganimete konaydım!”
74 – O halde, dünya hayatına değil, âhirete talip ve müşteri olanlar Allah yolunda savaşsınlar.
Kim Allah yolunda savaşa girer de öldürülüp şehid olur veya galip gelir gazi olursa,
Her iki halde de Biz ona yarın pek büyük mükâfat vereceğiz.
75 – Size ne oluyor ki Allah yolunda ve çaresizlik içinde bırakılan:
“Ey büyük Rabbimiz! Ahalisi zalim olan şu memleketten bizi kurtarıp çıkar. Tarafından bir sahip gönder, katından bir yardımcı yolla!”
diye yalvarıp yakaran bir kısım erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda düşmanla çarpışmıyorsunuz?
Bu âyet, Mekke’de veya başka bir yerde müslüman olmuş olup da Medine’ye hicret ederek kendilerini işkenceden kurtaramayan müminlerin feryadını dile getiriyor.
76 – İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler ise şeytan yolunda savaşırlar.
Öyle ise ey müminler haydi, şeytanın taraftarlarıyla muharebe edin.
Şeytanın hilesi, cidden zayıftır.
77 – Baksana o kimselere ki, savaş zamanı değilken kendilerine: “Savaşa sebebiyet vermeyin, namazı hakkıyla ifa edin, zekâtı verin!” denilmişti.
Sonra onlara savaşma farz kılınınca, onlardan bir kısmı insanlardan, Allah’tan korkarcasına, hatta daha fazla korkup şöyle diyorlar: “Ya Rabbenâ, niçin bize harbi farz kıldın? Bize biraz daha mühlet verseydin ya!”
Onlara de ki: “Dünya zevki pek azdır, âhiret ise günahlardan sakınanlar için sırf hayırdır ve size kıl kadar olsun haksızlık yapılmaz.” [47,20]
78 – “Nerede bulunursanız bulunun: Sağlam, yüksek kulelerde, hatta eflâke ser çeken gökteki yıldız burçlarında bile olsanız, ölüm mutlaka size yetişir.”
Onlara bir iyilik ulaşınca “Bu, Allah’tandır” derler. Bir fenalık gelince “Bu, senin yüzündendir” derler.
De ki: “Hepsi de Allah tarafındandır.”
Fakat bu adamlara ne oluyor da, söz anlamaya bir türlü yanaşmıyorlar? [55,26; 3,185; 21,34; 7,131]
Yaratma bakımından hem iyilik, hem fenalık hem hayır, hem şer Allah’tandır. Fakat şerre sebebiyet veren, dâvet eden insan olması itibariyle şer insana izafe edilir.
79 – Ey insan! sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her fenalık ise nefsindendir.
Ey resulüm! Seni bütün insanlara elçi gönderdik. Allah’ın buna şahit olması yeter de artar! [2,124; 7,113; 8,27; 42,30]
80 – Kim resûlullaha itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.
Kim itaattan yüz çevirirse aldırma, zaten seni üzerlerine bekçi göndermedik ki! {KM, Luka 10,16}
81 – Münâfıklar sana “Baş üstüne!” derler.
Fakat yanından çıkınca, onlardan bir güruh gece karanlığında senin söylediklerinin tersine planlar kurarlar.
Allah onların o gizli planlarını bir bir kaydediyor.
Onun için sen yüzlerine vurmaktan vazgeç de Allah’a havale et, Ona tevekkül et. Sana vekil olarak Allah yeter. [24,47; 4,84]
82 – Kur’ân’ı gereği gibi düşünmeyecekler mi?
Eğer Kur’ân Allah’tan başkasına ait olsaydı, elbette içinde birçok tutarsızlıklar bulurlardı.
Bu gibi yerlerde münâfıkların ve zayıf inançlı kişilerin hataları dile getirilirken, bu yanlışların kaynağının, Hz. Muhammedin Allah’tan gelen bir Elçi olduğunu, Kur’ân’ın Allah Kitabı olduğu konusunda şüpheleri olduğu bildirilir. Allah Teâla onları Kur’ân’ı iyice incelemeye dâvet ediyor. Gerçekten, iyi düşünen insan şu hakikati anlamakta gecikmez: 23 yıl gibi uzun bir dönemde, çok çeşitli durumlar sebebiyle ve son derece farklı konularda yavaş yavaş tamamlanan bir metnin içinde tutarsızlık olmaması mümkün değildir. Bir insan ne kadar akıllı olursa olsun bunu başaramaz. Öyle ise bu kitap ancak Allah’ın eseri olabilir.
83 – Onlara güvenlik veya korkuya dair bir haber geldiğinde doğru olup olmadığını araştırmadan ve yaymakta mahzur bulunup bulunmadığını danışmadan hemen onu yayarlar.
Halbuki onlar bu haberi peygambere ve aralarındaki yetkili zatlara arzetselerdi elbette işin içyüzünü araştırıp ortaya çıkaranlar, onun mahiyetini, haberin neye delâlet ettiğini bilirlerdi.
Eğer Allah’ın lütuf ve rahmeti üzerinizde olmasaydı, pek azınız hariç hepiniz şeytana uymuş gitmiştiniz.
84 – Artık Allah yolunda cihad et!
Sen ancak kendinden sorumlusun. Müminleri de buna teşvik et.
Umulur ki Allah kâfirlerin savletini uzaklaştırır. Allah en güçlü ve cezalandırması da en çetin olandır.
85 – Her kim güzel bir şefaatte bulunursa, o iyilikten kendisine de bir nasip vardır.
Kim de kötü bir hususta şefaat ederse, ondan da kendisine bir pay düşer. Allah her şey üzerinde kadirdir.
86 – Şayet size selam verilirse, siz de ondan daha güzel bir tarzda selamı alın, en azından verilen selâmın misli ile karşılık verin. Şüphesiz ki Allah, her şeyin hesabını hakkıyle arar.
Bu ve daha başka âyetlerde emredildiği gibi, müslümanların daima insancıl ve nezaketli davranış göstermeleri gerekir. Mesela: Selam veren kimseye, daha candan, daha güzel, en azından onunki kadar güzel karşılık vermelidir. Zira kaba, nazik olmayan davranışlar insanları uzaklaştırır. İnsanlar arası ilişkilerin gergin olduğu dönemlerde ise bu güzel davranış, kat kat gerekli olur.
87 – Allah, o hak Mabuddur ki kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur.
Kıyamet günü hepinizi bir araya toplayacaktır. Bunda hiç şüphe yoktur.
Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir? {KM, II Samuel 7,28; Mezmur 119,160. Yuhanna 17,17}
88 – Yaptıkları bunca cürüm sebebiyle Allah kendilerini başaşağı getirdiği halde,
durum bu kadar belli iken, ne diye münafıklar hakkında hüküm verirken kalkıp birbiriyle çekişen iki fırka haline geliyorsunuz?
Allah’ın saptırdığını siz mi yola getirmek istiyorsunuz? Her kimi Allah şaşırtırsa, artık sen ona yol bulamazsın.
Münâfıkların içleri dışlarından başka olduğu ve farklı yerlerde farklı durumlar alabildikleri için, onlar hakkında karar verecek kimseler ihtilaf ederler. O münafıklarla akrabalık, kabile birliği, ticari ortaklık, arkadaşlık gibi bağlar da müminleri etkileyebiliyordu.
Allah onlara Hz. Peygamber (a.s.m), İslâm ve müslümanlarla iç içe olma imkânı verdiği, onlar da zahiren müslüman göründükleri halde, birtakım hesaplarla, kalblerinden eski küfür ve inkârlarına döndükleri için, onlar hakkında “başaşağı, tepetaklak olma” tabiri, hallerini ifade edecek en mükemmel tabirdir.
Bellidir ki Allah onları münafık olarak “başaşağı” yaratmış değildir. Fakat onlar, iman tarafında olmaları için, bunca kuvvetli sebepler varken, irade ve tercihlerini hep inkâr tarafına kullanınca, bütün işleri güçleri, kazandıkları o yönde olunca, kendilerinin ısrarla istedikleri durum meydana gelmiş, varlığa koyduğu kanuna göre de Allah dalaletlerine izin vermiş ve yaratmıştır.
Oysa münâfıkları keşfetmek zor değildir: Uhrevî hayır ile dünyevî çıkarları çatıştığında âhireti bırakıp o çıkarı tercihleri, İslâmiyetleri ile menfaatleri karşı karşıya gelince İslâma hizmet ve fedâkarlık tarafında yer almamaları kesin bir ölçüdür. Allah bu ölçüyü kullanmayı hatırlatıp, münâfıklar yüzünden müminlerin birbirlerine düşmelerini menediyor.
89 – Ne çok isterler ki siz de kendileri gibi küfre düşesiniz de böylece kendileriyle beraber olasınız.
Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin.
Eğer aldırmazlarsa o vakit nerede bulursanız onları yakalayın, öldürün ve sakın onlardan ne veli, ne yardımcı edinmeyin.
90 – Ancak sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavme sığınanlar veya ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmak istemediklerinden göğüsleri daralarak size gelenler bundan müstesnadır.
Eğer Allah dileseydi, bunları size musallat eder ve bunlar da sizinle savaşırlardı.
O halde, onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse, o takdirde Allah onlara saldırmak için size yol vermez. [8,61; 47,35]
92 – Müminin mümini öldürmesi olacak iş değildir, ancak yanlışlıkla olursa başka.
Kim yanlışlıkla bir mümini öldürürse mümin bir esir (köle) âzad etmesi ve öldürülenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir; ancak onlar diyetten vazgeçip bağışlarsa o başka.
Eğer yanlışlıkla öldürülen, kendisi mümin olmakla birlikte, size düşman bir kavimden ise, öldürenin mümin bir köle âzad etmesi gerekir.
Eğer öldürülen, aranızda anlaşma bulunan bir topluluktan olursa, vârislerine teslim edilecek bir diyet ile mümin bir köle âzad etmesi gerekir.
Bunları yapmaya gücü yetmeyenin, Allah tarafından tövbesinin kabulü için ardarda iki ay oruç tutması gerekir. Allah alîm ve hakîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
Keffaret olarak bir köleyi hürriyetine kavuşturmak Allah’ın hakkı, diyet ödemek de kul hakkını karşılamak içindir. Yanlışlıkla bir hayata son veren kimse, bir köleyi toplum içinde adeta hayata kavuşturma ile o hatasını telâfi etmiş olmaktadır. Ölenin varislerine verilecek diyet Hz. Peygamber (a.s.) tarafından yüz deve veya onun değeri olarak tesbit edilmiştir. Bu da çok ağır bir tazminat olup, aileye verdiği zararı telafi etme maksadına yöneliktir. Vârisler isterlerse miktarı hafifletebilirler. Köle âzad etme, diyet veya iki ay oruç ceza değil, suçun affedilmesi için birer keffarettir. Onun için katilin ayrıca vicdan azabı, pişmanlık duyup tövbe etmesi lâzımdır. Ceza alması halinde bunlar sözkonusu değildir.
93 – Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır. [39,53, 4,48]
Kasden adam öldürmenin dünyadaki cezası kısastır. Vârisleri kısastan vazgeçerlerse, diyet alabilirler. İsterlerse bunu da bağışlayabilirler. Âhiretteki cezası, Allah Teâla affetmezse ebedî cehennemdir. 4,48 âyeti, Allah Teâla’nın, şirk dışındaki günahları dilediği takdirde affedeceğini bildirerek bu âyeti takyid etmektedir.
94 – Ey iman edenler! Yeryüzünde Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, son derece dikkatli davranın.
Size selam verene, dünya hayatının geçici ve az bir menfaatini elde etmek için: “Sen mümin değilsin” demeyin. Unutmayın ki Allah’ın yanında birçok ganimetler vardır.
Önceden siz de böyle idiniz, Allah size lütfetti de imanla şereflendiniz.
Öyleyse iyi anlayın, dinleyin çok dikkatli davranın. Muhakkak ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır. [8,26]
Selam, en kapsamlı bir iyi dilek temennisidir. Ayrıca selam veren kimse muhataplarına: “Ben senin cemaatındanım, sana benden zarar gelmez, senin de benim hakkımda iyi düşünmeni beklerim” demek istiyordu. İslâmın başlangıcında, gelen insanı başka türlü ayırd etme imkânı yok iken, selam bir parola yerine de geçiyordu. Düşman kişi, ölüm korkusu sırasında canını kurtarmak için de böyle diyebiliyordu. Bu da müslümanları zor duruma düşürüyordu. Fakat kalplerde olanı bilmek mümkün olmadığından Allah bu emri verdi. Demek ki bir mümini öldürmek ihtimalinden ise, bir kâfiri serbest bırakmak daha uygun görülmektedir.
Kaldı ki müteakip cümle, çok önemli bir uyarıda bulunmaktadır. İslâm yavaş yavaş yayılıyordu. “İnsanların gönüllerinde ilahî hidâyetin parlaması, İslâm’ın güzelliklerinin anlaşılması pek az bir vakte de sığabilir. “Yakın bir zaman önce siz de onlar gibi değil miydiniz” buyurularak bu gerçek hatırlatılıyor.
95-96 – Özür sahibi olmaksızın cihaddan geri kalan müminlerle, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden müminler elbette bir olmaz. Allah malları ve canları ile mücahede edenleri, derece bakımından cihada gitmeyenlerden üstün kılmıştır.
Gerçi Allah hepsine de en güzel yurt olan cenneti vaad etmiştir, ama mücahede edenleri, cihada katılmayanlardan çok daha büyük mükâfatlarla, tarafından derece derece rütbeler, hususi bir mağfiret ve rahmetle mümtaz kılmıştır. Değil mi ki Allah gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).
Maksat, farz-ı kifaye olan cihaddan, mazereti sebebiyle ve izinli olarak geri kalan müminlerdir.
97 – İman edip de hicret etmeyerek kendi öz nefislerine zulmeder vaziyette olanların canlarını alırken melekler onlara diyorlardı ki: “Ne işte idiniz?”
Onlar da: “Biz bu ülkede, dinin emirlerini uygulayamayan, baskı altında yaşayan kimselerdik” deyince, melekler bu sefer şöyle dediler:
“Peki Allah’ın dünyası geniş değil miydi? Siz de orada hicret edeydiniz ya?”
İşte onların durağı cehennemdir. Ne fena bir dönüş yeridir orası!
Bu âyet indirildiği sırada ve Mekke’nin fethine kadar, müminlerin Medine’ye hicret etmeleri farz idi. Çünkü düşman müşrikler arasında, onların alayları, şüphe vermeleri, baskıları karşısında müminlerin dinlerini korumaları güçtü.
Diğer taraftan müminlerin bir arada İslâm’ın güzelliklerini yaşayıp müslümanca eğitilmeleri önemli idi. Ayrıca müminlerin bir araya gelerek bir kuvvet oluşturmaları, gerektiğinde kendi haklarını savunup kâfirlerin merhametlerine bırakmamaları gerekiyordu.
İşte bu âyette, Asr-ı saadette Medine’ye hicret etmeyip müşrik toplum içinde kalanlar, “kendilerine zulmedenler” diye nitelendirilmektedir. Bunlardan bazıları rahatlarını, alışkanlıklarını, ailelerini, mal ve mülklerini ve diğer çıkarlarını dinlerine tercih ediyorlardı. Onun için “Biz ülkemiz de baskı altında yaşayan kimselerdik” özürleri kabul edilmemiştir. Fecî bir âkıbet, cehennem azabı ile tehdit edilmişlerdir. Bunun yanında gerçekten hicrete gücü yetmeyen yaşlı, güçsüz erkekler, kadınlar ve çocukların mazeretleri 98. âyetle kabul edilmiştir.
Asr-ı saadette Mekke’nin fethi ile hicret mükellefiyeti sona ermiştir. Fakat âyet-i kerime, Mekke dönemi şartlarının bulunması halinde, hicretin yine gerekebileceğine işaret etmektedir.
98-99 – Ancak, her türlü imkândan mahrum ve hicret için yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar bu hükmün dışındadırlar. Çünkü bunları Allah’ın affedeceği umulur. Allah gerçekten afüv ve gafurdur (affı ve mağfireti boldur).
100 – Kim Allah yolunda hicret ederse dünyada gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur.
Kim evinden Allah’a ve Resûlüne hicret niyetiyle çıkar da yolda ecel gelip kendini yakalarsa o da mükâfatı haketmiştir ve onu ödüllendirme Allah’a aittir. Allah gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).
102 – Ey resulüm! Sen müminlerin içinde olup da onlara namaz kıldıracak olursan, onlardan bir kısmı sana tâbi olarak namaza dursun ve silahlarını yanlarına alsınlar.
Bunlar secdeye vardıklarında, diğer kısım arkanızda beklesinler.
Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin, sana tâbi olarak namaz kılsınlar, hem ihtiyatlı bulunsun ve silahlarını da yanlarına alsınlar.
Kâfirler sizi silahsız ve teçhizatsız vaziyette iken kıstırıp, birden baskın yaparak işinizi bitirmek isterler.
Eğer yağmur sebebiyle zahmet çekerseniz yahut hasta düşmüş iseniz, silahlarınızı bırakmanızda bir mahzur yoktur. Bununla beraber yine de tedbiri elden bırakmayın. Muhakkak ki Allah kâfirler için, zelil ve perişan eden bir azap hazırlamıştır.
Yolculuk sırasında dört rekatlı namazlar iki rek’at kılınır ve buna kasr denilir. Düşman korkusu olmasa da 90 km. lik mesafeye gitmekle dinen yolcu sayılıp kasr yapmak gerekir. Hanefi mezhebine göre kasr vacip, Mâlikî ve Şâfiî mezheplerinde ruhsattır, Sünnet olarak kısaltılır.
Düşmanla savaş devam ettiğinde, bu âyette tarif edilen namaz kılınmaz. Namazlar ertelenir, kazaya bırakılır. Nitekim Hendek savaşında Hz. Peygamber (a.s.) bir günün dört vakit namazını kılamamıştı.
Fakat sıcak çatışma olmayan bir savaş ortamında yahut yangın, sel gibi bir güvensizlik ortamında salat-ı havf (korku halindeki namaz) kılınır. Hz. Peygamber (a.s.) bunu müteaddit defalar uygulamıştır.
Hanefi mezhebine göre şöyle kılınır: Cemaatin bir kısmı düşman karşısında dururken öbür kısmı imama uyar. İki rek’atli namazın ilk rek’atını, üç veya dört rek’atlı bir namazın da ilk iki rek’atını imamla beraber kılar. İkinci secdede, veya birinci ka’dede teşehhütten sonra düşman cephesine gider. Bu defa öbür kısım gelerek imama uyar, onunla beraber geri kalan rek’atları kılar, tekrar düşman karşısına gider. İmam kendi başına selam verir, namazdan çıkar. Birinci kısım döner gelir, namazını kıraatsiz olarak tamamlar, selam verir, düşmana karşı gider. Sonra ikinci kısım gelir, namazını kıraatle tamamlayıp cepheye gider. Bununla beraber, bu zümreler, bulundukları yerde de namazlarını tamamlayabilirler.
103 – Namazı tamamladıktan sonra, gerek ayakta durarak, gerek oturarak ve gerek yanlarınız üzerinde uzanarak hep Allah’ı zikredin.
Derken, korkudan güvene kavuştunuz mu, o vakit namazı tam erkâniyle eda edin.
Çünkü namaz belirli vakitlerde müminlere farz kılınmıştır.
“Namaz dinin direğidir.” “Kulu, Rabbine ulaştıran bir miraçtır.” “Vakitleri belirlenmiş bir farzdır.” İslâm’ın en büyük ibadetidir.
104 – Düşman birliklerini takip edip arkadan sıkıştırmada gevşeklik göstermeyin.
Eğer siz acı çekiyorsanız, şüphesiz onlar da tıpkı sizin gibi acı çekiyorlar. Kaldı ki Siz Allah’tan, onların ümid edemeyecekleri birçok şeyleri umuyorsunuz. Allah her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
105 – İnsanlar arasında Allah’ın sana bildirdiği şekilde hükmetmen için Biz sana kitabı gerçeğin, hakkın ta kendisi olarak indirdik. Artık hainlerin müdafaacısı (avukatı) olma.
106 – Allah’tan af dile. Çünkü Allah gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur).
107 – Ve kendi öz canlarına hıyanet edenleri savunma. Çünkü Allah, hainlikte ve günahkârlıkta çok aşırı olanları asla sevmez.
108 – İnsanlardan gizlemeye çalışırlar da, Allah’tan gizlemeyi düşünmezler.
Halbuki onlar Allah’ın razı olmayacağı tezviratı planlarken O hep onların yanında idi. Zaten Allah, onların yaptıkları ve yapacakları her şeyi ilim ve kudretiyle ihata etmiştir.
109 – Haydi diyelim, siz bu dünya hayatı bakımından onları savundunuz, peki yarın kıyamet günü kim Allah’a karşı onları savunacak? Yahut kim onların vekili olacak?
Benî Zafer kabilesinden Tu’me, komşusu Katade’nin zırhını çalmış, bir un dağarcığının içinde götürüp Zeyd adlı bir Yahudinin evine bırakmış. Katade Tu’me’den şüphelendiğini söylemiş. O ise, bilmediğine yemin etmiş, evi de aranmış, zırh bulunamamış. Sonra un izinin Katade’nin evinden Zeyd’in evine gittiği tesbit edilmiş. Zırh Zeyd’de çıkınca, bunu Tu’me’nin bıraktığını söylemiş. Delil Zeyd’in aleyhinde. Bazı Yahudiler Zeyd’in lehinde şahitlik edip suçsuz olduğunu söylemişler.
Benî Zafer konuyu bir aile haysiyeti şeklinde ele alarak Tu’me’ye iftira edildiğini, hırsızın Zeyd olduğunu, zaten delillerin de bunu gösterdiğini öne sürerek davayı Hz. Peygamber (a.s.)a götürdüler. Hz. Peygamber Tu’me’nin yeminine, Benî Zafer gibi müslüman bir kabile mensuplarının tezkiyelerine ve zahiri delillere bakarak Tu’me’nin suçsuz olduğuna temayül eder gibi oldu. Fakat tam hüküm vereceği sırada 105-115. âyetler vahyedildi.
Bu olay, Peygamberin risâletinin gerçekliğine ve Kur’ân’ın evrenselliğine, tarafsız ve Allah katından olduğuna parlak bir delildir. Kur’ân “Biz” den olan koca müslüman bir kabile aleyhine, bir Yahudinin haklılığını ilan etmekten çekinmez.
110 – Kim kötülük eder veya günah işleyerek nefsine zulmeder de sonra Allah’tan af dilerse, Allah’ı gafur ve rahim (affı ve merhameti bol) bulur.
111 – Kim günah kazanırsa, onu sırf kendi aleyhine kazanır. Allah her işi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
113 – Eğer senin üzerinde Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir zümre seni bile, hükümde şaşırtmaya yeltenmişlerdi.
Fakat onlar yalnız kendi kendilerini şaşırtırlar, sana hiçbir zarar veremezler.
Nasıl zarar verebilirler ki Allah Sana kitap ve hikmeti indirmekte ve sana bilmediklerini öğretmektedir. Gerçekten Allah’ın senin üzerindeki lütfu pek büyüktür. [42,52-53; 28,86]
114 – Onların kendi aralarında yaptıkları gizli görüşmelerin, fısıldaşmaların çoğunda hayır yoktur.
Bu görüşmelerde hayır olması için onların muhtaçlara yardımı, güzel bir davranışı yahut dargın insanların arasını bulmayı gözetmeleri gerekir.
Kim Allah’ın rızasını arzulayarak bunu yaparsa, Biz de ona çok büyük mükâfat veririz.
116 – Şu kesin ki: Allah Kendisine şirk koşulmasını affetmez, ama dilediği kimse hakkında bunun altındaki diğer günahları affeder. Her kim Allah’a şirk koşarsa, haktan çok uzağa sapmış olur. [4,48]
118-119 – O şeytana ki: “Ya Rabbî, Senin kullarından mutlaka bir pay edineceğim. Mutlaka onları saptıracağım, onları birtakım temennilerle oyalayacağım. Onlara davarlarının kulaklarını yarmalarını emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler” dedi. Her kim Allah’ın yerine şeytanı dost edinirse, şüphesiz besbelli bir ziyana girmiştir. [5,103; 7,30; 16,63]
Burada Cahiliye araplarının bazı uygulamaları kınanmaktadır. Putlar namına kesilmek üzere adak edilen hayvanların kulaklarını yararlardı. Çocukların başlarında putlar namına bir mikdar saç bırakır, cildi mavi renkle boyar, fıtratı değiştirir, bazı mahlûklara tapınırlardı.
Fakat şuna dikkat etmek gerekir ki, Kur’ân dünyadaki varlıklar üzerinde, münasip biçimde yapılan değişiklikleri reddetmez. Aksi takdirde medeniyetin tümü, şeytanın saptırması olurdu. Oysa medeniyet, Allah tarafından yaratılan şeylerin düzgün bir şekilde kullanılışından başka bir şey değildir. Kur’ân’ın şeytânî değiştirmeler diye reddettiği husus, insan fıtratının ve eşyanın (yani varlıkların) Allah’ın verdiği tâbiî fonksiyonların aksine kullanılması olayıdır.
122 – İman edip makbul ve güzel işler yapanları, ebedî kalmak üzere içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğiz. Bu Allah’ın gerçek vaadidir. Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir?
123 – Allah’ın vaad ettiği bu mükâfat, ne sizin temennileriniz, ne de Ehl-i kitabın temennileri ile elde edilmez.
Kim kötü iş yaparsa onun cezasını bulur ve Allah’tan başka, kendisini o azaptan kurtaracak ne bir hâmi, ne de bir yardımcı bulamaz. [2,80.105.111] {KM, II Tarihler 20,7; İşaya 51,8}
125 – Hep iyiliği şiar edinmiş olarak, yüzünü ve özünü Allah’a teslim edip bir de İbrâhim’in tevhid dinine tâbi olan kimsenin dininden daha güzel din olabilir mi? Bundandır ki Allah İbrâhim’i dost edinmiştir. [46,16; 3,68; 16,123; 53;37; 2,124; 16,120-121]
126 – Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır. Allah ilmi ve kudreti ile her şeyi kuşatır.
Allah ilmi ve kudreti ile her şeyi kuşattığına göre, O’na isyan eden kimse cezadan kurtulamayacağını iyice kafasına yerleştirmelidir.
127 – Kadınlar hakkında senden fetva isterler. De ki: Onlar hakkındaki hükmü Allah size açıklıyor: Haklarını vermeyerek nikâhlamak istediğiniz yetim kadınlarla küçük, zayıf yetim çocukların haklarına dair hükümler size bu kitapta okunup duruyor.
Yetimlerin haklarını vermekte tam adaleti gözetin. Yaptığınız her iyiliği, Allah mutlaka bilir.
Kadınlar hakkındaki soruya, cevap doğrudan doğruya değil, ilgisi dolayısıyla, yetim kızlara dair bir girişten sonra 128-134. âyetlerde geliyor.
Cahiliye devrinde erkekler yetim kızları himaye ediyorum diye yanlarına alır, mallarına da sahip olurlardı. Erkek güzelliğini beğenirse yetim kızla evlenir, malını yerdi. Çirkin bulur evlenmezse, malından yararlanmak için evlenmesine mani olurdu.
Küçük çocukları ise mirastan mahrum bırakırlar, sadece büyük erkekleri varis yaparlardı.
128 – Eğer bir kadın kocasının ihmalinden ve kendisinden yüzçevirmesinden endişe ederse, Bazı fedakârlıklar göstererek sulh olmak için gayret göstermelerinde mahzur yoktur. Barışma, elbette daha hayırlıdır. Nefisler menfaatlerine düşkün yaratılmıştır.
Ey kocalar! Eğer siz iyi davranıp arayı düzeltir, kadınların hakkını çiğnemekten sakınırsanız unutmayın ki Allah, yaptığınız her şeyden haberdardır. (İyi davranışlarınızın karşılığını size fazlasıyla verecektir).
Kur’ân’ın gönderildiği ortamda, bir erkek, hiç bir sorumsuzluk duymaksızın istediği sayıda kadınla evlenebiliyordu. Nisa sûresinin 3. âyeti bunu en fazla 4 kadın ile sınırladı. Kadınlara mehir hakkı verdi, mirastan pay ayırdı. Eşler arasında titiz bir adaleti şart koştu. Bazı durumlarda bu eşitliği uygulamak çok zor olmaktadır. Mesela: Kadın kısır ise veya hasta ise bu yüzden de cazibesini yitirmişse veya cinsel birleşme için uygun değilse, erkek ikinci bir eşle evlendiğinde bazı problemler çıkmaktadır. Adil davranması zor diye ilk eşini boşaması çare midir, insafa sığar mı? Yahut olur ki, ikinci evlilikten sonra eşi, kocası ile birleşmek istemez, ama kocasının boşamamasına karşılık bazı haklarından feragat etmeye razı olur. Bu takdirde bu, adalet şartına aykırı sayılır mı? İşte bu bölüm bu meseleleri ele alır. Mesela “barışma elbette daha hayırlıdır” diyerek bazı feragatlarla evliliğin devamını teşvik eder. Menfaatları ve kaprisleri kontrol etmek gerektiğine işaret eder. Eşlerden her biri de, koca da hadlerini bilmelidirler.
129 – Ey kocalar! Bütün benliğinizle isteseniz dahi eşleriniz arasında tam adaleti sağlayamazsınız. Öyleyse bir tarafa büsbütün gönlünüzü kaptırıp da öbürünü kocasızmış gibi bir vaziyette bırakmayın. Eğer arayı düzeltir, işlerinizi iyileştirir ve haksızlıktan sakınırsanız, unutmayın ki Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve merhameti boldur).
İslâm kocaya, eşler arasında adaleti farz kılarken, zahirî haklarda, gün ayırmada eşit davranmayı kasdeder. Yoksa bir erkekten yaşlı ile genç, çirkin ile güzel eşlere aynı sevgiyi istemek fazla bir beklenti olur. Yapması gereken, ihmal etmemek, bir eş gibi davranmak, kocasız bir kadın durumuna düşürmemek, hülasa zahirî hakları yerine getirmektir.
130 – Şayet gösterilen gayretlere rağmen eşler boşanıp birbirinden ayrılacak olurlarsa, Allah her birini lütfu ile müstağni kılar, birini öbürüne muhtaç eylemez. Allah’ın lutfu geniştir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
131 – Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ın mülküdür. Biz gerçekten, hem sizden önce Ehl-i kitaba, hem de size, Allah’a karşı gelmekten sakınmanızı emrettik.
Eğer inkâra sapıp nankörlük ederseniz bilesiniz ki göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah ganidir, hamîddir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, bütün övgülere lâyık olan O’dur).
132 – Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. O’nun kudreti bütün bunları yönetmeye kâfidir.
133 – Eğer O dilerse, ey insanlar, hepinizi ortadan kaldırır ve başkalarını getirir. Allah’ın kudreti bunu yapmaya elbette yeter. [47,38; 35,16-17]
134 – Kim dünya mutluluğunu isterse bilsin ki dünya mutluluğu da, âhiret saadeti de Allah’ın yanındadır. Allah hakkıyle işitir ve görür. [2,200-202; 42,20; 17,18-21]
135 – Ey iman edenler! Haktan yana olup vargücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin. Allah için şahitlik eden insanlar olun.
Bu hükmünüz ve şahitliğiniz isterse bizzat kendiniz, anneniz, babanız ve yakın akrabalarınız aleyhinde olsun. İsterse onlar zengin veya fakir bulunsun; çünkü Allah her ikisine de sizden daha yakındır.
Onun için, sakın nefsinizin arzusuna uyarak adaletten ayrılmayın. Eğer dilinizi eğip bükerek gerçeği olduğu gibi söylemekten çekinir veya büsbütün şahitlikten kaçarsanız, iyi bilin ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. [5,8]
“Sizden daha yakındır” şu demektir: Öyleyse zenginin rızasını gözetip onun lehinde olmayın. Fakire de acıyıp onun lehinde hakikatten ayrılmayın. Allah onlara sizden daha yakındır. Şayet onlar hakkında şahitlik etmede fayda olmasaydı, şahitliği meşrû kılmaz, şahitlik müessesesini kurmazdı.
136 – Ey iman edenler! Allah’a, Resûlüne, gerek Resûlüne indirdiği, gerek daha önce indirdiği kitaplara imanınızda sebat edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, resûllerini ve âhiret gününü inkâr ederse hakikattan iyice uzaklaşmış, sapıklığın en koyusuna dalmış olur. [7,158; 24,62; 48,9] {KM, Yuhanna 14,1}
Bu âyet-i kerîme iman edenlere hitap edip yine iman etme emri veriyor. Genellikle müfessirler bu emri “İmanınızda sebat ediniz” diye açıklarlar. Buna yakın olarak: “daha ciddî iman ediniz” mânası da anlaşılabilir. “Bütün kalbinizle, zevklerinizi, hayat tarzınızı, dostluk ve düşmanlıklarınızı Allah’a ve Resûlüne olan bu imanınıza göre düzenleyin” demektir. Ehl-i kitaptan olanlara hitap edilip İslâma girmeleri istendiğine dair de rivâyet vardır.
137 – Onlar ki iman ettikten sonra inkâr ettiler. Sonra tekrar iman edip sonra inkâr ettiler. Sonra da inkârlarını artırdılar… İşte onları Allah ne affeder, ne de doğru yola çıkarır.
Bunlar güya müslüman olduğunu söyleyip ikide bir putperestliğe dönen münâfıklardır. Allah’ın onlara hidâyet nasib etmemesi, kendi hareketlerinin neticesidir. Zirâ onların artık küfürden tövbe edip imanda sebat etmeleri beklenemez. Zirâ kalplerine küfür damgası vurulmuş ve irtidada alışmışlardır. İmanı asla ciddiye almadıklarından, imana girip çıkmak, onlar için, dünyanın en kolay işi idi.
139 – O münâfıklar müminlerin dışında kâfirleri dost edinirler.
İzzet ve desteği onların yanında mı arıyorlar? Oysa bütün izzet ve kuvvet Allah’ındır. [35,10; 63,8]
140 – Allah size kitapta şunu da bildirmiştir: “Allah’ın âyetlerinin inkâr ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, bunu yapanlar başka bir konuya geçmedikçe onların yanında oturmayın.”
Böyle yaparsanız siz de onlar gibi olursunuz. Şüphe yok ki Allah münâfıkları da, kâfirleri de cehennemde bir araya getirecektir. [6,68]
Mümin, Allah’ın dini ile alay edilen yerde bunu engellemeye gücü yetmiyorsa, orayı terketmelidir. Ayrılamıyor ve o alayları rahatsız olmaksızın dinliyorsa, o da küfürde pay sahibi olur.
141 – Münâfıklar sizinle ilgili olayları çok yakından izler, devamlı olarak havayı yoklarlar:
Şayet Allah size bir zafer lütfederse:
“Biz de sizinle beraber değil miydik?” derler.
Eğer kâfirler zaferden yana bir pay elde ederlerse onlara:
“Bizim taraf size galip durumda iken sizi kollamadık mı, müminlerin size karşı savletini içten içe engellemedik mi?” derler.
Kıyamet günü Allah, sizinle onlar arasında hükmünü verecek ve Allah kâfirlere müminler aleyhinde asla fırsat vermeyecektir.
Delil ve ispat bakımından, hakikat açısından küfür, İslâm’a üstünlük sağlayamaz. Allah buna fırsat vermez.
Fakat dünyada Allah’ın tekvînî şeriatının koyduğu kanunlara göre çalışma, sabır, cesaret, teşebbüs, başarı vasıtalarını kullanma hususlarını müslümanlar ihmal ederlerse, o şeriata uygun hareket eden gayr-ı müslimler başarı sağlayabilirler.
Mümin batıl vasıtayı kullanır, mesela tembellik eder dürüst olmazsa, hak vasıtayı kullanıp çalışkan, dürüst olur küfür dünyada ona galip gelebilir. Bu, küfrün imana galibiyeti olmayıp küfürdeki müslüman sıfatın mümindeki kâfir sıfata üstün gelmesidir. Allah, müminleri bütün sıfatlarıyla müslüman kılmak ve saklı kalan bazı kabiliyetleri geliştirmek gibi hikmetler için, kâfirlere fırsat verebilir.
Fakat bu bir yol ve kanun değil ârızî, geçici bir durumdur. Hakkın üstünlüğü, (vasıtalar bakımından değil) zâtî değeri yönünden ve bir de sonuç ve ebedî hayat yönündendir.
142 – Münâfıklar Allah’ı aldatmaya çalışırlar, Allah da onların hilelerini ve oyunlarını bozar.
Onlar namaza kalkarken üşene üşene kalkarlar, müminlere gösteriş yaparlar. Yoksa aslında Allah’ı pek az hatırlarlar. [58,18]
Cemaatle namaz, mescide şevkle devam, müminle münâfığı ayıran bir ölçüdür. Hz. Peygamber (a.s.) zamanında cemaate devam etmeyen, İslâm toplumunun üyesi sayılmazdı. Münâfıklar da ister istemez mescide devam ediyorlardı. Fakat isteksiz, üşene üşene geç gelip, namaz biter bitmez hapishaneden çıkar gibi çıkmaları, isteksiz ibadet ettiklerini gösteriyordu.
143 – Onlar müminlerle kâfirler arasında bocalayıp dururlar: Ne onlara bağlanırlar, ne de bunlara.
Her kimi de Allah şaşırtırsa sen ona hiçbir yol bulamazsın. [2,20]
144 – Ey iman edenler! Müminler yerine kâfirleri başınıza getirmeyin.
Böyle yaparak, Allah’a, aleyhinizde kesin bir belge mi vermek istiyorsunuz?
Göz göre göre, Allah’ın hışmını üzerinize çekmek mi istiyorsunuz? [3,28]
Sultan: Kesin belge demektir “Kâfirlere taraftar olmakla münafıklığınızı belgelemiş olursunuz. Zira kâfirlere taraftar olmak münâfıklığın en açık belgesidir.”
Sultan: “Allah’ın cezalandırmasını size musallat edecek bir sebep” mânasına da gelir.
Eturîdûne: “ister misiniz” tâbiri, işin dehşetinin boyutlarını düşündürmek içindir. Yani: “Akıllı olan, bunu istemeyi bile düşünmez, nerde kaldı ki o işi yapsın?” demektir.
146 – Ancak tövbe edip hallerini düzeltenler ve Allah’a sımsıkı sarılanlar ve bütün samimiyetleriyle sırf Allah’a itaat edenler müstesna. İşte bunlar müminlerle beraberdir. Allah müminlere de büyük mükâfat verecektir.
147 – Siz şükredip iman ettikten sonra Allah ne diye sizi cezalandırsın ki? Allah şükredenlerin mükâfatlarını bol bol verir ve her şeyi hakkıyla bilir.
Şâkir: kul hakkında: “Allah’ın verdiği nimetlere şükreden,” Allah’ın vasfı olarak ise: “Kulunun yaptığı hizmetleri, şükürleri kabul eden” anlamına gelir. Genellikle insanlar, öteki insanların yaptıkları hizmetleri takdir etmede cimri davranırlar, hatalarını ise büyütürler. Oysa Allah Teâla faydalı işleri ve hizmetleri cömertçe takdir eder, kat kat ödüllendirir, kusurları ise affeder.
148 – Allah, ağır ve inciten sözlerin açıktan söylenmesini hiç sevmez, ancak söyleyen zulme uğramışsa o başka. Allah her şeyi hakkıyla işitir ve görür.
149 – Bununla beraber eğer bir iyiliği açıktan yapar veya gizlerseniz veya bir kusuru bağışlarsanız bunu yapın, çünkü Allah da afüvdür, kadirdir (affı çoktur, herşeye kadir olduğu halde yine de affeder).
Kusuru bağışlama: İnsanın, kusur işleyenden, kötülük yapandan hakkını almasına, bir önceki âyet cevaz verse de kusur bağışlamak daha iyidir. Kusur bağışlama işi, açıktan ve gizli yapılan iyiliğe dahil olmakla birlikte, açıkça zikredilmesi, açıklanmaya lâyık olacak önem arzetmesinden ileri gelir, hatta iyiliği açık ve gizli işleme de buna zemin hazırlamak için zikredilmiştir. Keza şartın cevabı olarak “fe innellahe kâne afuvven kadîra” gelmesi de, makbul olan affın, güçlü iken yapılan af olduğunu gösterir.
150– O kimseler ki ne Allah’ı tanırlar ne resullerini, ve o kimseler ki Allah’ı tanıdığını iddia edip resullerini tanımayarak, Allah ile resullerini birbirinden ayırmak isterler
152 – Allah’a ve resullerine iman edip o resuller arasında hiçbir ayrım yapmayanların mükâfatlarını ise Allah ileride verecektir. Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur). [2,285]
153 – Ehl-i kitap senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. Bu cahilliklerini çok görme.
Nitekim daha önce Mûsâ’dan bundan da fazlasını istemişlerdi ve: “Allah’ı bize açıktan göster!” demişlerdi.
Bunun üzerine de, zulümleri sebebiyle onları yıldırım çarpmıştı.
Daha sonra kendilerine açık mûcizeler ve deliller gelmesini müteakip bu sefer tuttular buzağıyı tanrı edindiler.
Derken onlar tövbe edince, bunu da bağışladık. Ve Mûsâ’ya da onlar üzerinde âşikâr bir nüfuz ve kudret verdik. [7,143]{KM, Çıkış 33,18}
Medine Yahudilerinin olur olmaz, akıl almaz isteklerine değer vermemeleri konusunda Hz. Peygamber (a.s.) ve müminler uyarılıyorlar. İnanmak istemeyene ne kadar mûcize gösterilse inanmaz. Demek onların inanmaya niyetleri yok. Nitekim Hz. Mûsâ (a.s.)’ın çağdaşı Yahudiler o mûcizelerle beraber yaşamalarına rağmen tutup buzağıya bağlanmışlardı.
155-158-İşte sözleşmelerini bozmaları, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri, peygamberleri nâhak yere öldürmeleri ve “kalplerimiz perdelidir” demeleri
-ki kalbleri perdeli yaratılmış olmayıp, Allah inkârcılıkları sebebiyle kalplerini mühürledi de artık onlar pek az inanırlar-
yine inkârları ve Meryem aleyhinde müthiş bir iftira atmaları ve “Biz Allah’ın resûlü(!) Meryem oğlu Mesih Îsâ’yı katlettik” demeleri yüzünden, onların başlarına belalar vererek cezalandırdık, kalplerini mühürledik
Oysa onlar Îsâ’yı öldüremediler, asamadılar da; öldürülen başkası idi, lâkin kendilerine ona benzer gösterildi.
Îsâ hakkında ihtilafa düşenler de bu hususta şüphe içindedirler. Bu konuda kesin bilgileri yoktur, zanna tâbi olmaktan başka bir şeye dayanmazlar.
Onu kesinlikle öldüremediler. Doğrusu Allah onu kendi katına yükseltti. Allah aziz ve hakimdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [2,88; 41,5; 3,55; 19,30; 3,49] {KM, Levililer 26,41; Tesniye 30,6}
2,88 de o Yahudilerin, Hz. Peygamber (a.s.) ın dâvetini sağır bir kulakla dinledikleri hatta “Siz ne kadar kesin delil getirseniz de, dâvetinizi kabul etmemekte kararlıyız. Zira kalplerimiz size karşı örtülüdür” dedikleri bildirilir.
Hz. Îsâ (a.s.)’ın mûcize olarak çarmıha gerilmekten kurtarılması, onu öldürtmeye çalışan Yahudilerin günahını azaltmaz. Zira onlar işkence ve hakaret ettikleri, astırdıkları şahsın Îsâ olduğunu sanıyorlardı.
Hz. Îsâ hakkında ihtilafa düşenler, Hıristiyanlardır. Zira iyice bilindiği üzere bu konuda farklı inançlar vardır. Bir inanca göre çarmıha gerilen, Hz. Îsâ değil, ona çok benzeyen bir adamdı. Başka bir görüşe göre Hz. Îsâ idi, fakat çarmıhta ölmedi, oradan indirildiğinde yaşıyordu. Bazıları ise çarmıhta öldüğüne, ama daha sonra dirilip havarileri ile görüştüğüne inanırlar. Bazıları onun mukaddes ruh olarak göğe yükseldiğine, bazıları ise maddî vücudu içinde göğe yükseldiğine inanırlar.
Yahudilerin sözünde geçen “Allah’ın resulü” vasfı, onların alay etmek için yaptıkları bir nakilden ibarettir. “Sizin iddianıza göre Allah’ın resulü olan Îsâ” demek istemişlerdir.
160-161 – Hasılı o Yahudilerden taşan bir zulüm, insanları Allah yolundan menetmeleri, kendilerine yasaklanmış olmasına rağmen faizi almaları, halkın mallarını haksızlıkla yemeleri yüzündendir ki Biz, kendilerine daha önce helâl kılınan bazı temiz nimetleri haram kıldık ve içlerinden kâfir kalanlara can yakıcı azap hazırladık. [2,62.275; 3,93] {KM, Tesniye 23,20}
162 – Fakat onlardan geniş ilmi olanlar ile müminler, hem sana indirilen Kur’ân’a, hem de senden önce indirilen kitaplara iman ederler.
O namaz kılanlar, zekât verenler, Allah’a ve âhirete hakkıyla iman edenler var ya! İşte onlara yarın büyük mükâfat vereceğiz.
164 – Durumlarını sana daha önce anlattığımız nice elçiler gönderdik.
Anlatmadığımız nice elçiler de gönderdik.
Allah Mûsâ’ya da hitab ederek konuştu. [40,78] {KM, Sayılar 12,8}
165 – Biz o elçileri rahmetimizin müjdecileri, cezamızın habercileri olarak gönderdik.
Ta ki resûllerden sonra, artık insanların Allah’a karşı ileri sürebilecekleri bir bahaneleri kalmasın.
Allah aziz ve hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [20,134; 28,47]
166 – Lâkin Allah sana indirdiğine şahitlik eder ki onu kendi ilmiyle indirmiştir.
Melekler de buna tanıklık ederler.
Zaten Allah’ın şahit olması bir şeyin gerçekliği için yeter de artar!
167 – Onlar ki inkâr eder ve başkalarını da Allah yolundan engellerler, işte onlar haktan büsbütün sapmışlardır.
168-169 – İnkâr edip zulmedenleri Allah affedecek değil.
Onları cehennem yolundan başka bir yola çıkaracak da değil.
Onlar cehennemde ebedî kalacaklardır. Bu da Allah’a göre çok kolaydır.
170 – Ey insanlar! Resûlullah Rabbinizden size hakkı getirdi, kendi iyiliğiniz için ona iman edin.
Eğer inkâr ederseniz bilin ki göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Allah alîmdir, hakîmdir (her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [14,8]
171 – Ey Ehl-i kitap! Dininizde haddi aşmayın, taşkınlık yapmayın ve Allah hakkında gerçek olmayan şeyleri iddia etmeyin.
Meryemin oğlu Mesih Îsâ sadece Allah’ın resulü, Meryeme ulaştırdığı kelimesidir. Allah tarafından gelen bir ruhtur. Gelin Allah’a ve elçilerine iman getirin, “Tanrı üçtür” demeyin. Kendi iyiliğiniz için bundan vazgeçin.
Allah ancak tek bir İlahdır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ne var, yerde ne varsa O’nundur. Koruyan ve yöneten olarak Allah yeter. [2,116; 3,39.45.59; 9,31; 5,75; 21,91; 66,12; 43,59; 5,116; 19,88-89]
Allah Teâla bir şeyin var olmasını isteyince “ol!” der o da vücuda gelir [3,82]. Allah’ın emirleri, kelimeleri tükenmez [31,27]. İnsanları, koyduğu bir nizama göre baba ve anneden yaratan Allah, ilk insan Hz. Âdemi annesiz ve babasız yarattığı gibi, kudret ve hikmetinin bir tezahürü olarak Hz. Îsâ’yı da babasız olarak var etmiştir. Böylece iradesinin mutlak olduğunu, Kendisini mahkûm ve esir edecek hiçbir şeyin bulunmadığını göstermiştir. Başlangıçta Hıristiyanlara Hz. Îsâ’nın Allah’ın emri (kelimesi) ile bâkire Meryem’den yaratıldığı söylenmişti. Fakat daha sonra onlar hellenistik dönem filozoflarından Philon felsefesinden etkilendiklerinden kelimeyi “Allah’ın Kelamı” (Logos) anlamında kabul ettiler. Böylece Allah’ın zatını veya kelam sıfatını Hz. Îsânın şahsında izhar ettiğine inanmaya başladılar. Bu durum, sinoptik üç İncîl’e aykırı olan dördüncü Yuhanna İncîlinin başlangıcında görülmektedir.
Allah Hz. Îsâ’yı Ruhu’l-kudüs (kutsal ruh) ile desteklemiştir [2,253]. Yüksek ruhanî değerler taşıdığından burada da “Allah tarafından gelen bir ruh” olarak nitelendirilmiştir. Maksat onun yüksek ahlâkî faziletlere sahip, bütün kötülüklerden uzak kutsal bir ruh ve hakîkat ile ve kuvvetli bir basîret hassası ile donatıldığına dikkat çekmektir. Fakat Yunan felsefesinin etkisi ile “Allah’tan gelen bir ruh” u “Allah’ın Kendi Ruhu” na dönüştürüp onun, Îsâ’ya hulûl ettiğini iddia ederek, ortaya muğlak bir teslis inancı çıkardılar. On sekiz asırdan beri bu muğlak inancı yorumlamaya çalışan sayısız tefsir ve mezhep birbirini itham edip durmaktadır.
172 – Ne Mesih, ne de Allah’a en yakın büyük melekler, Allah’a kul olmaktan kaçınmazlar. Kim O’na kulluktan kaçınır ve kibirlenirse bilsin ki Allah, yarın hepsini huzuruna toplayıp hesaba çekecektir. [19,30] {KM, İşaya 42,1; Matta 12, 18; Yuhanna 8,29}
173 – İman edip iyi ve yararlı işler yapanların mükâfatlarını Allah, tam tamına ödeyecek, hatta lütfundan onlara hak ettiklerinden daha fazlasını da verecektir. Kulluktan kaçınıp kibirlenenleri ise can yakıcı bir azaba sokacak ve onlar Allah’tan gayrı ne bir hâmi, ne de bir yardımcı bulamayacaklardır. [40,76]
175 – Allah’a iman edip ona sımsıkı sarılanları ise, O, tarafından bir rahmet ve geniş bir nimet içine yerleştirecek ve onları Kendisine varan doğru yola koyacaktır.
176 – Senden fetva isterler. De ki kelâle’nin yani babası ve çocuğu olmayan kişinin mirası hakkındaki hükmünü Allah şöyle bildiriyor: Çocuğu olmayıp bir kız kardeşini bırakarak ölen bir adamın terikesinin yarısı kız kardeşine aittir.
Eğer kızkardeş çocuk bırakmaksızın ölürse tek varis olan erkek kardeş onun terikesinin tamamını alır. İki kızkardeş kalırsa onlar erkek kardeşlerinin terikesinin üçte ikisini alırlar. Eğer varisler erkek ve kız kardeşlerden oluşursa erkek, kadın hissesinin iki mislini alır. Allah şaşırmamanız için size bunları açık açık bildiriyor. Allah her şeyi hakkıyla bilir. [6,25; 16,15; 21,31; 31,10]
Mâide Suresi=1 – Ey iman edenler! Bağlandığınız ahitleri yerine getiriniz. Haram kılındığı size bildirilenler dışında, davarların eti size helâl edilmiştir. Şu kadar var ki, ihram halinde iken de av avlamak helâl değildir. Allah dilediği şekilde hükmeder. [5,3; 2,27]
Davarlar: deve, sığır, koyun ve keçidir. Başka hayvanları öldürüp yiyerek beslenen etoburlar ile pençeli kuşların etleri haramdır.
İhram: Kâbe’ye belli bir mesafede hac veya umre ibadetine başlama ve bunun bir alameti olarak da iki parça dikişsiz örtüye bürünme halidir. İhram halinde, normal zamanda mübah olan bazı şeyler yapılmaz: tıraş olmak, cinsî ilişki, koku sürme, zararlı haşeratı öldürme, avlanma gibi.
2 – Ey iman edenler! Ne Allah’ın şeairine, ne şehr-i harama, ne Kâbe’ye hediye olarak gönderilen kurbanlık hayvanlara, hele hele gerdanlık takılı kurbanlıklara, ne de Rabbinin lütfunu, ihsan edeceği kazancı ve O’nun rızasını arzulayarak Beyt-i Haram’a yönelenlere sakın hürmetsizlik etmeyin.
İhramdan çıkınca isterseniz avlanın. Sizin Mescid-i Haram’ı ziyaretinizi engellediler diye birtakım kimselere karşı beslediğiniz kin ve öfke, sakın sizin onlara saldırmanıza yol açmasın.
Siz iyilik etmek, fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın, günah işlemek ve başkasına saldırmak hususunda birbirinizi desteklemeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir. [2,194. 217; 5,97; 9,13; 22,32]
Şeâir: Bir dini, bir milleti veya bir sistemi temsil eden nişane, amblem demektir. Devlet bayrakları, askerî üniformalar, paralar gibi. Bunlara yapılan hakaret cezalandırılır. Kâbeyi ziyaret için giderken orada kurban edilmek üzere kişinin beraberinde götürdüğü kurbanlıklar da şeairdendir, zira Allah’a kulluğun nişanesidir. Batıl yolda da olsa, dinî şeâire saygısızlık gösterilmesi yasaklanıyor. Bu sûre indirildiğinde müslümanlar Mekke müşrikleri ve çevrelerinde diğer müşriklerle savaş halinde idiler. Müşrikler, asırlık âdetlerine rağmen onların Kâbe ziyaretini engellemişlerdi. Onların lâyık oldukları sert karşılığı vermeme konusunda müslümanlar uyarılıyorlar.
3 – Size şunlar haram kılındı: Kendiliğinden ölen hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkasının adına kesilen, henüz canı çıkmadan yetişip şartına uygun tarzda kestikleriniz müstesna; boğulmuş, bir şey vurularak öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanmış, boynuzlanmış yahut canavar tarafından parçalanmış olup da ölen hayvanların etleri, putlara ait sunaklarda kesilen hayvanların etleri ve zar atarak, kumar oynayarak elde edilen etler.
Bütün bunlar itaat dışına çıkıştır. Artık bugün kâfirler dininizi söndürmekten ümitlerini kestiler. Öyleyse onlardan korkmayın, Benden çekinin.
İşte bugün sizin dininizi kemâle erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâmı beğendim.
Kim günaha meyletmeksizin açlıktan bunalıp çaresiz kalırsa, haram olan etlerden yiyebilir. Çünkü Allah gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur). [6,145; 5,90; 2,173] {KM, Çıkış 20,25; Levililer 11,7; Tesniye 27,5; 14,8; Resullerin işleri 25,20; 21,25; Matta 5,17}
Hayvanın tezkiyesi, yani dine uygun boğazlanması nefes borusu, yemek borusu ile şahdamarları denilen iki kan damarının kesilmesidir. Böylece hayvan kanın akmasına imkân verecek şekilde boğazlanır.
Eğer boynun tamamı koparılır, yahut hayvanın boğazı sıkılarak veya başka şekilde öldürülürse bunlar, uygun boğazlama sayılmaz. Zira bu durumda kan vücutta kalıp pıhtılaşır, ete yapışır.
Burada haram kılınan şeyler: İnanç açısından veya maneviyat ve ahlâk açısından, bir de temizlik açısından haram kılınmıştır. Sırf tıbbî yönden değerlendirmek isabetli olmaz. Böyle olsaydı mesela ilkin zehir ve diğer öldürücü şeyler yasaklanırdı. Oysa böyle bir yasak Kur’ân’da görülmez.
Müşrikler, cansız tanrılarının görüşlerini almak için şöyle bir uygulama yaparlardı: Kâbe’de Hübel putunun yanında yedi fal oku bulunurdu. Kişi, put bakıcısına kurban sunduktan ve bazı merasimlerden sonra oklardan birini çeker, üzerinde ne yazılı ise böylece güya tanrısal irâdeyi öğrenmiş olurdu.
4 – Kendilerine nelerin helâl kılındığını sana soruyorlar. De ki: “Bütün temiz ve iyi rızıklar size helâl kılınmıştır.
Allah’ın size öğrettiğinden öğrenip eğittiğiniz avcı hayvanların sizin için tutup getirdiklerini yeyiniz ve üzerlerine Allah’ın adını anınız. Allah’a karşı gelmekten sakının, çünkü Allah hesabı çabuk görür.” [6,119; 7,157]
Kur’ân’ın indirildiği çevrede haramlar çok olduğundan o alışkanlıkla Hz. Peygamber (a.s.) dan âdeta bir helâller listesi istediler. Kur’ân aksini yaparak, sadece mahdut haramları bildirerek gerisinin mübah olduğunu bildirmekle bir ınkılap yapmış oluyordu.
6 – Ey iman edenler! Namaza kalkmak istediğinizde yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın.
Başlarınızı meshedip topuklarınızla birlikte ayaklarınızı da yıkayın.
Cünüp iseniz tastamam yıkanın (boy abdesti alın). Eğer hasta veya yolcu iseniz veya tuvaletten gelmişseniz, yahut kadınlarla münasebette bulunmuş olup da su bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm edin, (mânen arınma niyeti ile) ondan yüzlerinize ve ellerinize meshedin.
Allah size güçlük çıkarmak istemez, fakat şükredesiniz diye sizi temizleyip arındırmak ve size olan nimetlerini tamama erdirmek ister. [4,43]
Abdest ve guslü bildiren âyet budur. Cinsel temas veya ihtilam sonucu manen kirlenen kişi gusleder. Yıkanmadan namaz, tavaf, mescide girme, Kur’ân okuma gibi ibadetleri yapamaz.
Ruh temizliğine beden temizliği de eklendiğinde hidâyet ve nimet tamamlanmış olur.
7 – Allah’ın size lütfettiği nimeti ve sizin “duyduk ve itaat ettik, baş üstüne!” dediğiniz vakit, sizden aldığı sözünüzü hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah sinelerde saklı bütün sırları bilir.
Burada alındığı bildirilen “söz”, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin, ashabından Akabe ve Hudeybiye’de almış olduğu biata işaret etmektedir.
Ayrıca Hz. Muhammed’in resûlullah olduğunu kabul ve ikrar eden her mümin, onun Allah tarafından getirdiği bütün hükümleri kabul ettiğine dair söz vermiş olmaktadır.
8 – Ey iman edenler! Haktan yana olup vargücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin ve adalet nümunesi şahitler olun.
Bir topluluğa karşı, içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin.
Âdil davranın, takvâya en uygun hareket budur.
Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
9 – Allah iman edip makbul ve güzel işler yapanları affedip kendilerine büyük mükâfat vermeyi vaad etmiştir.
11 – Ey iman edenler! Allah’ın size olan şu nimetini hatırlayın: Hani bir topluluk size el uzatmaya, sizi öldürüp yok etmeye teşebbüs etmişti de O, bunların ellerini size zarar vermekten menetmişti.
Allah’ın hukukuna haksızlık etmekten sakının. Müminler yalnız Allah’a dayansınlar. [48,24]
Bir-i meûne faciasından hemen sonra çok nazik bir ortamda ashabdan Âmir ed-Damrî, kasdî olmaksızın, anlaşmalı Benî Âmir kabilesinden iki kişiyi öldürmüş, gergin bir durum ortaya çıkmıştı. Hz. Peygamber bizzat gidip Benî Nadîr Yahudilerinden diyet ödemede yardım istedi. Aslında onları göreve çağırdı. Zira sözleşme gereği, diyet konusunda yardımlaşma görevleri vardı. Bunlar içlerinden suikast planı hazırlamışlardı. Cibril haber verdi, iş anlaşıldı, Allah resûlünü korudu. Âyet, bu olaya işaret etmektedir.
12 – Allah İsrail oğullarından kesin söz aldı. Biz onlardan (on iki boydan her birinden bir kefil olmak üzere) on iki de kefil tayin etmiştik. Allah buyurdu ki:
“İyi bilin ki Ben sizinle beraberim.
Eğer siz namazı dikkatli bir şekilde tamtamına eda eder, zekâtı verir,
resullerime iman eder, onlara sahip çıkar,
Allah rızası için gerekli yerlere harcayarak Allah’a güzel bir tarzda ödünç verirseniz,
Ben elbette sizin kusurlarınızı örter ve elbette sizi içinden ırmaklar akan cennete yerleştiririm.
Ama kim bundan sonra nankörlük edip küfre saparsa, doğru yoldan sapmış, kendini zayi etmiş olur.”
Tevrat’ta İsrail boylarının reisleri denilerek bunların isimleri yazılır (Sayılar 1,5-15). Kur’ân’ı İngilizceye çeviren Rodwell, Kur’ân’ın bu on iki reisi uydurduğunu iddia ederek cehaletini gösterir.
13 – İşte o Yahudileri, verdikleri kesin sözü bozduklarındandır ki lânetledik, onların kalplerini katılaştırdık.
Böylece onlar kelimeleri yerlerinden oynatarak tahrif ederler.
Kendilerine tebliğ edilen hususlardan pek çoğunu unuttular.
Onların pek azı hariç olmak üzere, onlar tarafından devamlı olarak hainlik görürsün.
Yine de sen onları affet, aldırma. Çünkü Allah iyilik edenleri sever. [2,75; 3,7; 4,46]
14 – “Biz Nasraniyiz, Hırıstiyanız” diyenlerden de kesin söz aldık. Fakat onlar da kendilerine tebliğ olunan derslerden bir çoğunu unuttular.
Bu yüzden Biz de aralarına kıyamet gününe kadar sürecek kin ve nefret bıraktık. Allah onların meslek haline getirdikleri bu işleri bir bir yüzlerine çarpacaktır. [2,62] [KM, İşaya 19,2]
Nasâra, nusret kökünden gelip ensar (yardımcılar) demektir [61,14]. Hz. Îsâ’nın memleketi Nasıra ile ilgisi yoktur. Bazı Avrupalılar Kur’ân’ın Hıristiyanları küçümsemek için Nasıraya nisbetle bu ismi kullandığını iddia ederler. Hz. Îsâ’nın havarilerine ilkin Antakyalılar M.S. 43-44 yıllarında Mesihîler adını vermişlerdir. Yoksa kendisi, adına bir din kurup böyle bir isim kullanmamıştır. Ona tâbi olanlar Tevrat’a bağlı Yahudi cemaati ile, Kudüsteki Mabede gitmeye devam etmişlerdir (Resullerin İşleri, 3,1). Daha sonra Pavlos, Tevrat cemaatinden ayrılıp kurtuluş için sadece Mesih’e inanmak gereğini öne sürdü. Cemaat ismi uzun süre oturmadı (kardeşler, müminler, şakirtler denildi). Mesihîler adı, önce düşmanları tarafından kendilerine verilip, sonra mecburen kabullendikleri bir isim oldu. Kur’ân asıl isimlerini kullandığından ona teşekkür yerine tenkid etmeleri çok tuhaftır.
Hıristiyanlar ilk üç asır işkence ve gizliliğe mahkûm oldukları dönemde ortaya çok sayıda İncîl çıktı. Roma İmparatoru Constantin M.S. 324’de Hıristiyanlığı devlet dini olarak kabul ettiğinde çeşitli bölünmeler çoktan başlamış ve din asliyetini kaybetmişti.
15 – Ey Ehl-i kitap! Kitaptan (Tevrat’tan) gizlediklerinizin çoğunu size beyan eden,
bir çoğunu da yüzünüze vurmayarak affeden Resûlümüz size gelmiş bulunuyor. İşte size Allah tarafından bir nûr ve hakikatleri açıklayan bir kitap geldi.
16 – Allah onunla, rızasını izleyenleri selamet yollarına iletir,
Onları izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola iletir.
17 – “Allah, Meryem’in oğlu Mesih’tir” diyenler kesinlikle kâfir olmuşlardır.
De ki: “Eğer Allah Meryemin oğlu Mesihi, annesini ve dünyada bulunanların hepsini imha etmek istese, O’na karşı kimin elinden bir şey gelir? Kim O’nu engelleyebilir?
Doğrusu göklerin, yerin ve ikisi arasında olan bütün varlıkların hakimiyeti Allah’a aittir. O dilediğini yaratır. Allah her şeye kadirdir. [4,171; 9,30]
(Bu konuda 4,171 âyeti ile ilgili açıklamaya bkz.)
18 – Hem Yahudiler, hem de Hıristiyanlar “Biz Allah’ın evlatları ve sevgilileriyiz.” dediler.
De ki: “Öyleyse niçin Allah sizi günahlarınız sebebiyle cezalandırıyor?”
Hayır, bilakis siz O’nun yarattığı birer beşer topluluğusunuz. Allah dilediğini affeder, dilediğini cezalandırır.
Göklerde, yerde ve ikisi arasında olan her şeyin hakimiyeti Allah’ındır.
Dönüş de O’na olacaktır.
19 – Ey Ehl-i kitap! Resullerin gelmesinin kesintiye uğradığı bir sırada,
ileride “bize ne müjdeleyen ne de uyaran hiçbir Peygamber gelmedi” demeyesiniz diye
size, müjdeleyici ve uyarıcı Elçimiz, her şeyi beyan etmek üzere geldi. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.
Hz. Muhammed (a.s.)’ın risaletinden önce altı yüzyıl boyunca Peygamber gelmemişti. En yakın olan Hz. Îsâ altı yüz yıl kadar önce yaşamıştı.
20 – Bir vakit de Mûsâ kavmine şöyle demişti:” Ey kavmim! Allah’ın size lütfettiği nimetlerini bir düşünün; zira o içinizden peygamberler çıkarttı, sizi hür insanlar yaptı ve devrinizde hiç kimseye vermediğini size verdi. [2,47-122; 45,16; 2,143; 3,110] {KM, Sayılar 13,17; 14,38}
İsrail oğulları Hz. Mûsâ’dan önce de, mesela Hz. Yusuf döneminde ve ondan sonra Mısır’da büyük bir güce sahip olmuşlardı. Uzun süre medenî dünyanın en üstün gücü kalıp paraları Mısırda olduğu gibi, çevresinde de geçerli olmuştu.
21 – Ey kavmim! Haydi Allah’ın size nasib ettiği kutsal ülkeye girin, sakın geri dönüp kaçmayın. Yoksa hüsrana düşerek perişan olursunuz. {KM, Tesniye 7,13; 8,1; Çıkış 3,8}
“Kutsal ülke”, İbrâhim, İshak, Yâkub (a.s.)’ın vatanı olan Filistindir. Mısır’dan ayrıldıklarında Allah onları oraya yöneltmişti. Bu âyetler Hz. Mûsâ’ya tâbi olan o zamanki İsrailoğullarından bahs etmektedir. Dolayısıyla onların âlemlere üstün kılınmaları, o kutsal ülkeye girmeleri o döneme aittir ve Allah yolunda olma, Ona lâyık davranışlarda bulunma ile şartlıdır.
23 – Allah’ın buyruğuna uymamaktan korkan ve Allah’ın kendilerine iman ve yakin nimeti ihsan ettiği iki yiğit çıkıp dediler ki:
“Üzerlerine hücum edin, kapıyı tutun. Kapıyı tutup da dışarıda savaş meydanına çıkmalarını önlediniz mi muhakkak siz galipsinizdir. İmanınızda samimî iseniz yalnız Allah’a dayanın.”
27-28– Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku:
Onların her ikisi birer kurban takdim etmişlerdi de birininki kabul edilmiş, öbürününki kabul edilmemişti.
Kurbanı kabul edilmeyen, kardeşine: “Seni öldüreceğim” dedi.
O da: “Allah, ancak muttakilerden kabul buyurur, dedi. Yemin ederim ki, sen beni öldürmek için el kaldırırsan, ben seni öldürmek için sana el kaldırmam. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”
31 – Derken Allah, yeri eşen bir karga gönderdi ki kardeşinin cesedini nasıl örteceğini göstersin.
Kabil: “Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar bile olup da kardeşimin cesedini örtemedim!” dedi ve pişmanlığa düşenlerden oldu.
Tevrat’ta Kabil’in cesedi gömme işinden bahsedilmez.
33-34 – Allah ve Resûlüne savaş açanların, (yol keserek terör eylemi yaparak) yeryüzünü ifsad etmek için koşuşanların cezası; öldürülmeleri veya asılmaları yahut sağ elleri ile sol ayaklarının kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmelerinden başka bir şey olmaz.
Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Âhirette ise onlara başkaca müthiş bir ceza vardır.
Ancak kendilerini ele geçirmenizden önce tövbe edenler, bu hükmün dışındadır. Biliniz ki Allah gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur). [7,124; 20,71; 26,49]
Bu âyet bir önceki âyetin uygulaması durumundadır. Hayatı korumanın yaptırım gücünü ortaya koymak kabilindedir. Burada harpten maksat, müslüman toplum içinde, gerek kırsal kesimde, gerek şehirlerde yol kesme, terör estirme, can emniyetini ortadan kaldırma veya mal gasp etmedir.
Adam öldürene kısas olarak ölüm cezası uygulanır. Öldürmekle beraber mal alan kimse asılır. İdareciler duruma göre bu cezalardan birini uygulamada muhayyerdirler. Sağ elin kesilmesi, mal gasb etmeleri, sol ayağın kesilmesi ise yol kesme ve terör estirmekle halkın can güvenliğini ortadan kaldırdıkları içindir. Sürülme Hanefî mezhebine göre hapis cezasıdır. Şafiiye göre sürme, başka bir yere sürgün olarak uygulanır.
35 – Ey iman edenler! Allah’ın hukukunu gözetin, onun hukukunu ihlal etmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda mücahede edin ki korktuğunuzdan kurtulup umduğunuza kavuşasınız.
38 – Hırsız erkek ile hırsız kadının irtikâb ettikleri suça bir karşılık ve Allah tarafından insanlara ibret verici bir ukubet olmak üzere ellerini kesiniz. Allah azîz ve hakimdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). {KM, Tesniye 25,11-12}
Sirkat: sözlükte hırsızlık demek olup terim olarak: “Akil ve baliğ bir kişinin belirli miktarın üstünde olan bir malı veya parayı, konulup korunduğu yani saklandığı yerden, hiçbir hak ve şüphe sözkonusu olmaksızın, gizlice alıp zimmetine geçirmesidir.” Çalındığında el kesme cezası uygulanmayan çok durum vardır: Meyve ve sebzelerin, otlakta otlayan hayvanların, henüz toplanmamış tahılların, eğlence aletlerinin, kamu mallarının vs… Bunlar cezasız bırakılmaz, fakat el kesilmez. O halde hırsıza: a-Aklî dengesi yerinde olup, erginlik çağında bulunması, b-İmam Ebû Hanîfeye göre çalınan malın 10 dirhem (32 gram) gümüş değerinden az olmaması. c-Malın saklandığı yerden çalınması şartı aranır. Ceza sağ elin bilekten kesilmesi şeklinde uygulanır.
39 – Kim yaptığı zulüm ve haksızlıktan sonra tövbe edip halini ve işini düzeltirse Allah tövbesini kabul eder; Çünkü Allah gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur). {KM, Zekarya 1,3}
Hırsızlık büyük günahlardandır. Hırsız tövbe etmezse âhirette büyük azaba uğratılır. Ancak dünyada cezasını çekerse veya suçu tesbit edilmediği için ceza çekmez ve fakat çaldığı malı sahibine teslim edip tövbe ederse Allah onu affedeceğini bildiriyor.
40 – Bilmez misin ki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’a aittir.
Dilediğini cezalandırır, dilediğini affeder; Çünkü Allah her şeye kadirdir.
41 – Ey Peygamber! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla “iman ettik” diyen münafıklarla, Yahudilerden kâfirlikte yarışanlar seni üzmesin.
Zira onlar yalancılık etmek için dinlerler. Senin yanında olmayan bir grup hesabına casusluk için dinlerler.
Kelimeleri konuldukları yerlerden çıkarıp tahrif ederler. “Size şu fetva verilirse onu kabul edin, o verilmezse onu kabul etmekten geri durun” derler.
Allah birini şaşırtmak isterse, sen onun lehinde Allah’a karşı hiçbir şey yapamazsın.
Onlar öyle kimselerdir ki Allah onların kalplerini arındırmak istememiştir. Onların hakkı dünyada rüsvaylık olduğu gibi, âhirette de müthiş bir cezadır. [2,75; 4,46] {KM, İşaya 29,13. Matta 15,8; Markos 7,6}
Yahudi bilginleri okur yazar olmayan dindaşlarına, Hz. Muhammed’in öğretileri kendilerine uyarsa kabul etmelerini, aksi halde reddetmelerini söylüyorlardı.
Fıtratını iyice değiştirmiş kişinin, arınmaya hiç niyeti yoksa Allah da arındırmaz. Azıcık isteği olanı Allah elbette ihmal etmez.
42 – Yalan dinlemeye çok meraklı, haram yemeye pek düşkündürler. Sana gelirlerse ister aralarında hükmet, istersen hükmetmekten geri dur.
Geri durursan onlar sana asla bir zarar veremezler. Şayet hükmedersen, aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah âdilleri sever. {KM, Çıkış 23,8; Tesniye 16,19; 27,25}
Haram, yani rüşvet yiyenler, rüşvete göre hüküm veren Yahudi hâkim ve fakîhleridir.
Hayber Yahudilerinden soylu bir kadınla erkek zina etmişlerdi. Tevrata göre (Tesniye, 22, 22-24) recim olan cezayı uygulamak istemediklerinden dâvayı Hz. Peygamber (a.s.)’a götürdüler. “Recim derse kabul etmeyin, başka ceza verirse kabul edin” dediler. Hz. Peygamber recme hükmedince itiraz ettiler. Zinanın cezası “yüzüne kara çalıp merkeple dolaştırmaktır” diye, ısrar ettiler. İbn Suriya hariç, hepsi yeminle tekid ettiler. Peygamberimiz çok ağır yemin verdirerek son olarak Tevratın hükmünü sorunca bilginleri İbn Suriya recmi itiraf etti. İşte, bu âyet bu olaya işaret etmektedir.
43 – Kendi kitapları olan ve içinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat ellerinde iken nasıl olup da seni hakem tayin ediyorlar?
Sonra ne diye peşinden dönüp senin hükmüne razı olmuyorlar?
Aslında onlar hiç bir şeye iman eden kimseler değildirler.
O Yahudilerin dinde samimi olmadıkları yüzlerine çarpılıyor. Çıkarlarına uymayınca, inandıkları kutsal kitaplarını rafa kaldırıp, keyiflerine uygun fetva verir umuduyla inanmadıkları bir kişinin fetvası peşine düşmüşler. Ne iğrenç samimiyetsizlik! Aslında onlar sadece kendi çıkarlarına tapan insanlar!
44 – İçinde hidâyet ve nûr olan Tevratı biz indirdik. Kendilerini Hakka teslim eden nebîler, Yahudilerle ilgili meselelerde onunla hükmederlerdi.
Âlimler ve mürşitler de Allah’ın kitabını koruma ile görevlendirilmeleri sebebiyle yine onunla hüküm verirlerdi.
Hepsi de kitabın hak olduğunun şahitleri idiler. O halde ey hâkimler, insanlardan korkmayın, Benden korkun.
Âyetlerimi az bir menfaat karşılığında satmayın.
Kim Allah’ın indirdiği ahkâm ile hükmetmezse işte onlar tam kâfirdirler.
Din bilginlerinin koruma görevleri vardı, fakat Kur’ân bu görevi eksiksiz yaptıklarını bildirmiyor.
Kitabı önemsemeyerek, onu inkâr ederek onunla hükmetmeyenler kâfirdirler.
45 – Hem Tevrat’ta onlara şu hükmü de farz kıldık:
Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş karşılıktır. Hülasa bütün yaralamalar birbirine kısas edilir.
Fakat kim bu kısas hakkından feragat edip bağışlarsa bu, kendi günahları için keffaret olur.
Kim Allah’ın indirdiği ahkâm ile hükmetmezse işte onlar tam zalimdirler. [2,178] {KM, Çıkış 21,23-25; Levililer 24,17-20; Tesniye 19,21}
Kısas, şeriat sahibinin bir hakkı olarak değil, hayatın dokunulmazlığını temin etmek için meşrû kılınmıştır. Yani can almak için değil, cana dokundurmamak için hükmedilmiştir. Onun içindir ki hak sahibi kişi kısastan vazgeçerse, kısas yapılmaz. Zira kısas, sırf insanlar için vaz’ edilmiştir. (Tevrat’da kısas hükmü için: Levililer, 24, 19-21; Çıkış, 21,23-26])
47 – Ve dedik ki: Ehl-i İncîl de, Allah’ın o kitapta indirdiği ile hükmetsin. Kim Allah’ın indirdiği ahkâm ile hükmetmezse işte onlar tam fâsıktırlar. [7,157; 5,68]
Burada İncîle ilk muhatap olanlara verilen emir naklediliyor. Kendilerinin uymaları istenen şeylerden biri de Hz. Muhammed’i müjdeleyen hususlardır.
48 – Sana da, daha önceki kitapları, hem tasdik edici, hem de onları denetleyici olarak bu kitabı, gerçeğin ta kendisi olarak indirdik.
O halde bütün Ehl-i kitabın aralarında, Allah’ın sana indirdiği ile hükmet, sana gelen bu hakikati terkedip de onların keyiflerine uyma.
Her biriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik. Eğer Allah dileseydi, hepinizi bir tek ümmet yapardı. Fakat O, size verdiği farklı şeriatlar dairesinde sizi imtihan etmek istediği için ayrı ayrı ümmetler yaptı.
Öyleyse durmayın, hayırlı işlerde birbirinizle yarışın.
Zaten hepinizin dönüşü Allah’a olacak, O da hakkında ihtilaf ettiğiniz şeyleri size tek tek bildirecektir (haklıyı haksızı iyice belli edecektir). [2,41; 11,118; 17,107-108; 21,25; 16,36; 6,116; 12,103]
Müheymin: Öbür kitaplar üzerinde denetleyici, kontrolcü, şahit demektir. Kur’ân önceki kitaplar bakımından tasdikine başvurulacak bir merci olacaktır.
Kur’ân’dan önce her millete ayrı hidâyet, ayrı şeriat verilmişti. Kur’ân ile bütün hidâyet yolları birleşti; her devrin, her milletin ihtiyacı giderildi.
49 – Ve şu emri indirdik: Aralarında, Allah’ın sana indirdiği ahkâm ile hükmet. Sakın onların keyiflerine uyma ve Allah’ın indirdiği hükümlerin bir kısmından seni caydırmalarından sakın.
Şayet yüz çevirirlerse bil ki Allah onları bazı günahlarından dolayı musîbete uğratmak istiyordur. Zaten insanların birçoğu Allah’ın emrinden dışarı çıkmaktadırlar.
50 – Yoksa Cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar?
Fakat kesin olarak iman eden insanlar için, Allah’tan daha güzel, daha doğru bir hâkim bulunabilir mi?
51 – Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları velî edinmeyin. Onlar ancak birbirlerinin velisidirler. Sizden kim onları velî edinirse o da onlardandır. Allah böylesi zalimleri doğru yola iletmez.
Velî: Yerine göre hâmî, koruyucu, yönetici, işleri deruhte eden ve dost anlamlarına gelir.
52 – Kalbinde nifak hastalığı olanların, içlerinden: “Ne olur ne olmaz, başımıza bir felâket gelebilir, şimdiki durumumuz değişebilir, onun için biz tedbirimizi alalım” diyerek, kâfirlerle dost olmak için onların yanına girip çıktıklarını görürsün.
Umulur ki Allah yakında bir zafer ihsan eder
Veya Kendi tarafından peygamberi vasıtasıyla münafıkların maskelerini düşürme gibi bir başka durum ortaya çıkar da,
Onlar içlerinde gizledikleri bu nifaktan dolayı pişman olurlar.
53 – Onların içyüzlerini ancak o zaman keşfeden müminler de birbirlerine:
“Hayret doğrusu! Onlar değil miydi, siz müminlerle beraber olduklarına dair vargüçleriyle yemin edip duranlar!” Ama sonunda ne oldu? Gösteriş için yaptıkları bütün işleri boşa gitti, dünyada da, âhirette de ziyan edenlerden oldular.
54 – Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse dönsün:
Allah onların yerine öyle bir topluluk getirecek ki, Allah onları sever, onlar Allahı severler.
Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorludurlar.
Allah yolunda mücahede eder ve bu hususta dil uzatan hiçbir kimsenin ayıplamasından korkmazlar.
İşte bu, Allah’ın öyle bir lütfudur ki dilediğine verir. Allah vâsi ve alîmdir (ihsanı boldur, her şeyi hakkıyla bilir). [47,38; 4,133; 14,19-20; 48, 29; 58,21-22]
İslâm tarihinin başlangıcında üçü Hz. Peygamber (a.s.)’ın vefatından önce olmak üzere on bir toplu irtidad vak’ası olmuştur. Geriye kalanı Hz. Ebû Bekir (r.a.) devrinde yer almıştır.
Allah’ın dinine sahip çıkacak topluluk kavramı da çok geniştir. Çeşitli zaman ve mekânlarda İslâm tarihi boyunca, bu evsafta topluluklar Allah’ın lütfu ile eksik olmamıştır.
55 – Sizin dostunuz ancak Allah’tır, O’nun Resulüdür ve Allah’a tam boyun eğerek namazlarını hakkıyla ifa eden, zekâtlarını veren müminlerdir.
56 – Kim Allah’ı, Resulünü ve iman edenleri dost edinirse bilsin ki, bunların teşkil ettiği Allah tarafı, mutlaka galip gelecektir.
57 – Ey iman edenler! Ne dininizi alay ve eğlence konusu yapan sizden önce, kendilerine kitap verilenleri, ne de diğer kâfirleri dost (ve üzerinize yönetici) edinmeyin.
Mümin iseniz, Allah’ın bu buyruklarına karşı gelmekten sakının. [3,28]
59 – De ki: “Ey Ehl-i kitap! Sizin bizden hoşlanmayışınızın tek sebebi galiba şudur: Biz Allah’a iman ettiğimiz gibi, hem kendimize indirilen kitaba, hem de daha önce indirilen ilâhî kitaplara iman etmekteyiz. Sizin ise ekseriniz yoldan çıkmış fâsıksınız.”
60 – De ki: “Allah katında bir ceza olarak bundan daha beterini bildireyim mi?
O kimseler ki Allah onlara lanet etmiş, gazabına uğratmış, içlerinden bir kısmını maymun, domuz ve tâgut’a tapan kimseler yapmıştır. Yerleri en fena olanlar, doğru yoldan büsbütün sapanlar, işte onlardır.” [2,65; 85,8; 9,74]
İnsanların hayvan haline getirilmesine mesh denir. Bu da surî ve manevî olarak iki türlü olabilir. Manevî olunca ahlâkî düşüklük doğuran bir dönüştürme olur. Surî ve manevî olursa ahlâkî düşüklüğün yanında hayatî düşüklük de gerçekleşir. Bu durumda nesilleri devam etmez. Allah dilediğini yapar.
61 – Sizin yanınıza geldikleri zaman: “Biz mü’miniz” derler. Halbuki gerçekte onlar kâfir olarak girmişler, yine kâfir olarak çıkmışlardır. Onların içlerinde gizledikleri nifakı Allah pek iyi bilir.
64 – Yahudiler: “Allah’ın eli bağlıdır” dediler. Hay kendi elleri bağlanasılar!
Hay dediklerinden dolayı mel’ûn olası adamlar! Hayır, hiç de öyle değil! Allah’ın iki eli de açıktır. Dilediği şekilde infak eder.
Rabbinden sana indirilen âyetler, mutlaka onlardan birçoğunun azgınlığını ve gâvurluğunu artıracaktır. Bununla beraber, Biz onların aralarına, kıyamete kadar sürüp gidecek bir kin ve nefret bıraktık.
Her ne zaman onlar savaş çıkarmak için bir yangın tutuşturdularsa Allah onu söndürdü. Sırf fesat çıkarmak için dünyanın her tarafında koşup dururlar. Allah müfsitleri sevmez. [4,53-54; 2,61; 3,112; 14,34; 41,44; 17,82] {KM, Mezmurlar; 104,27; 145,15-16}
Hicretten Sonra Medine’deki Yahudiler iktisâdi sıkıntı ile imtihan edildiklerinde onlardan bir kısmı tarafından, Allah’ın ihsan ve merhametini itham eden böyle bir söz söylenmişti. Hepsi dememiş ise de, diyenlere itiraz etmemek sûretiyle razı olmuş sayıldıklarından, bu söz hepsine izafe edilmiştir.
67 – Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen buyrukları tebliğ et!
Eğer bunu yapmazsan risalet vazifesini yapmamış olursun.
Allah seni, zarar vermek isteyenlerin şerlerinden koruyacaktır. Allah kâfirleri hidâyet etmez, emellerine kavuşturmaz. [13,40; 2,272]
Bu âyet, Kur’ân’ın mûcizelerindendir. Risâlet görevini yerine getirme süreci içinde Efendimiz (a.s.m.)’ın düşmanları gittikçe artmıştı. Mekke müşriklerine, hicretten sonra Medine’deki kalabalık Yahudi kabileleri, Hıristiyanlar ve başka kabîleler de eklenmişti. Hele münâfıklar ve onların Yahudilerle işbirliği yaparak kışkırttıkları Medine dışındaki kabileler de hayli fazla idi. Bunca düşmanlıkların ve fiilen defalarca suikast girişimlerinin ona zarar vermemesinin, bu âyette müjdelenen ilahî koruma ile olduğunda hiç şüpheye yer yoktur.
69 – İman edenler, Yahudiler, Sabiîler, Hıristiyanlar…
Bunlar içinden her kim Allah’a ve âhiret gününe iman edip makbul ve güzel işler yaparsa, onlara hiçbir korku yoktur ve onlar asla üzülmezler. [2,62]
71 – Başlarına bir bela gelmeyeceğini sandıkları için, kör ve sağır kesildiler.
Sonra tövbe ettiklerinde Allah da tövbelerini kabul buyurdu.
Sonra içlerinden birçoğu yine kör ve sağır kesildiler. Allah yaptıklarını hakkıyla görüyor.
Eğer bunların âhirete, ve oradaki sorumluluğa imanları olsaydı böyle zannetmeyeceklerdi. Halbuki böyle sandıkları için kör ve sağır kesildiler. Hak delilleri görmez, hak sözü işitmez oldular.
72 – “Allah Meryemin oğlu Îsâ’dır.” diyenler hiç şüphesiz kâfir olmuşlardır. Halbuki Îsâ vaktiyle şöyle demişti:
“Ey İsrail oğulları! Benim de, sizin de Rabbiniz olan tek Allah’a ibadet ediniz. Kim Allah’a eş ortak koşarsa, şu kesindir ki, Allah ona cenneti haram kılmıştır ve onun varacağı yer ateştir. Zalimlere yardımcı olan da çıkmaz.” [5,17; 9,31; 19,30-36; 4,48; 7,50; 43,59] {KM, Yuhanna 20, 17; Markos 12,29}
73 – “Allah üç uknumdan biridir” diyenler de kâfir olurlar. Halbuki birtek İlahtan başka ilah yoktur.
Eğer bu batıl iddialarından vazgeçmezlerse içlerinden kâfir kalanlara mutlaka can yakıcı bir azap dokunacaktır. [4,171]
Arapçada sâlisü selâse veya rabi’u erba’a deyiminde üçüncü veya dördüncülük değil, “onlardan biri” mânası vardır.
74 – Hâla Allah’a dönüp O’ndan af dilemeyecekler mi? Allah gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur).
76 – De ki: Siz Allah’tan başka, size ne zarar, ne de fayda vermeye gücü yetmeyen âciz mahluklara mı ibadet ediyorsunuz? Halbuki hakkıyla işiten ve bilen yalnız Allah’tır. [13,16; 20,89; 25,3] {KM, Baruh 6. bölüm}
80 – Onlardan çoğunun kâfirleri velî edindiklerini görürsün. Bu iş -ki onu bizzat kendileri yapmış ve üzerlerine Allah’ın hışmını çekmiştir- ne kötü bir davranıştır! Onlar cehennem azabında devamlı kalacaklardır.
81 – Eğer Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilen vahye imanları olsaydı, kâfirleri velî edinmezlerdi. Fakat onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.
83-84 – Peygambere indirilen Kur’ân’ı dinledikleri vakit, onda âşinaları olan hakikate kavuşmaları sebebiyle gözlerinin yaşla dolup taştığını görür ve şöyle dediklerini işitirsin:
“İman ettik ya Rabbena! Bizi de hakka şahitlik edenlerle beraber yaz! Bütün isteğimiz ve umudumuz, Rabbimizin bizi salihler arasına dahil etmesi iken, ne diye Allah’a ve bize gelen bu hakikate iman etmeyelim ki?”
Böyle Hıristiyanların başında Hz. Peygamber (a.s.m.)’ın çağdaşı olan Habeş Necaşisi olup hicret eden müslümanları ülkesinde barındırmış, kendisine nota veren Kureyş’in baskılarına kulak asmamış ve Hz. Peygamber (a.s.)’a iman etmişti.
85 – Böyle demelerine mukabil, Allah onları, içinden ırmaklar akan ve ebedi kalacakları cennetlerle ödüllendirdi.
İşte iyi hareket edenlerin mükâfatı böyle olur!
87 – Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı o güzel ve temiz nimetleri kendinize haram kılmayın, haddi aşmayın. Çünkü Allah haddini aşanları asla sevmez. [7,31-32; 25,67]
88 – Allah’ın size rızık olmak üzere yarattığı şeylerden helal ve temiz olarak yeyin.
Kendisine iman ettiğiniz Allah’a karşı gelmekten sakının.
89 – Allah sizi kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutmaz,
ama bilerek yaptığınız yeminlerden ötürü sorumlu tutar.
Böyle bir yemini bozarsanız onun keffâreti, çoluk çocuğunuza yedirdiğiniz orta halli yemek çeşidinden on fakir doyurmak, yahut on fakiri giydirmek veya bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır.
Bunlara gücü yetmeyen kimse, üç gün oruç tutsun.
İşte yemin ettiğinizde, yemin bozmanın keffareti budur.
Yeminlerinize sahip çıkın.
Allah işte size âyetlerini böyle açıklıyor, ta ki şükredesiniz.
91 – Şarap ve kumarla şeytanın yapmak istediği tek şey, sizin aranıza düşmanlık ve kin salmak, sizi Allah’ı zikretmekten ve namazdan alıkoymaktır. Artık bu habis şeylerden vazgeçtiniz değil mi?
92 – Allah’a itaat edin, Resûlullaha itaat edin ve onlara karşı gelmekten sakının. Eğer ona sırtınızı dönerseniz bilin ki peygamberimizin görevi sadece tebliğden ibarettir.
93 – İman edip iyi ve yararlı işler yapanlara, bundan böyle Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve imanlarında sebat ile iyi ve yararlı işlerine devam ettikleri,
Sonra takvâları ve imanları tam sağlamlaşıp kökleştiği,
Daha sonra da bu takvâ ile beraber, başkalarına iyilik eden ve her yaptığını güzel yapan ihsan mertebesine erdikleri takdirde,
daha önce yeyip içtiklerinden dolayı kendilerine bir vebal yoktur. Allah da böyle güzel davrananları sever. [7,31]
Âyette takvâ ve iman şartının üç kere tekrarlanması, çeşitli tefsirlere vesile olmuştur. Mesela: ilk cümlede: “Şirkten sakınıp Allah’a iman ettikleri takdirde”, ikinci cümlede “Haramlıktan sonra şarap ve kumardan sakındıkları ve onların haramlığına iman ettikleri takdirde”, üçüncüsünde “Diğer bütün haramlardan sakınıp haramlığına iman ettikleri takdirde” şekillerinde yorumlanmıştır (Nesefî). Veya birincisi şirkten, ikincisi haramlardan, üçüncüsü şüpheli şeylerden korunma diye yorumlanmıştır (Nesefî). Yahut üç mertebe yani başlangıç, orta ve son duruma itibar edilmiş olabilir. Yahut ittika edilen (sakınılan) şeylere itibar edilebilir: Şöyleki: Cehennemden korunmak için haramlardan; haramdan korunmak için şüpheli şeylerden; nefsi düşüklükten korumak için bazı mübahlardan korunmak gerektiğine işarettir. Vallahu a’lem (Ebu’s-Suûd).
94 – Ey iman edenler! Allah, kendisini görmeksizin, gıyabında Kendisini tazim edip haramlardan sakınanları meydana çıkarmak için sizi av nevinden bir şeyle deneyecek. Bir av bolluğu ki elleriniz de yetişebilecek, mızraklarınız da… Kim bundan sonra konulan hududu aşarsa işte ona gayet acı bir azap vardır. [67,12]
95 – Ey iman edenler! Siz ihramlı iken av öldürmeyin. İçinizden kim onu bilerek öldürürse kendisine bir ceza vardır. O ceza da, öldürdüğüne benzer bir davar olup, öldürülenin emsali olduğuna içinizden iki âdil kişinin karar vermesi gerekir.
Ceza, Kâbe’ye ulaşıp orada kesilecek bir kurbanlıktır. Yahut fakirleri doyurmak yahut onun dengi oruç tutmak şeklinde bir keffarettir, ta ki işlediğinin vebalini tatsın.
Allah daha önce işlenen bu tür fiilleri affetti. Fakat kim dönüp tekrar böyle yaparsa Allah ondan, onun intikamını alır; zira Allah azîzdir (mutlak galiptir) ve intikamı vardır. [2,196; 3,4]
Hac esnasında avlanma yasağının önemli hikmetlerinden biri, Harem-i Şerif’in, yani oranın ziyaretçileri hacıların güvenliğini sağlamaktır. Avlananların olması, izdiham ve kazalara yol açabilir. Allah’ın intikamı: Adaletinin gereği olarak, müstahak olanı cezalandırmasıdır.
96 – Ey ihramlılar! Deniz avı ve deniz yiyeceği size helal kılındı ki size ve yolculara bir rızık vesilesi olsun. Kara avı ise, ihramlı olduğunuz müddetçe size haram kılındı. Öyleyse huzurunda varıp toplanacağınız Allah’a karşı gelmekten sakının.
97 – Allah Kâbe’yi, o hürmete layık mâbedi, insanların din ve dünya hayatları için bir nizam vesilesi kılmıştır; o hürmetli ay’ı da, Kâbeye gönderilen gerdanlıksız veya gerdanlıklı kurbanlıkları da…
Bütün bunlar, Allah’ın göklerde olanı da, yerde olanı da bildiğini ve gerçekten Allah’ın her şeyi bildiğini sizin de bilip anlamanız içindir.
Hac uluslararası düzeyde, dünya çapında yılda bir tekrarlanan bir vakıa olduğu gibi, umre de daha küçük çapta devam eden bir vakıadır. Hac ziyaretinin kültürel, sosyal, ekonomik, turistik fayda ve neticeleri gözle görülmektedir. Fakat daha fazla faydası, ziyaretçilerin manevî hayatlarına yön verip, onları manen beslemesidir. Allah’ın yeryüzünde inşasını emrettiği ilk Mabedi ziyaret etmekle, insanlığın babası Hz. Âdem (a.s.)’dan günümüze kadar gelen bütün insanlarla buluşması, başka kapılarda sürünüp perişan olanların, sıcak aile yuvalarına dönüşü, geçici dünya imtiyazlarının (ırk, asalet, servet, makam, güzellik, gençlik gibi imtiyazların) gerçekten geçici olduğunun ispatlanması, mahşer manzarasından bir enstantanenin dünyada yaşanarak insanların ona göre kendilerine çekidüzen vermeleri gibi nice muazzam gerçekleri yaşar ki bunları düşününce “Kâbe’nin nasıl bir yön ve nizam unsuru” ve yön belirleyen bir pusula olduğunu anlar.
Hürmetli ay (Şehr-i haram) Hac ibadetinin yer aldığı Zilhicce veya hac mevsiminin yer aldığı receb, zilkade, zilhicce ve muharrem aylarıdır.
98 – Bilin ki Allah’ın cezası şiddetlidir; ama aynı zamanda O, gafurdur, rahîmdir (affı ve merhameti boldur).
99 – Peygambere düşen sorumluluk, sadece tebliğ etmektir. Allah sizin açığa vurduğunuz ve gizlediğiniz her şeyi bilir.
Bu, “Peygamberin yapacağı başka iş yoktur,” mânasına gelmez. Vahyin tebliği bakımından, sorumluluk yönünden Hz. Peygamberin durumunu bildirmekte, insanlara zorla kabul ettirmenin söz konusu olmadığını belirtmektedir. Yani “Peygamber size, tebliğ görevini fazlasıyla yerine getirdi. Sizin ona itaat etmemede artık hiçbir mezaretiniz olamaz” demektir.
100 – Murdarın çokluğu tuhafına gitse de gitmese de, hatta murdarın çoğu hoşuna gitse de gitmese de, murdar ile temiz bir olmaz.
Öyleyse ey akl-ı selîm sahipleri! Siz az çok demeyip daima temize, helale yönelin. Haram yemekten, Allah’a karşı gelmekten sakının ki felah bulasınız.
101 – Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın.
Eğer Kur’ân’ın indirilmesi esnasında onları sorarsanız, size açıklanır.
Hâlbuki Allah onları bağışlamış, sizi onlardan muaf tutmuştur.
Çünkü Allah gafurdur, halimdir (affı ve müsamahası geniştir).
Hz. Peygamber (a.s.m) haccın farz kılındığını tebliğ ettiği sırada ashabından biri: “Her sene mi?” diye sorup tekrarlamıştı. İşi zorlaştıracak soruların yersizliği bildirilerek müminler eğitiliyor.
103 – Allah ne bahîre, ne sâibe, ne vasîle, ne de hâm diye bir şey bildirmemiştir.
Fakat, o kâfirler bu inançlarını Allah’a mal ederek Ona iftira etmişlerdir. Onların ekserisinin akılları ermez.
Cahiliye arapları putlarına adadıkları hayvanları gruplara ayırmışlardı. Beş kere doğrup beşinci de dişi doğuran deveye bahîra der, kulağını yarıp sütünü sağmaz, putlara bırakırlardı. Bazı hayvanları putlar uğrunda serbest bırakır, sütü yalnız misafirlere ayrılırdı ki bu deveye sâibe derlerdi. Biri erkek diğeri dişi olarak ikiz doğuran koyun veya deveye vasîle der, erkeği putlara kurban ederlerdi. On nesli dölleyen erkek deveye hâm deyip onu da putlar için serbest bırakırlardı.
104 – Kendilerine: “Allah’ın indirdiğine ve Resûle (onların hakemliğine) gelin denildiğinde “Atalarımızı ne halde bulmuşsak o bize yeter” derler. “Ataları hiçbir şey bilmey